“Hele bir yaşlı bibi: “Oğlum, Allah ırızası üçün yetimlerime bir lokma et ver. Başın gözün sadakası olsun oğlum. Bir lokma et ver gurban olduğum…!” diyor. Yanında da on yaşlarında bir kız çocuğu var.
İçeriden kemik çatırtıları eşliğinde duyulan erkek sesi: “Vallaha, gurban sahapları burda yoh, ben kesiyim yalağız. Başgasının gurbanından saa nasıl verem?” diyor. Oysa bahçeden pek çok erkek, kadın, çocuk sesi geliyor. Yaşlı bibi, çaresiz eli boş ayrılıyor oradan.”
Malatya’nın Paşaköşkü ve Cemal Gürsel Mahallelerini geçip batıya doğru ilerliyorum. Kuyuönü mezarlığındaki Şehitliğin her zamanki gibi bayram ziyaretçileri yok. Yol geçirme gerekçesiyle iki binin üzerindeki mezarın Şehir Mezarlığına naklinden sonra Kuyuönü Mezarlığının ziyaretçileri de azalmış durumda.
Mezarlara ellerindeki bidonlarla su dökerek kabir ziyaretçilerinden bahşiş koparmak üzere ortalıkta ordan oraya seğirten bir grup erkek çocuk görünüyor.
Kuyuönü Mezarlığından çıkıp Tecde, Barguzu, Kileyik, Çırmıhtı, Kündübek, Banazı Mahallelerine giden anayola çıkıyorum. Aşağıbağlar Sufla Camii’ne varmadan, yolun sağındaki kurban kesim alanını görüyorum. Geçen yıllarda Malatya Valiliğinin numaralandırarak tahsis ettiği kurban kesim alanlarında bu yıl Malatya Büyükşehir Belediyesinin Esenlik Şirketi’nin reklam pankartları asılı.
Aşağıbağlar’daki kurban kesim alanının tabanı betonla kaplanmış. Kesilen hayvanların asılarak derilerinin soyulmasına yarayan metal aksamlar, zincirler, çengeller hazırlanmış. Bir de traktör var ortalıkta. Büyükbaş hayvanların gövdesini, bu traktörün yardımıyla yükseğe kaldırarak çengele asabiliyorlar. Ellerde bıçak ve satırların dışında boy boy elektrikli testereler var. Elektrikli testerelerle iri parçalara ayrılan gövdeler, kenardaki masaya konuyor. Burada küçük parçalara ayırma ve ince işler yapılıyor.
Küçükbaş hayvanların derisinin içerisine sokulan hortumdan bir makine aracılığıyla hava basılıyor. Basılan havanın yardımıyla hayvanın derisi etinden ayrılıyor ve kolayca gövdesinden sıyrılıyor. Alana hortumla su da bağlamışlar; sürekli akan kanlar suyun önüne katılarak alanın dışına yollanıyor.
Alanda pek çok erkek var, kurban kestirmeye gelen. Fotoğraf çekmeme kimse karışmıyor. Kasap olan kişi, neden fotoğraf çektiğimi soruyor. Sesi öfkeli, sanki kaçak kesim yapıyormuş da suçüstü yakalanmışçasına. Oradan ayrılıyor, Aşağı Banazı’yı da geçip Yukarı Banazı’ya doğru yürüyorum.
Yolun iki yanı bahçelik, bahçelerin içerisinde en fazla iki katlı evler var. Otların üzerine naylonlar serilmiş, ağaçların dallarına kesilen hayvanların gövdeleri asılmış. Et küdükleri, satırlar, kemik parçalamak için hazırlanmış baltalar, bıçaklar, leğenler, kazanlar, ocak taşının üzerine oturtulan saclar… Kimileri, bahçeye üç taş koyup çalı çırpıyı tutuşturmuş, sacda etleri kavurmaya başlamış bile. Uzaklardan bile insanı çarpan et kokuları, dumanlar, çocuk sesleri, hayvan sesleri birbirine karışmış.
Kurban kesilen tüm bahçelerin kapıları sıkı sıkı kapatılmış durumda. İnsan ve hayvan seslerinden, dumanlardan, çatırtılardan, et kokusundan anlaşılıyor, görünmeseler bile. Pek çok şalvarlı, yazmalı yoksul bibinin, tahta çitlerin üzerinden içeriye bakarak kurban etinden adeta yalvararak istediklerine tanık oluyorum. Hele bir yaşlı bibi: “Oğlum, Allah ırızası üçün yetimlerime bir lokma et ver. Başın gözün sadakası olsun oğlum. Bir lokma et ver gurban olduğum…!” diyor. Yanında da on yaşlarında bir kız çocuğu var.
İçeriden kemik çatırtıları eşliğinde duyulan erkek sesi: “Vallaha, gurban sahapları burda yoh, ben kesiyim yalağız. Başgasının gurbanından saa nasıl verem?” diyor. Oysa bahçeden pek çok erkek, kadın, çocuk sesi geliyor. Yaşlı bibi, çaresiz eli boş ayrılıyor oradan.
