ÇOÇUK OYUNLARI
“KARAHÜYÜKKÖYÜ’NDEOYNANANÇOCUKOYUNLARINDAN
BAZILARI”
ÖNSÖZ
“Çocukların oyunu oyun değil,
Onların en ciddi uğraşıdır.”
( Montoigne )
Oyun, çocuklarda zihinsel yeteneklerin gelişimini sağlar. Çocukların sosyal davranışları, oyunlar sayesinde güçlendirilir. Yetişme çağındaki çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu sosyal davranışlardan biri de iradesine hâkim olmadır. Oyun, bu anlamda da çocuğa yardımcı olur. Neyi, ne zaman ve nerede yapacağını oynadığı oyunlarla öğrenen çocuk, irade gelişimini de sağlıklı tamamlar. Yaratma gücü ve becerisi çocukta oyunlar sayesinde gelişir. Karar alma, karar verme; alınan kararları uygulama, yani kararlılık, yaptığı işte devamlılık oyunlar sayesinde çocukta yer eder. Her şeyden önemlisi çocukta ruhsal dinlenmeyi sağlar. Çocuk, oynadığı oyunlarda özgürce hareket ettiği için, ileriki yaşamında ayakları üzerinde durmayı da öğrenmiş olur.
Çocuk hem kendisini hem de çevresini oynadığı oyunlarla tanır. Arkadaşlarını seçmeyi; sağlam arkadaşlık kurmayı öğrenir. İyi ile kötü; güzel ile çirkini; doğru ile yanlışı öğrenmede yine oyunlar kendisinin en büyük rehberidir.
Çocuğun bulunduğu her yer de mutlaka bir oyun vardır. Öyleyse oyunlar çocuğun yaratıcılık dünyasını geliştirmede büyük rol oynamaktadır diyebiliriz. Tek başına oynayan çocuk da bile bu yeti mutlaka vardır.
Çocuk, oyun içerisinde birçok yanlışlıklar yapar; birçok oyunda yenilir. Yanlışlıklar ve yenilgiler, çocukta deneyim duygusunu geliştirir. Yine toplumsal kurallara uyma, oyun kuralları ile belirlenebilir. Kazanmak için çareler arayan çocuk, zihnini de geliştirmiş olur. Fizik gücü isteyen oyunlar sayesinde de vücutları gelişir. Sert doğa koşullarına dayanma alışkanlığını edinir.
Oyun, çocukların dil yeteneklerini de geliştirir. Küfürlü, aşırı argo ifadelerden kaçınır. Bunları kullandığı zaman utanır. Paylaşma, yardımlaşma, ödüllendirme, cezalandırma gibi sosyal kavramları oyunlar sayesinde öğrenir. İleriki yaşamlarında bunları uygun, doğru biçimde kullanmada zihninde yer edindirir.
Günümüzde koşullarında, eğlence araçları değiştiği için, çocuk oyunları da değişim göstermiştir. Geleneksel oyunlarımız dahi, oynandığı zaman, eskisi gibi oynanmamaktadır.
Karahüyük Köyü’nde oynanmakta olan çocuk oyunlarının büyük bir bölümü, yurdumuzun her yöresinde de oynanmaktadır. Bu oyunların, köyümüzde oynanma biçimlerini aldık. Aynı oyunların, başka yörede oynanma biçimiyle arada fark olduğu görülecektir.
Köyümüzde oynanan oyunların bir bölümü ev ortamında, birçoğu da dış mekânlarda oynanmaktadır. Ev ortamında oynanan oyunlarımız daha çok kış mevsiminde oynanır. Dışarıda olma olanağı bulunmayacağı için, ev halkını rahatsız etmeden, oyun oynama çareleri bulunur.
Yine oyunlarımızın büyük bir bölümü grup halinde oynanmaktadır. İki kişilik oyunların sayısı da bir hayli fazladır. Çocuk, oynamak için kimseyi bulamadığı zaman, kendi başının çaresine bakar. Tek başına oynayacağı birçok oyun vardır. Hiç bir şey yapamıyorsa, sokak aralarında koşmaya başlar.
Birçok köy oyunumuzda yaratıcılık ön plandadır. Kullanılan malzeme için de dışarıya bağlı olma zorunluluğu yoktur. Ekonomik koşullar çocukların oyunlarına da yansımıştır. Paralı oyuncaklar yerine, doğada bulunan malzemelerle oynamak tercih edilmiştir. Bir yassı ya da yuvarlak taş; aşık kemiği; ceviz; düğme; ağaç sopaları… yeterli sayılmıştır. Hatta birçok oyunumuzda malzemeye de gerek yoktur. Çocukların kendi varlıkları bu oyunları oynamaya yeterli olmuştur.
Günümüz koşullarında, köyümüzde bu oyunları oynayan çocukları görmek, bulmak çok zor. Önce radyo, sonra kasetçalar, daha sonra televizyon, en son video köye yaygın bir şekilde gelince, sözü edilen bu oyunlarımızı oynayanların sayısı yavaş yavaş azalmaya başladı. Zamanla hiç oynanmaz hale geldi. Öyleki adı dahi unutulur oldu. Şimdilerde köyümüzde birçok çanak anten var ki, bu oyunların oynanması konusunda bize söz bırakmıyor.
