AKÇADAĞ AYDINLIĞI KİTABINDA YAYINLANAN ARGUVANLI İNŞAAT MÜHENDİSİ GAZİ DUVARCI‘NIN RÖPORTAJI
Akçadağ İlköğretmen Okulu 1967 Girişli İnşaat Mühendisi Gazi DUVARCI:
“Akçadağ Köy Enstitüsünün devamı olan Akçadağ İlköğretmen Okulunda okuma olanağı bulmasaydım köyümde herkesin yapabildiği bir çoban veya amele olacaktım... Bugün yaşamdaki başarı öyküme Akçadağ İlköğretmen Okulunda aldığım eğitime borçluyum…”
Gazi Duvarcı 1972 Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık sınıfından dönem arkadaşım. 45 yıl sonra 1972 Hazırlık sınıfı Whatsup grubuyla tekrar görüşür hale geldik. Son üç yılda İstanbul’a her gittiğimde Beşiktaş’ta, ve başka mekanlarda buluşur geçen yılları ve geleceğe dair söyleşiler yaptık. Gazi, Akçadağ olmasa okuyamazdım diyen bir halk çocuğu. 1972 Hazırlık sınıfı sonrası ODTÜ-İnşaat Mühendisliği bölümünde yüksek öğretimini tamamlar. Akçadağ İlköğretmen Okulu uygulama okulunda kısa dönem öğretmenlik yapar. Yıllar sonra Akçadağ Anadolu Öğretmen lisesi binalarının güçlendirme projesini kar amacı gütmeden üstlenir. Kendisini var eden Akçadağ aidiyetini hep onurla taşır. Söyleşilerinde geldiği toplumsal yapının halk kültürünü sevgiyle içselleştiren doğası ve cümleleri öne çıkar… Sevgili Gazi’yi Akçadağ imecesine sağladığı katkılar nedeniyle sonsuz teşekkürler.
Sevgili Gazi, köyünü, aileni anlatır mısın?
Benimhikayem; o dönemde Anadolu’nun köylerinde yaşayan bir çok köy çocuğununyaşamı ile örtüşecektir. Burada anlattıklarımdan herkes kendisini biraz bulsun diye detaylı anlatacağım.
Ailem Malatya’nın Arguvan İlçesine bağlı Atma aşiretinin Kömürlük köyünde kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ köyünde yaşıyormuş.
Dedem köyde bir konak yaptırıyormuş. Bu konağa Anam hamile hali ile akşama kadar sırtı ile taş taşımış. O gece köyün yaşlı kadınlarından birinin ‘’ebeliğinde’’ dünyaya gelmişim.
Atma aşireti farklı kimliklerinden dolayı Osmanlı’nın şamarından baskısından kaçıp gizlenmek ,‘’öşür’’ ve ‘’baş vergisi’’olarak toplanan ağır vergilerden kurtulmak amacı ile iki dağ arasındaki kuytu bir vadiye yerleşmişlerdir.
Osmanlı köylülerimizi askere gidecekleri zaman hatırlar, onları alıp geri gelinemeyecek savaşlara gönderiyormuş. Vergilerden başka devlet-i âli yenin sıcak elini görememiş, aşiret ahalisi ve köyümüz, ancak yeni kurulan Cumhuriyetin yüzü suyu hürmetine ilk yerleşim yeri olan vadiden çıkıp gün yüzü görmüştür.
Köyümüz; geçim olanakları oldukça kısıtlı olup kıt kanat geçinebilen, yolun yolağın olmadığı, devlet elinin ulaşmadığı, doktorun, hemşirenin bilinmediği bir yermiş.
Örneğin çocukluk yıllarımda kızamığa yakalandım. Köyümüz o yıl akranlarımdan, anasının göz nuru ve öpmeye kıyamadıkları on yedi körpelerini kara toprağa teslim etmişlerdi. Biz birkaç çocuk ölüm piyangosundan kıl payı kurtulmuştuk…
Alevi inanca sahip ve Kürtçe konuşan Kömürlük köyü adı ile müsemma idi. Çünkü odun kömürü köylülerimizin eli ayağı ve geçim kaynağı olmuştur.
Arazisi kıraç ve fakir olan köy halkı, meşe odununu keser, kömür yapar at veya eşek ile Arapgir’deki Ermeni demirci ustalarına ulaştırılırmış. Karşılığında aşına tuz, lambasına gaz, yerli tezgahların imalatı manusa kumaşından çocuğuna hasadan bez, atına nal gibi ihtiyaçları ile takas edip geçimini sağlarlarmış.
Kömürlük köylüleri baharla birlikte, kar erirken, nevruz- nergis açarken, kenger-çalık, çiğdem bereketli ve bakir topraklardan fışkırırken, Ovacık, Kacar yaylaları yeşil çaşırlara, mor menekşelere bürünürken, pılısını pırtısını, merkebineatına yükleryayla yoluna revan olurlarmış.
Kıl çadırlarını gittikleri ovada sıra sıra dizip yayla yaşamını sürdürmüşlerdir.
Yaylalarımızda nerede ise her kayanın dibinden buz gibi bir kaynak suyu fışkırır, içerken adeta diş sızlatır.
Yaylalarımızda beslenen canlılar orada yaşayan insana, doğaya minnet borcunu öder gibi süt, yağ, yün vermede cömert davranırlar.
Berivan zamanı geldiğinde kuzu-koyun melemeleri ile kuş kurbağa sesleri bir müzikal ahenk içinde birbirine karışır.
Bol oksijenli el değmemiş bakir topraklarda, diğer canlılarla dostça kardeşçe yaşadıkları bu yüksek rakımlı doğa parçasında ,insanları beş altı saatten fazla uyku tutmaz. Bu yüzden sabahları çok erken kalkarlardı.
