2009 - OCAK AYI
HAVANDA SU DÖVME TOPLANTISI
Her ayın son haftasında bir araya gelen on – on beş arkadaş güncel ve “her daim güncel” olayları konuşup aklımıza takılan sorulara makul, mantıklı karşılıklar bulmak için havanda su döveriz.
Toplantılarımızın seyrine geçmeden, etkinliklerimizin daha iyi anlaşılabilmesi için bileşenlerimiz hakkında kısaca bilgilendirme yapmak istiyorum.
…………
Biz, karma bir yapılanmayız.
Günlük yaşamının önemli bir bölümünü televizyon kanallarında gezinerek geçiren, oradan aldığı besinlerle tartışan arkadaşlarımız çoğunluktalar. Yakında gruplarına uygun bir adlandırma yapacaklar. “TVentel ve Çalıya çaput bağlayanlar” üzerinde duruyorlarmış.
Toplantılarda en az “su döven” grubun adı “Şerbetçiler”.
Bunların iyi nabız tutmaları ve her nabza göre çok kısa sürelerde ayrı bir şerbet karışımı yapmaları gerektiğinden boşa geçirecek bir saniyeleri bile yok.
“Oryantalistlerimiz” var bazılarımız onlara “dansöz” de diyor.
Şerbetçilerin en yakın dostu - müttefiki bu gurup. Bazen hangi fikri hangisinin söylediğini, hangisinin ötekini desteklediğini anlamakta bile zorlanıyoruz.
Aralarındaki en önemli ayraç “oryantalistlerin “ ufkunun daha geniş, vizyonlarının daha güçlü, kıvırmalarının daha canlı ve estetik olması.
“Esnek omurgalılar” aşırı esneyip sakız gibi sünmedikleri sürece kimseye zararları dokunmaz. Okurlar, tartışırlar, az çalışır (genellikle oturdukları yerden) çok eleştirirler.
Grubumuzda en fazla sıkıntı yaratanlar yaygın adlarıyla “dik omurgalı” ansiklopedik tanımlarıyla “dinozorlar” olarak bilinen iyi niyetli, dürüst kişilerdir.
Sevmeyenlerinin bile kendilerine saygı duymaları ve güvenmelerine rağmen bazı toplantıların onlarsız yapılması gerekebilir çünkü dik omurgalıların katıldığı toplantılar kontrolümüzden çıkar, kaşla göz arasında havamız bozulur.
Cırcır böceği ile karınca örneğini pek severler. “Söyledikleriniz iyi hoş da niye davranışlarınıza yansıtmıyorsunuz? ya da söylemlerinize sahip çıkında lafta kalmasınlar” türündeki soğuk ve anlamsız esprilerle, “her daim” mazereti olanları sıkıntıya sokarlar.
Dilleri sivri, cümleleri köşeli ve keskindir.
…………..
“Vicdani sorumluluk” diye bir şey tutturmuşlar:
“Ülkemize, insanlarımıza, gözaltında ölümlere; sokaklarda aç yatan, sur diplerinde tecavüze uğrayanlara; oyuncak sandığı el bombasıyla oynarken yaşamı biten, yarım bedenle kalan çocuklara dair söylenecek sözümüz yerine getirilecek görevlerimiz olmalı” diyorlar.
Haklılar, saygı duyarız. Sonuçta biz de insan evladıyız, cemiyette kendimize göre bir yerimiz, dostumuz, düşmanımız var.
Gerçekçi düşünüp “Etimiz ne budumuz ne” diyecek olduk anında lafımızı ağzımıza tıkayıp “sen kendi gücünün farkında olup örgütlenmezsen başkaları senin gibileri bile sana karşı örgütler, elbette tek başına yeterli olamazsın” diye kestirip attılar.
Her şey tadında olunca “Tamam kardeşim haklısınız” diyoruz. Bu sefer de “Başkalarına örnek olmak için, değişime kendimizden başlamamızı” istiyorlar.
İşte o zaman; terbiye edilecek çocukmuşuz gibi davranınca olmuyor. ipler geriliyor.
Olaylar “özel yaşamımıza” müdahaleye kadar varıyor.
Biz ki; bu güne kadar kimseye karşı saygıda kusur etmedik. İşlerine, özel yaşamlarına burnumuzu sokmadık. Bir kere bile “öte gidin, gözünüze duman kaçar” demedik.
Haliyle karşımızdakilerden de saygı ve anlayış bekliyoruz. Arif olan anlasın artık.
…………………….
Büyüklük bizde kalsın diyerek dönelim konumuza:
………………….
Bir ay önceki toplantıda dik omurgalılar “ 24 Ocakta Uğur MUMCU’nun evinin önünde buluşalım” dediler
24 Ocak, koca bir hükümetin koca koca ekonomik kararlar aldığı, son “sosyalist devleti yıkma” adımını attığı, Cumhuriyet devrimlerine savaş açıldığı önemli günlerden biri.
Gazze’de “sözde ateşin kesildiği”, bombaların gümbürtüsünün sustuğu gün.
Binlerce insanın “kendi iradesi dışında yaşama “hoş geldiği”
Gaffar OKKAN’ların Uğur MUMCU’ların ve daha nicelerinin “hoşça kal” diyemedikleri yaşamlarından yüz binlerce insan tarafından
UĞURLAR OLSUN diye yolcu edildikleri,
Yağmurlu, çamurlu, kara, kapkara bir gün.