Amacımız, bir zamanlar bizim de oynadığımız bu oyunları unutulmaktan kurtarmak. Bunları, çocuklarımıza yeniden oynatmak değil. En azından adlarını, nasıl oynandıklarını, nelerin gerekli olduklarını, oyunlarda hangi sözlerin söylendiğini unutmamayı sağlamak.
Amacına ulaşabilirse ne mutlu bana.
ARA GİTTİ OYUNU
Bu oyun eşit sayıdaki iki grup arasında oynanır. Her grup kendisine “kale” adı verilen bir daire çizer. Bu kaleyi beklemek için her gruptan bir oyuncu seçilir. Her grup kendi kalesini bekleyeni seçer; bu seçime diğer grup karışmaz. Diğer oyuncular, dağınık halde bulunan iki rakip oyuncunun arasından geçip, kaleye ulaşmaya çalışırlar. Bunu başardıkları takdirde “ara getti” diye bağırırılar. Her bağırmada yani her “ara gitme”’de kendi taraflarına puan kazandırırlar. Rakip oyuncular dikkatli olup, aralarından oyuncu geçirmemeye çalışırlar. Geçmeye çalışan oyunculara zaman zaman sert müdahaleler olur. Belirlenen puana kim önce ulaşırsa, oyunu o grup kazanarak bitirmiş olur.
AŞIK OYUNU
Her zaman oynanan bir oyun değildir. Küçükbaş hayvanların kesiminde, çıkartılan aşık kemikleriyle oynanır. Bunun için öncelikle bu aşık kemiklerini bulmak gerekir. Aşık kemikleri iyice yıkanır, temizlenir. Çocukların birden fazla aşık kemiği olur. Bunlardan birini, genellikle iri olanını atış kemiği olarak belirler. Bazen bu atış için seçilen aşık kemiklerinin ağırlaşması için, ya da ele daha iyi oturup, iyi atış yapabilmek için çukur kısmına kurşun dökülür. Aşık kemiği bulunan oyuncular bir araya gelir.Belli bir uzaklığa, her oyuncu, bir aşık kemiğini yan yana bırakır.Yine belirlenen bir uzaklıktan,önceden yapılmış saymaca sırasına göre her oyuncu,elindeki kurşun dökülmüş atış kemiği ile atış yaparak,dizilmiş kemikleri vurmaya çalışır.Kendi atış kemiği ile kaç kemik vurmuşsa onları alır.Dizinin başındaki kemiği vuran oyuncu,dizideki tüm kemikleri almaya hak kazanır.Oyun bu şekilde devam eder.Birilerinin aşık kemikleri bitene kadar, ya da oyundan çekilene kadar bu oyun sürebilir.(Bazen atış kemikleri değişik renklere boyanır.İsim yapmış atış kemikleri başka bir oyuncuya satılabilir.)
AYAK BASTIM OYUNU
Grup halinde oynanan bir oyundur. Her oyuncunun elinde bir yassı taş vardır. Avuç içerisine iyice yerleşmesi için bu yassı taş özenle aranıp bulunmaya çalışılır. Köyümüzün yoluna önceki seneler Bömere ya da Bozan Çayı’ndan getirilen çakıllar dökülürdü. Yol kenarlarında bu yassı taşlardan bulmak kolay olurdu. Oyuncular, oyun bitiminde bu taşları atmayıp, bir sonraki oyun için saklarlardı. Düz bir yerde, genellikle harman yerlerinde oynanan bu oyunda, ortaya bir çember(daire) çizilir. Yuvarlak bir taş bu dairenin ortasına konur. Saymaca sonucu seçilen “ebe” bu dairenin dışında bekler. Diğer oyuncular, belirli bir uzaklıkta çizilen çizgiden sıra ile ellerindeki yassı taşı, yuvarlak taşa atarak onu daireden çıkarmaya çalışırlar. Yuvarlak taş daireden çıkınca, koşup kendi yassı taşlarına “ ayak bastım” diye bağırırlar. Ebe daireden çıkan yuvarlak taşı yerine koymadıkça, oyunculara vuramaz. Ancak yuvarlak taşı yerine koymuş ve kendi taşına ayak basmamış birine vurursa o ebe olur. Oyun bu şekilde devam eder.
BEŞ TAŞ OYUNU
Genellikle iki kişinin oynadığı bir oyundur. Grup halinde de oynanabilir. Yine bu oyunun kızlar tarafından daha çok oynandığı bilinir. Malzeme olarak beş tane yuvarlak taşa ihtiyaç vardır. Bu taşlar oyundan sonra saklanır. Bu nedenle, “beş taş” için seçilen taşların güzel olması istenir. Bu oyunun da belli aşamaları vardır:
1.Aşama: Birinci aşamada taşlar serbestçe yere bırakılır, saçılır. Ebe saçılan taşlardan kendisi için en uygun olanını seçer. Seçtiği taşı havaya atar. Havaya her taş atışında yerden bir taş alır, bu arada havaya attığı taşı da yakalar. Saçılan taşlar bitinceye kadar bu işleme devam eder. Havaya attığı taşı yakalayamazsa ya da yerdeki taşı alırken eli diğer bir taşa değerse, oyun oynama hakkını diğer oyuncuya bırakır. Bu aşamaya “birler” adı da verilir.