İnsanı sağlıklı ve zinde olup, kendileri de zamanla yaşadıkları doğaya benzemişlerdir. Hile hurda bilmezler. Doğal, mert ama biraz mizaçları serttir. Sevdiği insana tek varlığı bir tek kuzusu olsa bile misafirine seve seve ikramdan kaçmazlardı. Gelen misafire en iyi yemeği ve misafir için özel yapılan en temiz ‘’misafir yatağında yatıran ’’ cömert insanlardı.
Kendimi, köyümü ve kısa künyemi kendime ait dizelerle anlatmaya çalışayım:
BEN ATMA’LIYIM GARDAŞ Ben Atmalıyım gardaş, Anam beni zemheride , Mor dağlara kuşbaşı kar yağarken doğurmuş. Bizim elin kışı bir afat olur, El oğlu açar kardan kapanan kapımızı. Çuvalda aşlık , Çardakta kışlık alaf kalmamıştır. Çoluk çocuk, Mal davar aç sefil perme perişandır. Yol,yolak hak getire. Başımıza kırmızı karlar yağdırmış ilahi güç. Tanrı da unutur bizi gardaş. Babam; Bizar olmuş kekliklerin, Aç kurtların köye indiğini anlatırdı. Soba başında: Korkma, Boz atlı Hızır carımıza yetişecek derdi. Taş damda oturur, Ocak başında bulurum kendimi, |
Yakamdan yakalar anılar beni.. Efkar basar bazen, Ya Veysel’den çalarız, Ya Pir Sultan’dan söyleriz. Ben Göl dağlıyım gardaş, Başımız dik, Boyun eğmeze, asiye çıkmıştır adımız. Ondandır başımızdabela eksilmez, İtirazım var benim; Ey cümle alemi, Ey yeri göğü yaratan: Neden acılar bizim alın yazımız , Kör talih kaderimizdir ! Ben Atma’lıyamgardaş, Alnımız açık, Havası, suyu sert, sözünde mert, Sofrasında cömert. Demem odur ki: Ben ; bu gün doğduğum , Ben ; yarın düşeceğim , Toprağa benzerim gardaş… |
Babam yaylada benim görevimi kuzulara çobanlık olarak belirlemişti.
Sabahın seherinde, kuzulara gitmem için anam başıma gelir, beni doyamadığım nazlı seher vakti uykumdan uyandırmaya çalışırdı. Anamın kavurma veya peynirden sac ekmeği ile yapmış olduğu ve belime mendille bağladığı, öğlen saatlerinde yediğim o çomaçların (dürüm) lezzetini hiçbir yemekte bulamayacağımı nerden bilirdim.
Kuzuları akşam ovaya getirdiğim zaman ,melemeler içinde onların hiç şaşırmadan nasıl anaları ile buluşup, analarının onları koklayıp sütünü vererek ,kendisini adeta teslim ettiğine hayret eder, sırrını çözemezdim.
Yazın gerek ilkokul gerek öğretmen okulu yaz tatillerinde anam,babamla birlikte ellerimle arpa derer, orakla buğday ve tırpanla ot biçer burma yapardım. Patlayan nazik ellerimin içi önce su toplar, baloncuklar oluşur ,zamanla nasır bağlayınca acıması geçer ,rahatlardım.Evimizin emektarı ve en kıymetli varlığı kır merkebe taşınacak yükleri yükler ben de harman yerine götürürdüm. Bozuk yollardan geçerken, yük bazen yana düşecek gibi eğilince, korkarCem’lerde dedenin ağzından duyduğumher derde deva ve güçte olup carıma (imdadıma) yetişeceğine inandığım ‘’Ya Boz atlı Hızır, ya hazreti Ali, ya on iki imamlar ‘’ diyerek yardım isterdim.
Gazi bu güzel giriş sonrası köyünü ve ilkokul yıllarını anlatır mısın?
Bilindiği gibi Akçadağ Köy enstitüsü kurulmadan önce Hamidiye Kışlası’nda 1938 de ‘’Eğitmen Kursu’’ açılmış. Devamında aynı yerde 1940 yılı temmuz ayında Akçadağ Köy Enstitüsü açılmış. Burada açılan Eğitmen Kursuna askerliğini başarıyla tamamlayan çavuş ve onbaşılar alınırmış.Onlar 6 aylık kurs sonucu köylerde ilk üç sınıfı okutmak için eğitmen- öğretmen olarak görev yaparlarmış.
İşte bu kursa katılanlardan biri olan köylümüz Battal Aksoy da eğitmen olarak köyümüze gönderilmiş. Okul binası olarak yukarı mahallede bir toprak damda eğitim vermiştir. Kürtçe konuşmaktan başka hiç Türkçe bilmeyen birçok köylümüz bu vesile ile Türkçe okumayı sökmüş, yazmayı da askerde mektubunu yazacak kadar bellemişlerdir. Daha sonra bu okul kapanmıştır. Okumak isteyen birkaç köylü Arguvan’daki okullara gidip eğitim almışlardır. Bu tarihten önceki tüm kuşaklar okul yüzü görme şansını yakalayamamışlardır.
Köyümüzde öğretmen vardı, ancak okul yoktu. Öğretmenin köyde topladığı üstü başı yırtık, doğru dürüst giysisi, ayakkabısı olmayan çocukları toplamış. Önce ahırdan bozma bir toprak damda Türkçe öğrenme derslerine başladık. Sıra, kara tahta, öğretmene masa oturacağı yer,ve elektrikde yoktu. Bazı arkadaşlar evden minder getirmişlerdi. Sınıftaki sobaya da her öğrenci bir adet odun veya annesinin elleri ile yaptığı birer tezek getirmek zorunda idi.
1964-1965 öğretim yılında köylere okul yapılması seferberliği oldu.Bizim köyün payına da ilkokul yapılması düşmüştü artık.
