Hatice Eroğlu Akdoğan
HALK ŞAİRİ SATI GÖKSU YOLDAŞ’IN HAYAT VE ŞİİR İZEĞİ
Yakın geçmişe kadar edebiyatın şiir gibi önemli bir dalında kadınların kendilerini içtenlikle var etmesi ve görünür kılması çeşitli zorluklar içermekteydi. Ağırlıkla kent toplumu haline geldiğimiz bir dönemde kadınlar eğitim süreci ve çalışma yaşamına dahil olma, erkeğin iznine bağlı kalmadan günlük faaliyetini programlama ve uygulama gibi yaşam haklarına ve iradesine sahip de oldular. Bu noktada kadınlar hem günü ve geleceğini planlarken kendi kuşağından önceki kadınların yaşadığı zorlukları da ifade ederek kadının gizli kalmış, görünmeyen bir takım çabalarına da işaret etme becerisini gösterdi. Biz buna bütünüyle birbirine eklemlenmiş olsun ya da olmasın kadın hareketi diyebiliriz. Yani kadın hareketi bir bakıma, kadının toplumsal, ekonomik ve siyasal olarak erkek egemen güç tarafından ezilmesinin önüne geçme eylemidir.
Buradan hareketle geleceğimiz nokta geleneksel halk şiiri içinde kendini sonradan var edip iki binden fazla şiire imza atan şair (ozan) Satı Göksu Yoldaş’tan bahsetmek olacaktır.
Satı Göksu 1948 yılında Arguvan’ın A.Sülmenli Köyü’nde dünyaya gelir. Satı’dan önce doğan annesinin çocukları yaşayamadan ölmüştür. O nedenle aile, Satı yaşasın diye doğar doğmaz Mıroğlar Köyü’nde yaşayan anneannesinin yanına verilir. Satı anneannesi ve kendisiyle aynı adı taşıyan teyzesi tarafından şımartılarak büyütülür. Artık Satı’nın yaşıyor olması İsmail-Sultan Göksu ailesi için uğur sayılır. Adaklar eşliğinde yapılan ziyaretlerle ailede çocuklarının yaşayacağı inancı pekişir. Satı’dan sonra doğan iki erkek kardeşi de hayata tutunur. Ayrıca Satı’nın babasının ilk eşinden bir ablası ve bir de abisi bulunmaktadır.
Satı Göksu ufak tefek yapısıyla çok becerikli ve çalışkan bir kızdır ki elektriği suyu olmayıp ilkel usullerle tarımın yapıldığı dönemin köylerinde başka kız çocukları gibi Satı’ya da su taşımak, ot toplamak, tezek yapmak, buğday taşımak, ekin biçmek, harman kaldırmak, aşlık hazırlamak gibi çok fazla iş düşer. Hatta Satı küçük yaşında bir adım daha ileri giderek menenjit geçirdiği için işitemez hale gelen abisi Emir’le birlikte bazen Arguvan’a bazen de Malatya’ya yumurta, yoğurt gibi köy ürünlerinden satmaya gider ve sattıklarıyla ailesinin gaz, tuz, basma, lastik ayakkabı gibi temel ihtiyaçlarını almaya çalışır. Abisi Emir okula gitmiş ve okuma yazmayı öğrenmiştir. Satı abisinin yardımıyla okuma yazmanın mucizevî gücünü keşfetmiş ve bir an önce okula gitmek için de yanıp tutuşmaktadır. Nitekim okula başlar da. Okula gitmek için lastik bir ayakkabıya sahip olmak gibi defter kalem sahibi olmak da çok zordur. Ama ‘50’li yılların köyünde bir kız çocuğu için ahırın ve tarlanın işlerini bitirmek öncelikli olduğu için Satı Göksu derse hep geç gider ve öğretmenden azar işitir. Ne zaman ki öğretmen ailenin daveti üzerine bir gün evlerine misafir olur, o zaman işlerinin yoğunluğundan dolayı eve gecikerek dönen Satı’nın halini daha iyi anlar.
Zorluklar Arasında Geleceğe Biriktirilenler
Satı’nın ailede önemli bir avantajı babasının zakirlik yapıyor olmasıdır. Zakir[1] İsmail Göksu köyde dedelere zakirlik yapmasının dışında başka köylere de sazıyla yolculuk yapar. Zakirlik yaptığı yerlere giderken bazen kızı Satı’yı da beraberinde götürür. Zakire gösterilen ilgi ve hürmet aynı şekilde onun çocuğuna da gösterilir. Satı saz ve sazın eşliğinde sürdürülen muhabbet ortamından da farklı biçimde beslenir. Çocuklarına aktardığı bir anısında babasıyla gittiği bir köyde ilk defa sofrada metal kaşık gördüğünü ama kendisinin eline metal kaşık değil de ağaç kaşık tutuşturulduğu için ağladığını; bunun üzerine ev sahiplerinin metal kaşıkla yemeği üzerine dökeceği endişesiyle ağaç kaşık verdiklerini söyleyip kendisini ikna etmeye çabaladıklarını belirtmiştir.