2. Aşama: Birinci aşamada olduğu gibi taşlar yere bırakılır. Yere düşen taşların konumuna hiçbir şekilde karışılmaz. Oyuncu yine kendisi için avantajlı taşı seçer. Havaya attığı taşı yakalamaya çalışırken, yerdeki taşları da ikişerli toplamaya çalışır. Birinci aşamada olduğu gibi havaya attığı taşı yakalayamazsa, yerdeki taşları toplarken diğer taşlara dokunursa “el sırası” diğer oyuncuya geçer. Bu aşamanın adı “ ikiler”’dir.
3. Aşama: Önceki aşamalarda olduğu gibi taşlar yere bırakılır. Yerdeki taşlardan biri tek ele alınır. Diğer üçü bir seferde ele alınmaya çalışılır. Havaya atılan taş yakalanmazsa, yerdeki taşları alırken el diğer taşlara değerse, oynama sırası diğer oyuncuya geçer. Bu aşamanın adı da” üçler”’dir.
4. Aşama: “Dörtler” adı verilen bu aşamada yine taşlar yere bırakılır. Yere bırakılan taşlardan biri seçilir, havaya atılır. Diğer dört taş tek seferde havaya atılan taşla birlikte ele alınmaya çalışılır. Bu işlemde başarılı olunamazsa, oynama sırası diğer oyuncuya geçer.
5. Aşama: “Dedeler”,”köprüler” adı verilen bu aşama en zor olanıdır. Taşlar yine yere atılır. Bu aşamada iki el de devreye girer. Elin biri ile taşlar oynanır. Diğer elin başparmağı ve işaret parmağının arası açılır; köprü oluşturulur. Oyuncu diğer eli ile kendisine uygun taşı eline alır. Rakip oyuncu ise en son parmağın arasından geçecek taşı belirler ve bunu gösterir. Bu taş her zaman diğer taşların, diğer elle oluşturulan köprüden geçmesine engel oluşturabilecek olan taştır. Oyuncu havaya taşı atar; havaya taşı attığı esnada seçtiği taşın birini köprüden geçirmeye çalışır. Her taşı köprüden geçirmek için iki hakkı vardır. İlk seferde taşı kendisi için uygun olabilecek şekilde düzeltir; ikinci seferde köprüden geçirmeye çalışır. Bazen taşın yeri uygunsa ilk seferde köprüden geçirme işini yapar. Taşları köprüden geçirme işlemeni yaparken diğer taşlara elini değdirirse; taşı diğer taşlara çarptırırsa; taşı köprüden geçirdikten sonra havaya attığı taşı kapamazsa “yanar”;yani oyun hakkını kaybeder.
Bütün bu aşamalar bittikten sonra taşların tamamı avuç içine alınır. Hepsi birden yukarı doğru atılır. Avucun tersi ile havaya atılan taşlar karşılanır. Avucunun tersine en çok taşı alabilen, oyunu kazanmış olur.
BİLYE OYUNU
Küçük top biçiminde cam küreler(bilyeler) ile oynanan bir oyundur. Oyuncu sayısında bir sınırlama yoktur. Ama oyuna bilyesi olanlar katılabilir. İki şekilde oynanır:
1. Şekil: Birden fazla bilyesi olanlar oyuna katılabilir. Belli bir noktaya çizilen çizgiye her oyuncu bir bilye bırakır. Bu sıralı bilyelerden yaklaşık 3–4 metrelik bir uzağa ikinci bir çizgi çizilir. Oyuncular sayışma sırasına göre bu çizginin arkasından bilyelere, ellerindeki bilye ile atış yapar. Tıpkı aşık oyunun da olduğu gibi kaç bilyeyi çizgiden çıkarmışsa onların sahibi olur. Baş olarak belirlenen bilyeyi ilk atışta vurmuşsa, diğer dizili bilyeleri de almaya hak kazanır. Oyuncular oyundan çekilene kadar, kişi/kişilerin bilyeleri bitene kadar oyun devam eder. Bilyesi biten oyuncu, diğer oyunculardan bilye satın alabilir. Parası yoksa belli bir vaat karşılığında yeni bilyelerin sahibi olabilir. Bu vaat ya kendi yiyeceklerinden bir kısmını vermek, ya da uzağa gitmiş kuzuları bulunduğu yerden oyun oynanan yere getirmek şeklinde olabilir.
2. Şekil: Düz bir yere küçük bir çukur kazılır. 3–4 metre uzağa çizilen bir çizgiden saymaca sonucuna göre her oyuncu elindeki bilyeleri bu çukura doğru atar. Atma işlemi tamamlanınca çukura en yakın şekilde bilyesini düşüren oyuncu kendisine göre avantajlı gördüğü bilyelere, kendi elindeki bilye ile fiskeli vuruş yapar. Bu oyuncunun 3 fiskeli vuruş hakkı vardır. Bu vuruşlarla rakibinin bilyesini kazılan çukura düşürürse o bilyenin sahibi olur. Üç atış sonucunda çukura bilye düşüremezse, fiske vuruş sırası ikinci oyuncuya geçer. Oyuncu iki fiske vuruşu sonucunda, 3. vuruşta bilyeyi çukura düşüreceğine inanmıyorsa, rakibine avantaj vermemek için, fiske vuruşunu çukurun aksi yönüne doğru da yapabilir. Son oyuncunun, oyundan çekilmesine kadar oyun devam eder.