Köylülerimiz bu duruma çok sevinmişlerdi. Köyümüzde yapımına başlayan okulun ve iki lojmanın çevre duvarlarını öğretmen, öğrenci ve köylülerimizin desteği ile tamamlandı..Okulun eksiklikleri Akçadağ İlk Öğretmen Okulu mezunu Ali Sayın ve Erzurum yatılı öğretmen okulundan mezun Museyip Şentürk elleri çatlarcasına çalışarak hep beraber günlerce süren çalışmalar ile tamamlandı.
Öğretmenlerimiz eğitim yerine yabancısı olduğumuz, hiç duymadığımız, günlük hayatta konuştuğumuz anamızın öz dili olan Kürtçeyi bize yasaklamışlardı. Yabancısı olduğumuz ‘’evet veya hayır’’ bile diyemediğimiz yeni bir dil olan Türkçeyi öğrenmeye başladık.
Dili öğrenmemiz için çok sıkı bir yasak uygulandı. Okulda, evde Kürtçe konuşmamız men edildi. Bu uygulamada hem Öğretmenlerimizhem biz öğrenciler olarak çok zorlanmıştık.Zaman açısından da bir yıl gibi bir bedel ödedik.Türkçe dersleri takip edebilecek seviyeye ancak 2.sınıfta gelebildik.
Okulda birkaç kelime Türkçe bilen bir arkadaşın anneannesi Arguvan’ın Türk köylerinden köyümüze gelin gelmişti. Ancak o zamanlar köyde Türkçe bilen ve konuşan olmadığından o gelin de bundan nasibine düşeni almış,Kürtçeyi öğrenmek zorunda kalmıştır.
Türkçe okuma yazma öğrenmenin faydalarını görmeye başlamıştım. Oğlu ya da eşi askerde olan kadınların askerden gelen mektuplarını okumaya başlamıştım. Askerdekilere mektup yazmam için de bana geldiklerini hatırlıyorum.
Adeta köyümüzün bir ferdi gibi davranış gösteren öğretmenlerimizi köylülerimiz el üstünde tutuyordu. Her aile evine misafir etmek için adeta yarışırdı.Yıllar sonra görüştüğüm İlkokul öğretmenimMuseyipŞentürk bize köydeki anılarını anlatırken ‘’Ben yirmi beş yaşında idim, senin seksen yaşındaki Abdul Deden akşamları toplanılan bir eve gittiğimizde önümde ayağa kalkardı. Ben gidip eline ayağına dolanırdım ,yapma diye ,ama o öğretmene duyduğu saygıdan bunu isteyerek yapardı’’ dedi.
Yirmi yıl kadar önce Kadıköy Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine üye olmak için form doldurdum. Oranın başkanı Sabri Özer forma baktı ,benim Malatya Arguvan’lı olduğumu görünce,‘’ben orada müfettişlik yaptım ‘’ demişti. Hemen hatırladım ve kendimi tanıttım.
İlkokul 3.sınııfta iken,‘’siz gelip öğretmenlerimle birlikte bir sınav yapmıştınız’’. Başarılı olduğum için “Bu çocuğun 4.sınıfı okumasına gerek yok 3 ten 5.sınıfa atlasın ‘’ demiştiniz .Bu olayı hatırladığını belirtti.Duygulandık .Ben hemen mübarek elini öptüm. Oda benim boynuma sarılmıştı.Bu müfettiş sayesinde bir yılı felekten çalmıştım.
Akçadağ İlköğretmen Okuluna Giriş öykünü anlatır mısın?
Köyümüzde ve yakın civarda ortaokul yoktu.
Ama arkamda ‘’Yorganımı satıp bu çocuğu okutacağım’’ diyen siyah şalvarlı, burma pala bıyıklı ve sekiz köşe kasketli babam vardı.
Öğretmenlerim babamı yönlendirerek Akçadağ İlk Öğretmen Okulu yatılı sınavına götürmesini söylediler.
Dört yıl sadece bir beyaz bezden yapılmış yakalıkla ve siyah bir önlükle okula gitmiştim. Anam koyun kırpılmalarında görülen izler bırakarak abimle benim gür saçlarımızı yol izleri bırakarak saçımızı makasla keserdi.
Anamın el örgüsü yün hırkayı ve yün çorapları giydim. Babam beni ilk defa göreceğim ışıklı ve çok binalı Malatya’ya götürdü. Sonradan bidon olduğunu anladığım yuvarlak bir tenekenin içine girmiş bir üniformalının, ağzında düdükle el kol hareketleri ile arabalara işaret verdiğini ilk defa görmüş kendi kendime gülmüştüm.
Sonradan Akpınar semti olduğunu öğrendiğim bir yere gittik.Malatya’lılar tahta oturakların üstüne oturmuşlar somun ,üzüm yerüstüne ayranı da iştahla içiyorlardı.
Bu menü Babamla bir lokantada yediğim ilk yemeğim olmuştu.
Akçadağ (eski adı Arga) İlk Öğretmen Okuluna Malatya, Adıyaman, Elazığ ve Tunceli’nin köylerinden çocuklar alınırdı.
Babam beni sınava girmem için bana o zaman çok uzak gelen otuz km mesafedeki öğretmen okuluna Gelen çocuklar güneş yanığı tenleri ile, üstündeki paçavra diyeceğimiz perişan pejmürde giysileri ile birbirlerine benziyorlardı ve kaderleri de birdi.
Başka yerden gelen bir öğretmen ,okulun girişine yakın kayısıların gölgesinde getirip topladığı öğrencilerine bazı sorular soruyordu.Babamla dışarıdan izliyorduk. Öğretmenin sorduğu bir matematik sorusuna kimseden cevap gelmeyince babam bana Kürtçe olarak ‘’ Gazi sen yapabilirmisin ?‘’ dedi.Ben de ‘’çok kolay ‘’dedim ve cevabını verince oradaki öğretmen ‘’ dinime imanıma bu çocuk kazanacak ‘’ dediğini babam gururla anlatırdı. Bana da sınavı kazanacağıma dair bir özgüven gelmişti.