Satı işlerden dolayı derslere geç katılsa da okulda gayretli ve başarılı biridir. Okumayı çok sever. İlkokul bittiğinde ortaokula gitmeye can atar ama köyde ortaokul olmadığı gibi Arguvan’daki ortaokula günübirlik gidip gelmesi zor ve ona her gün birinin eşlik etmesi de imkânsızdır. Oysa Satı bitirme sınavlarını başarıyla geçmiştir de. Okuma hayali içinde kalır. Bir küçüğü erkek kardeşinin ilkokuldan sonra okuması için Malatya’da ev tutulur. Ablası Satı da onunla Malatya’ya gönderilir ama okumak için değil kardeşinin yemeğini, temizliğini yapmak içindir. Bu aşamadan sonra da Satı’nın okuma umudu tamamen söner. Almanya’nın ülkemizden işçi almaya başladığı yıllarda Satı da başvuru yapar. Kontrollerden geçer. Uçak bileti de hazırdır. Almanya düşü de yüzüstü kalır; çünkü babası son anda onu Almanya’ya göndermekten vazgeçmiştir.
Tüm bu hayat gailesi arasında Satı babasının sazından da sözünden de etkilenmiştir. Babasına öykünerek hatta onun yardımıyla saz çalmayı öğrenmeye başlar. Şiirlerinin olması ve kendi şiirlerini de çalıp söylemesi dolayısıyla Zakir İsmail’in yöre kültürü içinde belli bir ünü ve yeri vardır. ‘60’lı yılların sonu gibi halk kültürü çalışması için Almanya’dan gelen bir ekip İsmail Göksu ile de görüşür. Bu çalışmaya dayalı olarak Ursula Reinhard’ın hazırladığı “Türk Aşık ve Şairler” adlı kitapta ona da fotoğraflı biçimde yer verilir.
Yine Şah Turna ve Mahsuni Şerif, 1970’li yılların başında A.Sülmenli köyüne geldiğinde de İsmail Göksu’nun evini ziyaret eder ve onun sazını sözünü dinlerler. Saza ve şiire meyleden Satı’da öğrendiği kadarıyla onlara saz çalarak gayretini ifade eder. Satı’nın saz çalmasına babası ne kadar önayak olmaya çalışsa da köylülerinin o zamandan kalan tanıklığına göre kendi küçüğü erkek kardeşi karşıdır. Misafirler evden ayrıldıktan sonra kardeşi ablasına “bir daha saz çaldığını görürsem başında kırarım” diye tehditte bulunur. Satı Göksu da bu olaydan sonra sazı eline almaya bir daha cesaret edemez.
Kırılmış bir gönül kırılmış bir sazdan çok daha paramparça demektir. Ona engel olan kardeşi günümüzde saz çalan biri iken Satı’nın saz ve söz defteri orada kapanır. Satı Göksu, 1973’te Sivas’a gelin edilir. Kocası eşini kaybetmiş üç çocuklu olan Kemal Yoldaş’tır. Satı Göksu Yoldaş’ın evliliğinin sorumluluğu yeni doğan çocukları ve eşinin ailesi etrafında çok fazladır. 1979 yılında Sivas’tan İstanbul’a taşınırlar. Çocukların yetiştirilmesi ve iyi bir eğitim alması için Satı Yoldaş büyük çaba gösterir. Satı Yoldaş, ilgili olsun olmasın elde ettiği her kitabı çocukları yararlansın diye eve getirir. Çocukları daha ilkokuldayken onları şiir yazmaya özendirir. İçinde uhde kalan şeylerin çocuklarının gözlerinde parıltıya dönüşmesi için anne olarak büyük gayret gösterir.
Gün Yüzüne Çıkan Şiirlerinin Rüzgarıyla
Satı Yoldaş’ın eşi Kemal Yoldaş 1993’te siroz nedeniyle vefat eder. Bundan iki yıl sonra da ailenin başına çok talihsiz bir kaza gelir. Küçük oğlu İsmail Yoldaş’ın’in 20 Mayıs 1994 tarihinde okulda bir kavga sırasında arkadaşının uyguladığı şiddet sonucu boynu kırılır. Çok uzun zamana yayılan tedaviyle birlikte Satı Yoldaş, okula gidiş gelişlerinde oğluna eşlik etmeye başlar. Annenin zor bir süreç atlattığını fark eden öğretmenler velilerine okul içinde oturup bekleyeceği yer sağlar. Satı Yoldaş, oğlunun derslerinin bitmesini beklediği o zamanlarda eskiden beri içinde mayalanan şiir gücünü de kağıda dökerek açığa vurur. Yazdığı şiirleri çevresiyle paylaşır. Şiir yazdığını fark eden bir öğretmen ona cesaret vererek şiir çabasını ısrarla sürdürmesini salık verir.