BİRDİRBİR OYUNU
Grup halinde oynanan bir oyundur. Önce sayışmayla bir ebe seçilir. Seçilen ebe, ellerini dizlerinin üzerine koyarak yere doğru eğilir. Diğer oyuncular sırayla yere doğru eğilmiş vaziyette bekleyen ebenin üzerinden atlarlar. Bu arada 17’ye kadar sayılan çeşitli hareketlere uyma zorunluluğu vardır. Atlama işinde öncülüğü yapan kişinin sözlerini, hareketlerini tekrarlama zorunludur. Sözlerden birini yanlış söyleyen, ya da hareketlerden birini yanlış yapan ebe seçilir. Atlama işi yeni seçilen ebe üzerinden yapılır. Hiç yanlışlık yapılmazsa, oyuna aynı ebe ile devam edilir. Bu hareketler sırası ile şunlardır:
1. Birdir bir,
2. İkidir iki,
3. Üçte ceviz kırmak.( Atlarken ebenin sırtına yumrukla vurulur),
4. Dörtte g.. vurmak. ( Atlarken oyuncu kıçı ile ebenin sırtına değer),
5. Beşte mendil koymak.(Atlarken ebenin sırtına mendil bırakılır),
6. Altıda mendil almak.( Atlarken ebenin sırtına bırakılan mendil alınır),
7. Yedide yel gibi. (Atlama işi hızlı bir şekilde yapılır),
8. Sekizde sekmek.( Ebenin üzerinden atladıktan sonra, atlama yerine sekerek dönülür),
9. Dokuzda durak,
10. Onda oturak,
11. On birde yağlı çörek.( Atlarken ebenin sırtına ‘çimdik’ atılır),
12. On ikide cadı boyu,
13. On üçte dedemin gözlüğü,
14. On dörtte ebemin gözlüğü kırıldı,
15. On beşinde kış meyveleri.( Atlarken herkes bir kış meyvesi adı söyler),
16. On altıda eşeğimin yuları hayırlı ola,
17. Arkası kayım ola.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu sözleri yanlış söyleyen; hareketleri yanlış yapan yeni ebe seçilir. Bunun için öncülük eden oyuncu, diğerlerinin yanlış yapması için hem sözlerini, hem de hareketlerini oldukça hızlandırır. Oyun mutlaka bu sözlerden oluşacak diye bir kural da yok. Sözler farklı da olabilir. Önemli olan öncü oyuncuyu takip edebilmek.
BİR EVDE KİM VAR OYUNU
Bu oyun genellikle iki kişi arasında, ev içerisinde oynanan bir oyundur. Kış gecelerinde oynanırdı. Radyonun, televizyonun olmadığı o günlerde gaz lambası ile aydınlatılan oturma yerlerinde can sıkıntısını önlemek için oynanırdı. Erken bir saatte aynı yatağa yatan kardeşler; ya da ev halkından birileri karanlıkta bu sözlü oyunu oynarlardı.
Oyunculardan biri diğerine “ bir evde bir ana, bir baba, üç oğlan, iki kız; bil bakalım bu kim?” diye sorar. Diğer oyuncu böyle bir aile kim olabilir diye düşünür. Bu ailenin kim olabileceği konusunda cevaplar verir. Üç defa cevap verme hakkı vardır. Doğru cevap verir ise, soru sorma sırası kendisine gelir. Bilemezse “sen söyle” der. Diğer kişi “söylersem bana İstanbul’u veriyor musun?” der. Diğer kişi “veriyorum” derse doğru ailenin kim olduğunu söyler. Öbürü mutlaka içinden “ Tüh, nasıl bilemedim; İstanbul’u verdim” diye hayıflanır. Böylece kim daha çok şehir kazanırsa, oyunu da o kazanmış olur. Bazen bu oyun oynanırken kişiler tatlı, derin bir uykuya kendiliklerinden çekilirler.
Bu oyunda oyuncular ailelerle ilgili soru sorarken tuzak hazırlarlar. Aynı aile bireyine sahip kişileri bulmaya çalışırlar ki üç cevap verildiğinde, “hayır o aile değildi” diyebilsinler.