Sınav zamanı okulun önüne gittik. Adı okunan öğrenciler merdivenlerden çıkıp içeri giriyorlardı. Babam dışarıda bahçede kalmıştı. Babama soruların kolay olduğunu ve yaptığımı söylemiştim.
Tekrar köydekiişlerimize başlamıştım.Ama aklım girdiğim sınavın sonucunda idi. Kazanamazsam köydeki amele veya kuzu çobanlığı görevlerime devam edecektim.
Arguvan’da Ptt de yoktu.Arguvan’da köyümüz gibi alevi ve çağdaş ,aydın olma gibi kimliklerinden dolayı, yatırımlardan devletten pek nasibini alamamıştıHalen de bu bakış açısı devam etmektedir.
2005 Yılındaki Arguvan Türkü Festivaline iktidar milletvekillerini de davet etmiştik. Arguvan’daki köy yolları bakımsız ve bozuktu. Cep telefonları çekim alanı dışında kalmıştı. 22 köy muhtarı ve köy dernek başkanlarına imzalatmış olduğum dilekçeyi kendilerine verip çözmeleri için ricada bulunmuştum.
Bu nedenlerden dolayı Arguvan’da Ptt şubesi henüz yoktu. Tümasker mektupları ve gelen yazılar‘’Bakkal Celal Eren adıyla‘’ bu küçük tek katlı bakkal dükkanına gelirdi.Benim yıllarca posta adresim bu ak saçlı, kısa boylu , sempatikrahmetle andığım bu güzel adamın bakkaliyesi olacaktı.İşte yakın köylülerimizden Arguvan’daki bu bakkaliye uğrayanlardan bri köylümüz bir zarf içinde öğretmen okulu sınavını kazananlardan biri olduğum haberini getirmişti. Bu haber üzerine anam evden ayrılacağım diye ağlamış rahmetlik anneannem ‘’sakın üzülme çocuğun öğretmen olması altın bileziğin kolunda olmasıdır’’ deyip ikna etmişti.
Akçadağ İlköğretmen Okulunda ilk İzlenimlerini anlatır mısın?
Şiveleri oldukça farklı olsa da birbirine benzeyen biz köy çocuklarının amacı okulu kazanarak öğretmen olup çobanlıktan, amelelikten kurtulmaktı. Örneğin Adıyaman’ın köylerinden gelen arkadaşlar ‘’geliyom , gidiyom’’ Malatya’lılar ‘’gelimisin, gidimisin’’ derlerdi. Ben Türkçeyi sonradan okulda öğrendiğim için aksanım biraz kaçsa da daha düzgün konuşuyordum.
1967-1968 öğretim yılında Akçadağ Köy Enstitüsünün devamı olan Akçadağ İlk Öğretmen Okuluna gidip kaydımı yaptırdım.Önce benim üç numara saç tıraşım yapıldı. Çoraptan, ayakkabıya, kravattan gömlekten takım elbiseye kadar giydirip kuşattılar.Aynanın karşısına geçince kendimi zor tanımıştım. Tüm giysilerimizin ölçüleri alınarak okul terzihanesinde dikilirdi.
Çoğu okulda üretilen gıdalar olmak üzere yemeklerimiz aşçı Miro tarafından yapılıdı. Öğrencilerin alacağı kalori ve gıdaya göre hazırlanan dört çeşit yemek olurdu. Yemekleri self servisi ile alırdık.Barınmamız dahil kalemden silgiye, kitaplara kadar her şey devlet tarafından karşılanıyor, parasız ve yatılı olarak devletin kesesinden okuyorduk.Evimizde anamızın pişirdiği tenceredeki aşa tüm aile aynı tabağa tahta kaşık sallayarak büyümüştük. Her öğün dörtçeşit yemek yemeyi ,tek başıma ayrı yemeyi, çatal ve bıçak kullanmayı orada görmüştüm.
Anamın alevi inancına göre söylediği “Fatma ananın yüzünün suyu olsun’’ duası ve kazanda ısıttığı, su ile teşttebeni yıkıyordu. Bazen köye yakınağveren denilen bir yamaçtan getirilen kil, bazen yeşil sabunla yıkıyordu. Ben İlk defa hamamı öğretmen okulunda görmüş şaşırmıştım.
Her birimize çarşaf,nevresim ve yastık verilirdi. Belli sürelerde değiştirilirdi. Öğretmenlerimiz ’’ sabah kalktığınızda yatağınızı öyle düzgün yapacaksınız ki ‘’ yirmi beş kuruş atarsak üstünde yuvarlanacak diyorlardı.Böylece yatağımızı düzeltme alışkanlığını kazanmıştık.Nöbetçi öğretmenlerimiz tarafından sabah erken saatlerinde saat 5.30-6.00 gibi bizi kaldırılırdı. Giyinme el yüz yıkamadan sonra, müzik eşliğinde beden eğitimi jimnastik hareketleri yapılırdı.
Günlük program kahvaltı, sabah toplantısı, etüt sonrası dersler başlar, öğle yemeği, dersler ve akşam yemeği, akşam etüdüşeklinde devam ederdi. 21.30 uyku saati idi.Disiplinli bir eğitim öğretim yapılırdı. Ders zili çaldıktan sonra dışarıda sessizlik oluşur, çıt çıkmazdı. Akşam etütleri oldukça sıkı yapılır, başımızda nöbetçi öğretmenler bulunurdu.
Okulda disiplinsizlik yapan veya siyasete meyilli olan bazı arkadaşlar tart, sürgün gibi çeşitli cezalara çarptırılırdı.
Bir arkadaşımız harçlık koparmak için Tunceli’nin bir köyündeki babasına “baba ben okulun penasını kırdım öküzü sat parasını gönder’’ diyerek mektup gönderir. Babası mandolin çalmak için basit bir şey olan penanın anlamını bilmediğinden, üzüntü içinde çıkar okula gelir, müdüre çıkıp olayı sorunca çocuğun niyeti anlaşılmış olur. Akçadağ İlk Öğretmen Okulu’nda müzik eşliğinde öğrencilerin geldikleri bölgelere ait Tamzara, Üçayak, Dikhava, Delilo, Tekayak gibi oyunlar oynanırdı.