Öğretmenin tavsiyesi bir yana zaten Satı Yoldaş’ın kalemi gittikçe daha çok açılır. Her boş anında, her boş bulduğu bir kağıda; bir gazete kenarı, bir defter boşluğuna dizelerini düşer. Esin perisi her an her yerde Satı Yoldaş’ın yakasındadır. Şiirlerinin sayısının çokluğu kadar konusunun çeşitli oluşu da önemlidir. Hayatındaki her sorun, her konu ve her kişi onun şiir atmosferindedir. Bir kuşun ötüşü de, hastane kuyruğunda zorlu bekleyişi de. Yeni tanıştığı ya da yüz yüze geldiği biri de buna dahildir. Sohbet ettiği bir kişinin o esnanda içini, içinden geçeni okurcasına resmini çizer gibi hemen şiirini yazar. Satı Yoldaş için bir ipucu, bir ayrıntı onun kalemine açılan bir pencereye dönüşür.
Şiir için kağıt bulmak önemlidir elbet ve aynı zamanda Satı Yoldaş’ın şiiri yazan kaleme de ayrı bir tutkunluğu vardır. Birinin elinde, önünde gördüğü her kaleme gönül koyar ve rica ederek mümkünse o kalemi alır. Çocukluğunu cemlerde geçirmiş inançlı biri olan Satı Ozan her ayrı kalemde, şiir için ayrı bir sihir gizliyiymişçesine kalemini işe koyar. Maniler yazar, hemen her konuda 8’li ve 11’li hece ölçüsüyle, ses ve ahenge, konu bütünlüğüne de dikkat ederek koşma biçiminde şiirler yazar. Şairlerin Kadıköy’de Üsküdar’da örgütlendiği derneklere ulaşır. Başka şairlerle tanışır, söyleşir; tavsiyelerine kulak verir. Yazdığı şiirlerden doğaçlama bir teknikle beste yapar. Böylelikle İstanbul’a gelişinden uzun yıllar sonra kendisine farklı nitelikte bir çevre edinir. Birleşmiş Şairler Yazarlar ve Bestekârlar Derneğine üye olur. Derneğin yönetiminde görev alır. 2002 yılında dernekteki arkadaşlarının da editörlük desteğiyle “Anadolu Kadını” adıyla ilk şiir kitabını çıkarır. Şiirleriyle çeşitli antolojilerde de yer almaya başladığı gibi çeşitli dergi ve radyo kanallarında da yayımlanır. 2000 Yılı Atatürk Türkiye’si Şairler Antolojisi için seçilen şiirlerden biri Satı Yoldaş’ın “Gül Tohumu” ve “Ben de İnsanım” “Başöğretmen Atatürk” adlı şiiridir.
Gül Tohumu şiirinden: ”Gülün tohumunu pazardan aldım/Yavrularım gitti yalanız kaldım/Kalemi kağıdı elime aldım/Ben yavrumu gurbet ele yolladım.”
Şair-Yazar ve Bestekarlar Derneği’nin “2001 Şiir Antolojisi”nde de kısa hayat hikayesi yanında “Misafir Dünya” “Allı Turna Bizim Ele Gel” “Sevdalım” “Dertli Bülbül” şiirleriyle yer almaktadır.
Sevdalım şiirinden: “Aydan da aydındır senin yüzlerin/Balının kaymaktan tatlı dillerin/Has bahçede öten o bülbüllerin/Sevdalıdan beter oldum güzelim”
Kartal Cemevi çevresinde yer alan Dedelerden biri şiirlerinden beste yapma isteğini belirtir. Benzer talep başkalarından da gelir. Satı Yoldaş onca yaş ve yaşam tecrübesiyle aileden saygınlık edineceği düşüncesiyle kendisine saz çalmayı yasaklayan kardeşine başvurarak “şiirlerimi bestelemek için istiyorlar ne dersin?” diye sorar. Bunu tesadüf eseri karşılaştığım Maltepe’de “Adana’daki gardaşıma sordum” diye kendisi anlatmıştı. Kardeşinin yanıtı ise on yıllar öncesinde onun bağlama çalması karşısında verdiği tepkiden farksızdır: “Dizini kır, git evinde otur!”
Satı Yoldaş Şair-Ozan ve Yazarlar Derneği tarafından 1999’da düzenlenen yarışmada “Takdirname” ile onurlandırılmıştır. Aynı şekilde katıldığı kültür sanat dernekleri tarafından da kendisine teşekkür belgesi verilmiştir.