CEVİZ OYUNU
Bilye oyununa benzemektedir. Yalnız burada bilye yerine cevizler kullanılmaktadır. “Ceviz Oyunu” köyümüzde pek fazla rağbet görmeyen oyunlardan biridir. Çünkü köyümüzde ceviz yetiştiriciliği az yapılmaktaydı. Yetiştirilen cevizlerle de oyun oynanmasına pek izin verilmezdi. Ama yine de oynanmaktaydı. Özellikle cevizlerin olgunluk dönemlerinde; güz aylarında daha çok oynanırdı. Ceviz oyunu da iki şekilde oynanmaktaydı:
1. Şekil: İki kişinin oynadığı bir oyundu. Genellikle duvar diplerine küçük bir çukur kazılır. Bu çukura 3–4 metre uzaklıkta bir çizgi çizilir. İki kişiden biri tek, değeri çift sayıyı alırdı. Sayışmaca sonucu kimin önce oyuna başlayacağı belli olurdu.(İki kişilik oyunlarda sayışmadan ziyade oyunculardan biri yerden taş alır. İki elini de arkasına saklar. Aldığı taşı elleri arkada iken, avucunun birinde saklar. Ellerini yumruk biçiminde öne uzatır. Karşı taraf bu taşın hangi avuçta olduğunu bulmaya çalışırdı. Bulursa oyuna kendi başlar; bulamazsa oyun önceliği karşı tarafın olurdu.)Önceliği alan oyuncu bu çizgiden çukura doğru elindeki cevizleri atar. Tek ya da çift demişse çukura ona göre ceviz düşürmeye çalışır. Bunu başaramazsa karşı tarafa o kadar ceviz vermek zorunda kalırdı. Bu oyun bir tarafın cevizi bitene kadar, ya da bir oyuncu, oyundan çekilene kadar devam ederdi.
2. Şekil: Tespit edilen bir yere her oyuncu sıra ile cevizlerini bırakır.3–4 metrelik bir mesafeye çizgi çizilir. Bu çizginin arkasından oyuncular, belirlenen öncelik sırasına göre, içerisine kurşun dökülmüş aşıkları atmaya başlar. Amaç sıra ile dizili cevizlere isabet ettirmek, onları çizgi dışına çıkarmaktır. Her isabet ettirişte, o oyuncu atışını tekrarlar. Atışında başarılı olamazsa sıra diğer önceliği olan oyuncuya geçer. Usta atıcılar sıra kendilerine geldiği zaman çok sayıda cevizi tolardı.Bu durumda bazen sert tartışmalar da olurdu.Oyun böyle devam eder.
ÇARPAZ (DÜĞME) OYUNU
İki ya da daha fazla kişiyle oynanan bir oyundur. Oyuna katılan kişilerin ellerinde çeşitli renklerde, boylarda elbise düğmeleri vardır. Bir duvar dibine küçük bir çukur kazılır. Bu çukura 3–4 metre uzaklıkta bir çizgi çizilir. Sayışmaca sonucuna göre atış sıraları belirlenir. Her oyuncu sıra ile elindeki düğmeyi çukura doğru atar. Tüm atışlar tamamlandıktan sonra, çukura en yakın düğmeyi düşüren kişi fiske vuruşları ile düğmeyi çukura düşürmeye çalışır. Bunun için 3 fiske vuruş hakkı vardır. Çukura düğmeyi düşürdükten sonra, diğer düğmeleri de çukura düşürmeye çalışır. Çukura düşürdüğü her düğme kendisinindir. Üçüncü fiske vuruşunda düğmeyi çukura düşürmeyi göze alamayacaksa, üçüncü vuruş hakkında düğmeyi çukura doğru değil de aksi yöne doğru gönderebilir. Elindeki düğme biten oyuncu, oyundan çekilir. Bazen düğmesi biten oyuncu, gömleğinin, pantolonunun düğmesini kopartıp oyuna devam eder. Hava karardığı zaman oyuncular oyunu bırakabilir.( Köydeki çocukların oyunlarını izlerken en keyif aldığım oyunlardan biri bu oyundu. Elbiselerinin düğmelerini kopartarak eve giden çocuklar için bekledikleri, sürpriz olmazdı. En iyimseri sert bir azarlanmayı gülümseyerek geçirirdi. O günkü koşullarda düğme bulunması her zaman olanaklı değildi. Bunun sonucunda evde dayak yeme riski olan bir oyundu bu.)
DÜLÜ (ÇELİK ÇOMAK ) OYUNU
Harman yerlerinde, düz, açık alanlarda oynanan bir oyundur. Yetişkinlerin de oynadıkları görülmüştür. İki ucu yontulmuş kısa bir çubuk, yani çelik ile bir metre uzunluğunda bir sopa, yani çomak kullanılır. Oyuncular iki gruba ayrılır. Her gruptan seçilen oyuncular çelikleri uzağa atmaya çalışır. Hangi oyuncu çeliği daha çok uzağa atmışsa, o grup oyuna başlar. Oyuna başlarken düz bir yerde iki üçtaş üst üste konur. Çelik bu taşın üzerine bırakılır. Oyuncu taş üstüne bırakılan çeliğin altına sopayı sokar, çeliği biraz yukarı doğru kaldırmış olur. İstediği mesafeye geldiğini hissettiği anda çeliği uzağa doğru ikinci bir vuruşla göndermeye çalışır. Karşı tarafın oyuncuları çeliği yere düşmeden yakalamaya çalışır. Bunu başarırlarsa hem sayı kazanırlar, hem de çeliği atan rakip oyuncunun oyun dışı kalmasını sağlamış olurlar. Çeliği uzağa doğru atan oyuncu, elindeki sopayı taşın üzerine bırakır. Karşı taraf çeliği yakalayamamışsa, düştüğü yerden sopaya doğru atarlar. Sopayı vurabilirlerse yine sayı kazanırlar ve rakip oyuncuyu oyun dışı bırakırlar. Vuramazlarsa karşı tarafın vereceği cezaya, sayıya razı olurlar. Oyun belirlenen sayıya ulaşıncaya kadar ya da bir tarafın oyuncularının tamamen oyun dışı kalmasına kadar devam eder. Yeni oyun, kaybeden tarafın çeliği atma hakkıyla başlar.