Öğretmenlerinizi ve okul yönetimini anlatır mısın?
Akçadağ İlk Öğretmen Okulunda 37 si bayan 178 i erkek olmak üzere toplam 215 öğretmen çalışmıştır. Her biri bir cihan parçası, zeki, konulara hakim, öğrencilerle iletişimi, eğitim ve öğretim metotlarını geliştirmiş, bilgi, tecrübe ve donanımları bakımından normal liselerdekilerden farklı, branşlarında özel kişilerdi..
Örneğin Gülfidan Tece gibi edebiyat öğretmenimizderse bir kucak kitapla gelirdi. Sınıfa gelip hem dersi anlatır, hem de Yunus’tan, Karacaoğlan’dan , çağdaş şairlerden güzel sesi ile şiirler okurdu. Şiiri ve kitap okumayı bize sevmeyi aşılardı. Yerli ve yabancı yazarların bir romanını vererek, okuyup özetini çıkarmamızı isterdi. Kitap elden ele dolaşıp çok okunduğundan kitabın şişmanladığını , adeta hacminin üç katına çıktığını görür hayrete düşerdim. Böylelikle bize kitap okuma alışkanlığını kazanmamızı sağlar ve özendirirdi. Nitekim ben şiir yazma alışkanlığını bize şiiri, okumayı sevdiren öğretmen okulundaki öğretmenlerimden öğrendim. Arguvan’da ayda bir çıkan Arguvan’ın Sesi gazetesine şiirlerimi gönderir yayın yönetmeni dava vekili Celal Şahbazoğlu yayınlanırdı.Öğretmenlerimizin büyük çoğunluğunun daha sonra seçilerek gittiğim Yüksek Öğretmen Okulu mezunu öğretmenlerimiz olduğunu çok sonradan öğrenecektim.
Matematik öğretmenimiz Emrullah Kaplan’ın branşında bize vermiş olduğu temelden dolayı ODTÜ’deki öğrencilik yıllarımda zorluk çekmedim.
İş derslerindeki odun yığınlarından seçmiş olduğumuz şekilsiz kütüklerden işleyerek, yontarak, cilalayarak güzel bir şekil biçim bazen bir insan veya hayvan figürü elde ediyorduk. Bu idealist öğretmenlerimiz de Anadolu’nun ücra köylerinden gelmiş biz ham ve yontulmamış çocukları ,ülkesineyararlı, ilim irfan sahibi, üretken birer birey olarak yetiştiriyorlardı. Normal lisedeki eğitimden çok farklı idi bizlere verilen eğitimdi.
Akçadağ’da sanat eğitimi süreçlerini anlatır mısın?
Hiçbir söz hiçbir marş veya türkü bu yeniden yeni bir insan yaratma projesini anlatmaya kafi gelmez. Her öğrencinin müzik dersinde ya flüt ya da mandolin çalması gerekiyordu. Ben hiç görmediğim bu aleti biraz da köylerimizde hemen her evin duvarına asılı olan saza benzettiğim için mandolini tercih etmiştim. Gerek İş- Resim derslerinde, gerek müzik veya beden eğitimi derslerinde maharetli ve kabiliyetli arkadaşlar, hocalarımız tarafından ortaya çıkarılır ve çeşitli etkinliklerde yer alırlardı.
Akçadağdaki sportif etkinlikler nasıldı?
Malatya’daki okullar arası spor müsabakalarında genellikle okulumuz her dalda birinci olurdu. Okulumuzun idare binasındaki vitrinler güreş, futbol, atletizm gibi yarışlardan alınan başarılardan dolayı kupalarla, plaketlerle doldurulmuştu.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramına beden eğitimiöğretmenimiz ,disiplini ve katı kuralları ile namlı şanlı Mehmet Yıldırım namı diğer Çomo’nun önderliğinde en az bir ay önceden futbol sahasında spor hareketlerine başlardık. Belki hasta, sakatlar hariç tüm okul öğrenciler katılırdı. Bu hareketler flütler, mandolinler, akordiyonlar eşliğinde tek veya gruplar halinde hareketler yapılır, halaylar çekilirdi.
19 Mayıs sabahı otobüslerle Malatya’daki tarihi binaya, Gazi İlkokuluna gider elbiselerimizi çıkarır, gıcır beyaz spor ayakkabıyı, ve okul terzihanesinde dikilen mavi şortu giyer yaya olarak İnönü Stadyumuna varırdık.Bayraklar önde,akordion davul sesleri ile girerdik
Malatya ahalisi ayağa kalkar bizi alkışlardı .Biz de gençliğin verdiği heyecan ile adeta zaferden dönen askerler gibi hissederdik kendimizi.Mustafa Kemal’in bize armağan ettiği gençlik bayramımızı gururla saha içine yürür yerimizi alırdık.
Her yıl olduğu gibi birinci olacağız duygusu ile hareketlere başlar; sahadaki kumların nazlı ,nazik ve tıfıl dizlerimizi kanatmasına bakmadan çeşitli jimnastik hareketlerimizi yapar, herkesin takdirini alırdık.
Aldığımız eğitim gereğiyoksul, yoksun ve geri bırakılmış toprak ağalarının hüküm sürdüğü, dini hurafelerle kız çocuklarının okula gönderilmediği köylerimize dönüp onları aydınlatacaktık. Amacımız Cumhuriyeti kollayıp, koruyacak olan gençliğin azmi ve dinamizmini ile adeta bu gösterilerde dosta düşmana kendimizi kanıtlayacaktık. Kökenlerimizi ve farklılıklarımızı zenginlik olarak görüp ve bir tarafa atmış kenetlenmiş civanmert bir gençlik olarak bir bayram havasında kutlardık.