2008’de küçük oğlu İsmail Yoldaş üniversite eğitimi için Malatya’ya gittiğinde Satı Yoldaş da oğlunun yanındaydı. Malatya’da şair yanıyla da kendini ifade etme olanağına kavuştu. Prof.Dr. Hasan Kavruk ve Metin Özer’in hazırladığı “Geçmişten Günümüze Malatya Şairleri” antolojisinde “Aşamadım Dağlar Seni” ve “Anadolu Kızıyım Ben” şiiriyle yer aldı.
“Doğum yerim Arguvan’dır
Dünya derler büyük handır
Buna nasıl can dayanır
Anadolu kızıyım ben
Orak ile ekin biçtim
Köyden ben şehre göçtüm
Denizi vapurla geçtim
Anadolu kızıyım ben”
Yine Malatya’da yayın yapan yerel Güneş Televizyon kanalına da ozan ve şair olarak konuk oldu.
Covid-19 pandemi kısıtlamaları Satı Yoldaş’ın hareket kabiliyetini olumsuz etkiledi. Şeker hastalığına bağlı komplikasyonlar onu yatağa düşürdü. 8 Nisan 2021’de aramızdan ayrıldı ve İstanbul’da toprağa verildi.
Satı Yoldaş’ın yayınlanmamış şiirlerinde neler var henüz bilmiyoruz ama yayınlanmış şiirlerinde yazım tarihinin olmaması, şairin kendi hayatı ile şiiri arasında izlence oluşturmayı engelliyor diyebiliriz. Bununla birlikte kimi şiirlerine konu olan olaylarla, yaşamı arasında paralellik kurma kolaylığı olduğunu da söylemek gerekir; Bibisinin ya da abisinin ölümü; çocuklarının gurbete gidişi karşısında çektiği ayrılık duygusunu konu alan şiirlerinde olduğu ve benzeri gibi… Bazı şiirlerinde mahlas kullanıp bazılarında kullanmaması da ayrıca dikkat çekici bir özelliktir.
Bunca sözden sonra elbet ki şairin başka şiirlerini merak etmemek olanaksızdır. Satı Yoldaş’ın 2002’de yayınlanmış olan kitabından bazı örnekler de şunlardır:
Mani örnekleri:
Pullu dolak al da gel
Yemişi doldur da gel
Has bahçenin içinden
Kırmızı gül yol da gel
***
Yayla yayla cılgadır
Yar mendili daldadır
Mendili daldan alan
Güzeller yanındadır
***
Kara koyun suladım
Ben yarimi aradım
Yarim gurbete gitmiş
Arkasından ağladım
***
Gelincik narin olur
Yolmam yaprağı kurur
Kurbanın olayım yarim
Yardan tatlı kim olur
11’li hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerden:
Gurbetin elinden yanar ağlarım
Ozan Satı sinelerim dağlarım
Karşımda görünen yüksek dağlarım
Aşamadım bende ona yanarım
***
Darda kalanların carına yeten
Bunalan kulların elinden tutan
Yeri göğü arşı kürsü yaradan
Pirim Muhamed’i göster göreyim
***
Adalet haksızın kanadı olmuş
Haklılar yollarda sararıp solmuş
Çete eşkıyalar dünyayı sarmış
Adalet hak derler ben bulamadım
***
Kayalar yükselir hiç geçit vermez
Çayların akarsa bent çeksen durmaz
Suyun toprak gibi hiç eşi olmaz
Su olmasa dünya olmaz hey canlar
***
Köklü ağaç olsa tutsam elini
Aman zalim felek kırdın belimi
Hiç kimse sormaz ki garip halimi
Garip kaldım gurbet elde yanarım (Ağabeyi Emir’in ardından yazdığı şiirden)
Elif bibim sen gülden de güzeldin
Güzel bibim salınıp da gezerdin
Çok oldu görmedim seni özledim
Güzel bibim sen gülden de güzeldin (Elif bibisinin ardından yazdığı şiirinden)
8’li hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerden:
Vazodaki beyaz güle
Garibim çekerim çile
Arz et derdini bülbüle
Selam göndersin sümbüle
***
Satı der ki ben de ölürüm
Kınamayın derbederim
Bir günde geçer giderim
Ne karalı yazım varmış
1- Zakir, cem ayni sırasında Dedenin yanında yer alıp sazı ile deyiş, nefes, düvaz söyleyen; semah çalan kişiye denir. Zakirlerin Alevi inanç kültürünün sürdürülmesi ve gelecek nesillere aktarılmasında önemli bir rolü vardır ve bu vasıflarıyla günün ozanı niteliğini taşır.