ÇEMBER ÇEVİRME OYUNU
Yarışma, kazanma amacı olmaksızın oynana bir oyundur. Uzun ve kalın bir tel alınır, bu telin ucu çember biçiminde çevrilir. Telin iki ucu birbirine tutturulur. Bir sopanın uç kısmına yatay bir küçük tel takılır. Bu tel çemberin altına getirilerek onun sürdürülmesi sağlanır. Ayakta sapayı ileri doğru tutan çocuk, telden yapılmış çemberi de beraberinde götürmüş olur. Çemberi düzgünse, alt tarafına takılan itenek kısmı dengeli tutuluyorsa hızlı bir şekilde yürütmek mümkündür. Çoğunlukla çocuklar koşarak bu çemberi çevirirler.
Buna benzer değişik çember çevirme oyunları vardı köyümüzde. Traktör sahibi olan ailelerin çocukları, bu çember çevirmede şanslı olurlardı. Traktörün ön lastiği her nasılsa ince ince dilimler halinde çıkartılırdı. Tel çember yerine bu kullanılırdı. Çoğu zaman traktörlerin işlem dışı kalmış ön lastikleri, bir bütün halinde çevrilirdi. Buna sahip olan çocuk diğerlerine göre itibarlı olurdu. Bu lastiklerin içine taş doldurulur, yüksek bir yerden yuvarlanması da sağlanırdı. Bazen de traktörlerin ön ya da arka lastiklerinin içine bir çocuk ustaca oturur. Ayaklarını ve başını muhafaza eder; bir başka çocuk o lastiği bu vaziyette çevirmeye çalışırdı. Tüm tehlikesine karşın korkusuzca bu oyun oynanırdı.
DAVACI SOPACI OYUNU
Tamamen unutulan oyunlarımızdan biridir diyebilirim. Uzun kış akşamlarında zaman geçirmek amacıyla, ev ortamında oynanan bir oyundu. Oyun dört kişiyle oyanırdı. Küçük parçalar halinde kesilmiş kâğıtlara ayrı ayrı, “davacı”, “sopacı”, “reis”, “eşek” sözcükleri yazılır ve bu kâğıtlar katlanır, karıştırılırdı. Her oyuncu bu kâğıtlardan bir tanesini çekerdi. İlk önce “reis” yazılı kâğıt kime çıkmış ise, o kendisini açıklardı. Ve “reis” sorar:
- Davacı kim?
Kendisine “davacı” yazılı kâğıt çıkan açıklar:
— Benim.
Reis tekrar sorar:
— Eşek nerede?
Davacı eşeği bulmak zorundadır. Eğer eşeği bulursa, sopayı, kendisine “eşek” yazılı kâğıt çıkan kişi yer. Bulamazsa, sopayı, davacı yemek zorunda kalır. Her iki durumda da sopacı reise sorar:
— Kaç yağlı, kaç yavan vurayım?
Ceza uygulamalı bu oyunun sonunda “yavan”’lar yumuşak; “yağlı”’lar biraz daha sert vurulur. Sopa da genellikle ocağın ya da sobanın yanında duran maşa olurdu. Burada insaf reise bağlıydı. “Yağlı”’ların sayısını artırabilir, itiraz edilmezdi.
DEVE CÜCE OYUNU
Bu oyun daha çok okul bahçesinde, öğretmen gözetiminde oynanan bir oyundur. Değişik zaman ve mekânlarda da oynanırdı. Grup halinde oynanması gereken bir oyundur. Ebe olarak belirlenen kişi “deve” diye bağırınca herkes ayağa kalkar; “cüce” diye bağırınca herkes geri yerine çöker. Ebe “deve” ve “cüce” sözlerini arka arkaya, hızlı bir şekilde söylerdi. Böylece topluluktan biri şaşırır ve yanlış hareket yapardı. Bu yanlışlığı yapan oyuncu, oyun dışı kalır. En sona kalan oyuncu, oyunu kazanmış olurdu.