Malatya esnafının bazıları da aynı taktiği uygular. Yardım isteyenlere, dilencilere, indirim yaptırmak isteyen müşterilere ‘Ben emaneten bakıyorum, dükkân sahibi burada yok; dükkânı birkaç saatliğine bana emanet etti.’ diyerek istekleri savuşturur.
Bahçelerin kıyısından akan Horata deresi kıpkızıl olmuş. Bahçelerde kesilen hayvanların kanıyla beslenen Horata deresi, kızıl dere olmuş bugün.
Yürüyerek Yukarı Banazı (Konak)’ ya varıyorum. Yukarı Banazı’nın meydanına varmadan solda Esenlik Şirketi’nin kocaman pankartının sergilendiği kurban kesim yerine giriyorum. Girişin sol yanına karın, işkembe yığılmış. Yüzlerce eşekarısı üşüşmüş pislik dolu işkembelere, bağırsaklara.
Buranın birkaç metre ilerisinde ağaçların gölgesinde hazırlanmış kurban kesim alanına adım atıyorum. Ağaçların altına bir dizi bank konmuş. Banklarda kurban sahipleri olan orta yaşlı ve yaşlı erkekler oturuyor. Gençlerse ordan oraya parçalanmış etleri taşıyor, sürekli akan kanı hortum tutarak akıtıyor. Buranın da tabanı beton kaplı. Yine hayvanların gövdelerinin asıldığı metal aksamlar, çengeller var. Gördüğüm tüm kurban kesim alanlarında temizliğe özen ön planda.
Tam fotoğraf çekmeye niyetlenirken alanın ağası pozisyonundaki eli satırlı, bıçaklı kasap öfkeleniyor: “Bir dakika, niye çekiyorsunuz? İzin belgeniz var mı” diye bana doğru hücuma geçiyor. Çevresindekilere ne kadar iş bilir, müdahaleci, her işten anlar bir kasap olduğunu ispatlayacak. İzin belgesi olmayan biriyse de bu alandan kovmanın zevkini yaşayacak umuduyla yaklaşıyor bana. “Hem yüzünüzü de kapatmışsınız. Ne bileyim ben, siz kimsiniz?” diyor.
Arazide uzun yürüyüşlere çıktığımda şapka ve gözlüğe ek olarak bir de yüzüme bir yazma sarıyorum, güneşten korunmak için. Kara çarşaflı, kara peçeli, hatta burkalı olsam ‘bacım, bacım’ diye saygı gösterecekler de… Böyle kot pantolonlu, kısa kol tişörtlü birinin peçesine saygı göstermiyorlar. Saygı göstermek şöyle dursun kuşkulanıp huysuzlanıyorlar.
Basın kartımı çıkarıp gözüne tutuyorum. Bilen pozlarda kartımı inceledikten sonra uzaklaşarak çengele takılı gövdeleri parçalamaya devam ediyor ve: “Bizim reklama ihtiyacımız yok. Yeter bu kadar çektiğin, haydi…!” diye etrafındakilere bu çöplüğün horozu benim havasını atıyor. Haydi, nidası da ‘defol git!’ edasıyla tıslayarak çıkıyor kasaptan. Ben bu kabadayıya sormuyorum, kasap belgen var mı, diye. On beş- yirmi kişi kurbanını teslim etmişse, bir de bir kurumun kesim alanında çalışıyorsa belgesi vardır, bana göre.
Kasabın saldırganlığı, engellemesi sayesinde ancak 16 saniyelik bir video kaydı yapabilmişim.
Nerede bir kurban kesimine rastladımsa orada hırlamayla karşılaştım. Özel kesim yerlerini görüntülemeye niyetlenmiyorum bile. Görüntülemeye niyetlendiğim yer, belediyeye bağlı bir kuruma ait.
Kurban kesilirken görüntülemek dinen uygun değil mi yoksa?
Kesim alanlarında temizlik kurallarına da özen gösteriyorlar.
Eee, niye kızıyorlar görüntü alınmasına?
Kurbandan pay istemeye gelen yoksullara da hırlıyorlar.
Nedir dertleri, bir anlayabilsek…
Kurban Bayramında kesilen kurban etleriyle yoksulların yılda bir kere de olsa et yiyebilmelerine olanak sağlamaksa amaç…
Yoksulları, öksüz ve yetimleri sevindirmekse amaç…
Bahçe kapılarınızı kale kapıları gibi sıkı sıkıya kapatmışsınız.
Kurbandan yoksula pay vermemek için türlü bahaneler uyduruyorsunuz.
Gelin bu bayramın adını Kavurma Bayramı olarak değiştirin.
Rahat rahat etlerinizi kavurup tenekelere basın.
Hadi, kolay gelsin, Kavurma Bayramınız kutlu olsun…