………..
Öneriye karşı çıkanımız olmadı ama sonrasını düşününce biraz tedirgin olduk doğrusu. Bunların işi belli olmaz. Sakıncalı Piyade’nin Rabıtasından girip: Tarikat- Mafya - Şeriat derken “benden değilsen düşmanımsın, o halde sen de Ergenekoncusun”dan çıkarlar.
Rahatımız bozulur, canımız sıkılır hafta sonumuz berbat olur.
………..
Korktuğumuz başımıza geldi.
Buluşmamızın üstünden yarım saat geçmeden “nerde kaldı bu insanlar” diye sokağın iki başını gözlemeye başladılar.
Arkadaşlarımızı savunamadık.
“Hafta sonu geç kalkmışlardır. Kahvaltı, sohbet, muhabbet derken gelememişlerdir, hem bakın hava da berbat” diye kem küm ettik,
Sopa yok cop yok, biber gazı yok. Adı üstünde “anma etkinliği”; böyle risksiz bir günde bile yoklarsa ne zaman tepki gösterecekler diye kibarca susturdular bizi.
Sağ olsun esnek omurgalılar, Hızır gibi yetiştiler imdadımıza,
“Daha dinleti var, söyleşi var, Leman Sam konseri var birinden birine gelirler” deyip ortamı yumuşattılar.
……………..
Sen, ben, bizim oğlan ve yakın komşularımız, Uğur MUMCU’yu bir kez de gazeteci arkadaşları Özgen ACAR, Işık KANSU ve Emekli Büyükelçi Nuri YILDIRIM’dan dinlemek üzere o sokaktan başka bir sokağa, CUMHURİYET gazetesine geçtik.
Eski müftü, hacı, hoca vs. lerin sonradan nasıl bürokrat, milletvekili, bakan, baştan kokan olduklarını Işık KANSU anlattı.
20 sene önce rabıta’dan maaş ve eğitim alan 73 şahıstan birinin “ her şeyi babalar gibi satan” Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan olduğunu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Türban için dava açan Leyla ŞAHİN’in babası Ahmet ŞAHİN ve Ömer DİNÇER’in de kumaşının aynı tezgahlarda dokunup aynı kervana dizildiklerini öğrendik.
Özgen ACAR, MUMCU’nun 80 öncesi gençlik hareketlerinin önderleriyle yaptığı ve sonradan kitaplaştırdığı görüşmelerin yer aldığı “Sakıncasız” dan söz ederken dedi ki:
UĞUR yaşıyor olsaydı o kitabı yazdığı için, “ERGENEKON” dan yargılanırdı.
“Hadi canım o kadar da olamaz” diyenler bilsinki;
Biz söyleyenlerin yalancısıyız.
Gerçekleri öğrenmek ya da bilgilerinizi tazelemek isteyen arkadaşlarımız, üç maymunu oynamayı bırakıp o günlerde Uğur MUMCU köşesindeki yazılara ya da eski 2000’e Doğru dergilerine bir göz gezdirsinler.
……………………….
Cumhuriyet gazetesinden ayrılırken fısıltı iletişim sistemiyle dik omurgalılar dışında herkesi haberdar edip stressiz birkaç saat geçirmek için dernek merkezimize yürüdük.
Elimizde havanlar, masanın altında ağzına kadar suyla dolu kova.
Bizdeki keyif beylerde yok.
Yedik, içtik, eğlendik; “Başkalarına akıl vermek” her daim kolay olduğu için sınırsız eleştiri yapma hakkımızı da kullanarak toplantı sonuç tutanağına aşağıdaki maddeleri yazdık.
1-“Demokrasilerde çare tükenmez, dinozorlar kendi işine baksın”
2-“Şu üç günlük dünyadan “kahredip göçenlere” şerbetçi helva karsın.
3-“Her koyunun kendi bacağından asıldığını bilmeyenler öğrensin.”
4-“El âlemin sorununa, sıkıntısına burnunu sokanlar burunlarını estetikle küçültsün”
5-“Kapımı çalıp –kızının başını kapatacağız demedikleri sürece türban benim sorunum değil” diyenlere hak ettikleri saygı gösterilsin.
6-“Mahalle baskısı da neymiş her yer bizim mahalle” diyerek hidayete ermiş –örnek vatandaşlarımızın, “bizden olmadan” önceki halleri resmi gazete mükerrer sayıda yayınlansın
7-“Bize dokunmayan yılanın ömrü uzun olsun, en az bin yıl yaşasın”
……………..
Muhabbet keyifli katılımcılar halinden hoşnut.
Dik omurgalılar olmayınca her işe maydanoz olup vicdanımızı rahatsız eden de yok.
“Vaktimiz bol, tuzumuz kuru”
Bana dokunmadığı sürece bin yıl yaşasın dediğimiz yılan bizi sokarsa, zehiri ömrümüzü bir anda bitirirmiş ne gam…
Burası Nazi Almanya’sı biz de gözaltında tutulan papaz değiliz.
Gerektiğinde; suda balık, karada tilki,
Çölde yılan, çalı dibinde tavşan olabilecek kadar saf, kurnaz, kıvrak ve hızlıyız.
Hırsızın, arsızın, namussuzun kapımızı çalmasına ise daha çooook var.”
Hadi hanımlar beyler, alalım havanı tokmağı elimize
Yapılacak işimiz, dövülecek suyumuz var.
Saygılarımla
26 Ocak 2009