DEVELEME (TOPAÇ) OYUNU
Develeme yani topaç, ucuna sivri demir çakılmış, elips şeklinde, ağaçtan kesilmiş bir oyuncağın adıdır. Para ile alınan bir oyuncak olduğu için her çocuğun oynayamadığı bir oyundur. Önceleri köyümüzde “Cuma Pazarı” kurulurmuş. Bu pazardan para ya da yumurta karşılığı “develeme” satılırsa alınır, çocuklar sevindirilirmiş. Bazen de “şehir”’den gelenler bu oyuncaktan getirirdi. Her ne şekilde olursa olsun, elinde “develeme”’si olan çocuğa gıpta ile bakılırdı. Sağlam ve kalınca bir ip, “develeme”’ye sıkıca dolanır. İpin bir ucu, “develeme”’yi tutan elin işaret parmağına bağlanır. Parmağa bağlı ip sıkıca çekilir, “develeme” yere hızla fırlatılır. Yerde en hızlı ve en uzun zamanlı dönmesi sağlanır. “Develeme” yerde dönerken, bir elin iki parmakları birleştirilir; arada kalan boşluktan yerde dönen “develeme” avuç ortasına alınır; dönmesi burada devam ederdi. Bunu herkes yapamazdı. Bazen de “develeme”’si olanlar “seninki sağlam, benimki sağlam” diye yarışmaya girerlerdi. Sıra ile yerde dönen “develeme”’ye kendi “develemesi”’ni hızla vurmaya çalışırdı. Böylece hem rakibin “develemesi”’nin dönmesini önler, hem de şiddetli çarpma sonucu onu kırabilirdi. Bu yüzden tatsız durumlar ortaya çıkardı. Çünkü alınan “develeme”,paralı olduğu için bir daha alınma şansı olmayabilirdi.
ELİM SENDE OYUNU
Köyde en çok oynanan oyunlardan biridir. Sayışmaca sonucu bir ebe seçilir. Belirlenen süre içerisinde diğer oyuncular ebeden kaçar, uzaklaşırlar. Ebe ise onları kovalar, eli ile dokunmaya çalışır. Eğer kovalamaca sonucu ebe oyunculardan birine dokunmuşsa, “elim sende” diye bağırır ve oradan uzaklaşır. Yakalanan yeni ebe, diğer oyuncuları kovlamaya başlar. Çocuklar oyundan bıkıncaya kadar, oyun devam eder.
EL KIZARTMACA OYUNU
Ev ortamında, iki kişinin oynadığı bir oyundur. El hareketlerinin seri şekilde yapılmasına dayalı, dikkat isteyen bir oyundur. Oyunun sonunda eller, oyunun adı gibi gerçekten kızarır. Oyuncular karşılıklı dururlar. Oyunculardan biri, ellerini avuçları yukarı gelecek şekilde öne doğru uzatır. Diğer oyuncu ise, ellerini avuçları aşağı gelecek şekilde diğer oyuncunun elleri üzerine koyar. Elleri altta olan oyuncu sağ, sol elini aniden çekerek arkadaşının elleri üzerine vurmaya çalışır. Bunda başarılı olursa, oyuna devam edilir. Arkadaşı da elini çekerse vuramaz; bu durumda kendisi ellerini üste koyarak, arkadaşının vurmasını bekler. Oyun bu şekilde devam eder.
EMMİM TURA OYUNU
Güzel oyunlardan biri de bu oyundur. Ama unutulmuş bir oyundur. Sayışmaca sonucuna göre bir çocuk ebe seçilir. Ebe seçilen çocuk, yüzü duvara, bir ağaca dönük olarak durur. Diğer oyuncular yaklaşık iki metre aralıklarla ebenin arkasına dizilirler. Ebe, ellerini yüzüne kapatarak “bir, iki üç” der ve aniden arkasına bakar. Arkasına baktığı anda hangi oyuncunun hareket halinde olduğunu görürse, o ebe seçilir. Ebe, sayarken diğer oyuncular ebeye yakalanmadan, ona yaklaşmaya çalışırlar. Oyuncu ebe, sayarken, diğer oyuncular:
“Ahmet Duran
Kapıyı kıran
Kız kaçıran” derler. Bazen de:
“ Bir, iki, üç
Emmim Tura
Davul zurna
Bana vurma” diyerek, ebeye hareket halinde olduklarını göstermeden yaklaşıp, ebenin sırtına vurmaya çalışırlar. Hareket halinde olan oyuncu, ebe tarafından yakalandıkça ebe değişir. Oyun böyle devam eder.
EL ÜSTÜNDE KİMİN ELİ OYUNU
Dört beş kişi arasında oynanan bir oyundur. Çoğunlukla ev ortamında oynanır. Yine kış aylarında daha çok oynandığını da hatırlatalım. Çocuklar daire oluşturacak şekilde otururlar. Ayaklarını öne doğru uzatırlar. Bir kişi, tekerleme ile ebe olacak kişiyi belirlemek üzere ayakları sayar:
“ Birem birem
İken ikem
Kan çıbığı
Kara diken
Eğer altı
Alma yedi
Derinin oğlu
Döşü kara
Çek ayağını
Başı kara.” diye her ayağı sayar. Son heceyi söylediğinde, eli kimin ayağı üzerinde kalmışsa o çıkar. Böylece tekerleme, tek kişi kalıncaya kadar devam eder. En son kim kalmış ise ebe o olur. Ebe, yere secdeye varır gibi eğilir. Diğerleri ellerini birbiri üstüne, ebenin sırtına koyar. Oyunculardan biri:
-El üstünde kimin eli, diye ebeye sorar. Ebe oyunculardan birinin adını söyler. En üsteki elin sahibini bilmiş ise, o çocuk yeni ebe olur. En üste kimin eli olduğunu bilememişse, oyuncular hep birden ebenin sırtına vururlar. Ebenin sırtına vurma esnasında da yine hep bir ağızdan şöyle bağırırlar:
“Mercimek kile kile
Ölçerler sile sile
Ben susumdan ölmüşüm
Doldur ver sile sile
Yolcular b… yemiş.”