Sahada oynanan oyun havaları, ahalinin de bildiği geldiğimiz Malatya, Elazığ , Adıyaman ve Tunceli yörelerine ait halk oyunları ile şenliğe çevrilirdi.
Akçadağ’daki tarımsal faaliyetleri anlatır mısınız?
Okulun geniş arazisi içinde tavuk, büyük baş hayvan çiftliği , o topraklarda uygun kayısı, elma ,dut ağaçları Köy Enstitüsü zamanından beri berdevam eden tarımsal faaliyetlerdi. Tarım dersinde sıcak yastıklar dediğimiz şimdi ki modern sera ta o zamanlar öğretmenlerimizin önderliğinde öğrenciler tarafından uygulanırdı.
Sıcak yastık tarlalarından sınıf arkadaşlarımla toplayıp getirip yemekhanede tüm öğrencilere yemek yapıldığını,ellerimiz ile toplayıp getirdiğimiz için o duyduğum sevinci hiç unutamıyorum.
Tarımcı Hacı Erdoğdu öğretmenimiz oldukça toleranslı davranarak tarlalarda özgür olmamızın hoşgörü ortamını sağlardı. Bazı arkadaşlarımız muziplik yaparak belki de duyacak şekilde ‘’ hacı fışfış’’ der o duymazlıktan gelir kendi öz çocukları gibi bakıp gülüşmelere müsamaha ederdi.
İş dersinde öğretmenlerimiz belki de kitaplara sevginin kazandırılması ve uzun ömürlü olması gibi nedenlerden dolayı, kitap kapaklarını kimimiz kalın karton kimimiz deri ile kaplamayı öğretmişlerdi. Zengin kütüphanemizde bulunan çoğu klasik onlarca kara ciltli kitap belki de bizden önceki kuşaklar tarafından ciltlenmişti. Kütüphanede 2.800 den fazla kitap olduğu söylenmekteydi.
Müzik derslerini anlatır mısın?
Müzik öğretmenleri ve o yörenin öğrencileri ile birlikte öğretmen okulunun gelmiş oldukları 4 vilayete bağlı ( Malatya, Elazığ, Adıyaman, Tunceli) ilçe ve köylere giderek unutulmaya yüz tutmuş o yörenin oyun havaları, türkülerini derleyerek araştırma yapmışlar ve okulda türküler eşliğinde halaylarla yaşanmasına katkı sunmuşlardır. Ben böyle bir çalışmanın varlığından 1. Arguvan Türkü Festivali komitesinde görevli olarak ve yapılacak hazırlıklar ile ilgili gittiğim Arguvan’daki yaşlı amcalardan bazı eğitimcilerin gelip köyleri dolaştığını Arguvan Türkülerini derleyip yazdıklarını söylediği için Köy Enstitüleri ile bir kez daha gurur duymuştum.
Akçadağ Köyleri ve İlköğretmen Okulu İlişkileri hakkında ne söyleyebilirsin?
Akçadağ’ın Karapınar köyünde ilk kurucu müdürünün Şinasi Tamer ve Şerif Tekben’nin olduğu Akçadağ Köy Enstitüsünün üzerine kurulmuş olan ve devamı niteliğindeki Akçadağ İlk Öğretmen Okulu bulunduğu çevreye eğitim, kültürel ,sosyal ve ekonomik bakımından çok yararları olmuştur.
Akçadağ İlk Öğretmen Okulu maddi sıkıntıdan ve okulsuzluktan dolayı okuma olanağı bulamayan zeki, yetenekli yoksul köy çocuklarını seçip alarak 20 yılda 2548 mezun vermiş olup bu öğretmenler gittikleri köylere cahil bırakılmış köylülere okuma yazma öğretmişlerdir. Böylece okuma yazma oranının yükselmesine katkıda bulunmuşlardır..
Okula yakın köylüler, okulun çeşitli kademelerindeki işlerde çalışmışlar, evlerini gündüzlü öğrencilere kiraya vermişler, öğrencilerbakkalardan alışveriş yapmışlar ,kendilerine iş olanakları sağlanıp, okulda yapılan tarım tekniklerini öğrenerek ekmeklerini kazanacakları bir kapı olmuştur.
Yüksek Öğretmen Okulları o dönemlerde öğretmen okulu öğrencileri için yüksek öğretime açılan aydınlık bir kapıydı. Bu konuda neler söyleyeceksin?
Yüksek Öğretmen Okulu düşüncesi belki dünyada eşi benzeri olmayan bir eğitim anlayışı idi.
Her yıl tüm ilköğretmen okullarından 5.ci sınıf öğrencileri arasından notları yüksek olanlar, öğretmenler kurulu kararı ileseçilen başarılıöğrenciler Yüksek Öğretmen Okuluna öğrenci gönderiliyordu.
Ben ve okuldaki notları yüksek bazı arkadaşlar Akçadağ İlk Öğretmen okulunda 5.sınıfı okuduktan sonra öğretmenler kurulu kararı ile Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilmek üzere seçilmiştik. Seçilen öğrenciler Adana’ya gönderilerek 02.07.1972 tarihinde ikinci bir sınava tabi tutulmuştuk.Orada da sınavı başarılı olanlar içerisine girdim ve Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna gitme hakkını elde ettim.
Seninle aynı yılda 1972-1973hazırlık okulu ( bizleri üniversiteye hazırlayan okul) dönemindeher biri branşında tecrübeli ve başarılı öğretmenlerin tornasından geçerek hazırlık sınıfını bitirdim. Okulda İngilizce, Almanca, Fransızca dan gelen öğrenciler ayrı sınıflarda toplayıp eğitim veriliyordu
İlk Öğretmen Okulundan seçilip Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilenler bir yıl hazırlık döneminden geçiriliyordu. Sonra yılsonu yapılan sınav sonucu belirleyici olmak koşulu ile kabiliyetlerine göre Fen, Yabancı Dil ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerinde yine devlet eli ile yatılı okutup üniversiteyi bitiriyorlardı.
Yüksek Öğretmen Okulunda yapılan yılsonu sınavında öğrencilerin aldıkları notlara ve branşagöre sıra ile Ankara, İstanbul ve İzmir’deki Fen Fakültesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültelerine gönderiliyordu. Eşit ağırlıklı puan alanlara Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hukuk ve Filolojiye gidiyorlardı.
Diğer büyük çoğunluk ise Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Fen Fakültelerinde devletin yurtlarında kalarak yatılı olarak eğitim görüp lise öğretmeni olarak genellikle geldikleri veya diğer ilk öğretmen okullarına tayin olurlardı.
Bu zeki, branşlarında başarılı mezun öğretmenlerin senin gibi bir kısmı üniversitede asistan olarak kalıp doktora yapıyor ve Akademisyen olarak üniversitelerde yüksek öğretmen hazırlıktan gelenlere ders veriyordu.
Yüksek Öğretmen Okulunu bitirmişsenin gibi ülkeye hizmet veren onlarcası da öğretim üyesi akademisyen olarak çeşitli üniversitelerde profesör unvanı altında dekan, bölüm başkanı olarak hizmet sunmaktadırlar.
Hikayemde de anlattığım gibi benim gibi bazı arkadaşlar da üniversite sınavlarına girerek farklı branşlarda okuyup meslek edinmişlerdir. İşte bu sıralamada benim kaderime devletin kesesinden ve parasız yatılı olarak İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü çıkınca gidip kayıdımı yaptırdım.Fakat o zamanki düşünceme göre zaten İlkokul Öğretmeni olmuştum burada 4 yıl daha okuyup matematik Öğretmeni olacaktım.
Ben mühendis olmak istiyordum.Üniversiteler arası sınava girip 1.tercihim olan ODTÜ İnşaat mühendisliği bölümünü kazanarak ve her yeni okula başladığım gibi yeni bir dil öğrenerek, İngilizce eğitim veren okulu, boykotlarla,o dönemin getirdiği tüm gençlik olaylarını yaşayarak 1981 yılında mezun oldum.Bu arada Üniversiteler arası girdiğim sınav sonuçlarını beklerken Akçadağ İlk öğretmen Okuluma tekrar rücu edip okul içindeki uygulama ilkokulunda kısa bir ara öğretmenlik yaparak yazı ekinde sunduğum öğretmenlik diplomamı da kimseden saklamadan sunuyorum!
Akçadağ Köy Enstitüsünün devamı olan Akçadağ İlk öğretmen Okulunda okuma olanağı bulmasaydım köyümde herkesin yapabildiği bir çoban veya amele olacaktım. Yukarıda anlatmaya çalıştığım hasbelkader faaliyetleri yapamayacaktım ve belki kuzulara olurdu ama insanlara bir faydam olmayacaktı.
İşte ben tüm bunları Akçadağ İlk Öğretmen Okulunda aldığım eğitime borçluyum.
2013 yılında Akçadağ İlk Öğretmen Okulu binalarının depreme Dayanıklı olup olmadığına dair bir ihaleden haberdar oldum. Malatya’ya gidip ihaleye girdim. Sadece masrafları kurtaracak şekilde bir teklif verdim.
Bu okulda okuduğum için öğrencilerin olası depremde bir sorun yaşamamalarını da düşünerek diğer ihaleye katılanların çok fazla tenzilat yaparak işi aldım.
Orada teşkil eden ihale heyetinden söz istedim ve ayağa kalktım, itiraz edeceğimi düşünen heyete; ‘’Ben bu incelemesi yapılacak binalarda 5 yıl okudum, ayakkabıyı, gömleği, kravatı, takım elbiseyi ve 4 çeşit yemeği ilk defa bu okulda gördüm, bu okula ve devlete vefa borcumu ödemek için bu düşük fiyatla aldım’’ deyince ciddiyetle dinleyen heyeti bir tatlı gülümseme tutmuştu.
Binaları incelemek üzere bence o kutsal saydığım toprağa vardım!
Burası bizim için kutsaldı. Çünkü benimle kaderleri aynı, dar gelirli ailelerden gelen ,eğitim fırsatı bulamayan köy çocuklarını tüm civanmertleri,yoksul, yoksun, geri bırakılmış, çarık giyilen perişan köyümden alıp adeta bir taştan kehribar, odun kütüğünden sanat eseri , kilime nakışişler gibi bizimeğitildiğimiz yerdi.
Malatya’dan çıkıp öğrenciliğimde çok uzakta bellediğim yaklaşık 30 km uzaklıktaki Adıyaman–Okul yol ayrımına geldiğimde, ruhum büyük bir heyecana gark oldu. Boş zamanlarımızda ,kimimizin gruplar halinde, bazen okuldan tren istasyonuna, bazen de bu yol ayrımına sohbet ederek tur atmalarımız gözümde bir film şeridi gibi canlandı.
Biraz daha ilerleyince, heyhat, tarım dersleri yaptığımız, öğretmenimiz Mehmet Kara’nın Köy Enstitüsü zamanında imece usulü ile öğrencilerin göz nuru ,emeği ile büyüttüğü adeta bize hevsel bahçelerini andıran ,o sıcak yastık seraları, üzüm bağı, elma ,kayısıların tarümar ve kaderine terk edildiğini gördüm .Nedenininöğretmen okulunun düz liseye çevrilmesinden dolayı olabileceğini derakap anladım.
Eğitim ve öğretimin de olduğu okul girişindeki anabinanın zemin katında hem sınıflar hem de yöneticilerin odaları vardı.Binanın altı da yemekhane ve mutfak idi. Okul müdürümüzün, yardımcılarının ve öğretmenlerimizin odası burada idi.
İdare binasının mermerden giriş merdivenleri ve sahanlığının olduğu geniş alan hafta sonu ve hafta başı bayrak töreni yapılan bir alandı. Müdürümüz adeta balkon konuşması yaparak gerekli talimatları verir ve uyarılarda bulunurdu. Ödül alan arkadaşlar ödüllendirilirdi.O günlere saygının gereği olarak arabayı o geniş alana park etmeyip sağda başka bir yere bıraktım. Okul müdürünün yanına gittim.
Sevgili Gazi son olarak Akçadağ ile ilgili önerilerin nedir?
Sit alanı olarak ilan edilmiş bu devasa arazide bir devrin, devranın sürdüğü, binlerce köy çocuğunun cahil Anadolu köylüsünün carına (imdadına) aydınlatmak için bir güneş gibi başlarına doğduğu ,öğretmenlerin, yazarların ,aydın bir köy kuşağının yetiştiği bir yerdir.
Okul arazisiranta dönük bir yapılaşma yapılarak peşkeş çekilmemelidir.Arazi sadece Eğitim Amaçlı olarak kullanmalıdır.Mevcut binalardan çeşme, hamam, havuz gibi tarihi dokusu olan yerlerin aslına bağlı kalarak restorasyonları yapılmalıdır.
Okulda bir müze oluşturularak matbaası, piyanosu, kullanılan ve okulun demirbaşları olan her türlü dosyalar, defterler, belgeler, kütüphanedeki kitaplar arşivlenmeli halkın ve öğretmenlerin, mezunların ziyaret edeceği bir yer haline getirilmelidir.
Sit alanı olarak belirlenmiş arazinin bu şekilde korunarak, araziyi eğitim öğretim amacı ile çok düşük fiyatla enstitüye istimlak ettiren 3 köyden, Malatya’daki duyarlı sivil toplum örgütlerinden, öğretmenlerden ve mezunlardan temsilciler alınarak bir komisyon seçilmelidir.
İnönü Üniversitesinin YÖK’e başvurarak bu araziye bir Ziraat Fakültesi kurulması yönündeki çalışmaları devam etmektedir. Bağış koşulu olarak arazinin ‘’Eğitim Amacı dışında kullanılmaması şartı’’vardır.Mülkiyeti MEB’e ait Söz konusu arazinin Akçadağ ilçe sınırlarının dışında bulunan Yeşilyurt Belediyesine Tarım Arazisi amaçlı devri yapılacağı çalışmaları vardır. Yukarıda belirtmiş olduğum Komisyon bu duruma itirazlarını yapmalıdır.
Bu komisyon teşkilini ve yürütmesini Malatya’da kurulmuş olan YKED(Yeniden Köy Enstitüleri Derneği) temsilciliği üstlenmelidir. Seçilecek komisyon kamu oyu oluşturarak basın araçları yolu ile hem arazinin ranta dönük peşkeş çekilmemesi ve yerine eğitim öğretim sağlayacak binaların dışında hiçbir yapılaşmanın olmaması için çalışmalıdır.
Komisyon YKED genel başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş önderliğinde Malatya’daki Üniversitelerin yöneticileri, belediye, valilik gibi tüm resmi ve sivil kurum temsilcilerinin katılacağı bir konferans yapılarak; viran olmuş Akçadağ Öğretmen Okulu ve büyük milli servet teşkil eden binlerce dönümlük arazinin atıl kalmasının zararlarını anlatıp ilgilileri bilgilendirilerek soruna çözümler getirilmesi istenmeli ve aranmalıdır.
Çözüm önerisi olarak Akçadağ ve diğer Köy Enstitüsü yerine çağımızın, uygarlığın, bilimin rehberliğinde dünyadaki bu sisteme benzer (örneğin Finlandiya’dauygulanan model)önceki Köy Enstitülerinin işleyişlerinden de ders alınarak ; insanlarımızın ihtiyaçlarına ve günün şartlarına göre projelendirilmiş çağdaş-modern Köy Enstitülerine benzer eğitim kurumlarının kurulması düşünce ve kanaatindeyim.
Bu düşünceyi gerçekleştirmek için YKED bir bilim kurulu oluşturarak ,bu düşünceye uygun projeler geliştirerek merkezi iktidara ve Milli Eğitim Bakanlığına resmi olarak sunmalıdır düşüncesindeyim.
Bu vesile ile köy enstitülerini kapatanları kınarken;
Köy enstitülerini ön ayak olup kurarak bu millete en büyük iyiliği yaptığını düşündüğüm Hasan-Ali Yücel’e, İsmail Hakkı Tonguç’a, Akçadağ Köy enstitüsünü adeta yaratan kuran müdür Şerif Tekben’eteşekkür ederim.
Kölesi olmak için bize bir harf değil tüm alfabedeki 29 harfi öğreten ilk okul öğretmenlerim Alİ Ekber Sayın ve Museyip Şentürk’e, öğretmen okulunda beni okutan saygıdeğer tüm öğretmenlerime, Yüksek Öğretmen Okulundaki ve ODTÜ’deki deki tüm hocalarıma, teşekkür ederim.
‘’Yorganımı satıp seni okutacağım ‘’ diyen babama, bana üşürsün diyerek yün çorap ve kazak ören anama teşekkür ederim.
Akçadağ İlk Öğretmen Okulu ile kendimi özdeşleştirerek biraz da yaşam öykümü ifade etme şansını yakalamama vesile olan ve Köy Enstitülerinin günümüz şartlarına göre yeniden kurulması için adeta kendini paralayan, bu amaç için Türkiye’yi dört köşe üç bucak fır dönen, bu geminin kaptanı arkadaşım Prof .Dr.Kemal Kocabaş’a teşekkür ederim.
Terkialemeden öğretmenlerime rahmet, kalanlara sağlık, Cumhuriyetin ve Mustafa Kemal’in hedefleri ve amaçları olan aydınlık ve çağdaş uygarlık seviyesini kazanmış bir Türkiye’de mutluluk içinde geçecek uzun yıllar dilerim.
Gazi Duvarcı
İnşaat mühendisi
E.mail: [email protected]