Tekrar eller ebenin sırtına konur. Ebe doğruyu bilene kadar, yeni ebe/ebeler seçilene kadar oyun devam eder. Cezaya dayalı bir oyundur.
EŞEĞİM TURAYA OYUNU
Güzel oyunlarımızdan biri de bu oyundur. Diğer geleneksel oyunlarımız gibi bu oyun da neredeyse hiç oynanmamaktadır. İlkokulun açık olduğu dönemlerde, okul bahçesinde oynanırdı. Gölgelik yerlerde de oynandığı olurdu bu oyunun. En az dört kişiden oluşan iki grup arasında oynanan bir oyundur. Ayrıca gruplara dahil olmayan bir kişi daha olurdu ki bu kişiye “yastık” adı verilirdi. Önce taş saklanarak oyuncular ayrılır. Saklanan taşın hangi elde olduğunu bilmeyen grubun oyuncuları, kafalarını “yastık” olan harici kişiye dayayarak eğik vaziyette dururlar. Diğer grubun oyuncuları önceden, gizlice “yastık” olan kişiye bir şehir adı söylemiştir. Eğik vaziyette duran oyuncuların sırtlarına, diğer oyuncular sıra ile binerler. Binme işi tamamlanınca, altakiler “ ebem eşeğim turaya” diye sorar. Üstekiler de “ yolculuk nereye?” derler. Altakiler bir şehir adı söylerler. Eğer “yastık” olan kişiye söylenen şehir adı bilinmişse, roller değişir. Üstekiler eğilir, bu defa alttakiler onların sırtlarına binerler. Aksi halde oyun kaldığı yerden devam edip gider.
GİLDİRİK OYUNU
Gildirik; yuvarlak, küçük taş anlamına gelmektedir. İki kişi arasında oynanan bir oyundur. Her oyuncu kendisine uygun, yassı bir taş parçası bulur. Çoğunlukla bu yassı taşı önceden edinmiştir; bu oyunu oynayacağı zaman, o taşı ortaya çıkarır. Çoğunlukla harman yerlerinde oynanırdı. Belli bir yere küçük bir çember(daire) çizilir. Bu dairenin içerisine,“gildirik” adı verilen yuvarlak taş konur. Daireye 3–4 metrelik bir mesafeye çizgi çizilir. Sayışmada öncülüğü alan oyuncu, elindeki yassı taşla bu dairedeki “gildirik”’e vurmaya, onu dairenin dışarısına çıkarmaya çalışır. “Gildirik” dairenin ne kadar dışına çıkmışsa, o mesafeye rakibinin sırtına binerek gider. Kendi atış sırası geçtikten sonra, sıra karşı oyuncuya gelir. Oyun bu şekilde devam eder. Usta atıcılar “gildirik”’i dairenin çok uzağına çıkarırlar. Bu takdirde rakiplerinin sırtına daha uzun süre binmiş olurlar. Tabii rakibinin sırtına binen oyuncu, rakibini kızdırmak için bu taşıma esnasında çeşitli, sözlü şakalarda bulunur. Bazen geniş dambaşılarında da oynanırdı bu oyun.
HACILAR OYUNU
Köyümüzde oynanan, az çok bize özgü olan oyunlardan biridir. Önceleri köyümüzde birçok ailenin küçükbaş hayvan sürüsü vardı. Bunları ve bunların kuzularını otlatmak için çoban tutulurdu. Kuzu çobanlığını ev halkından yaşı küçük olanlar yapardı. İşte “Hacılar Oyunu” daha çok bu çobanlar tarafından kırda oynanmaktaydı. Sonucu belli bir cezayı gerektiren oyundur. Çobanların en büyük sıkıntısı, bulundukları yerden uzaklara giden koyunların, kuzuların yönlerini bulundukları yere geri çevirmekti. Bu iş sırasıyla yapılırdı.
Bu oyun yumuşak toprakları bulunan yerlerde, bazen de yeni “herk edilmiş” tarlalarda oynanırdı. Her oyuncunun elinde yarım metre uzunluğunda bir sopa vardır. Bazen bu sopa çobanın kendi kullandığı sopa da olurdu. Oyun, çizilen bir çizgiye her oyuncunun ellerindeki sopaları atmasıyla başlar. Çizgiye sopası en uzak düşen oyuncu, ebe olurdu. Oyuncuların ellerindeki sopaların ucu sivriltilmiştir. Ebe olan oyuncu kendi sopasıyla çizgiden 15–20 adım ileride durur. Durduğu yeri daire çizerek belirler. Ebe, elindeki sopayı çizgide duran oyunculara sıra ile atar. Çizgide bekleyen oyuncu da kendisine doğru gelen sopaya, kendi sopası ile havada vurarak uzaklaştırır. Ebe uzağa giden sopasını alıp kendi yerine gelinceye kadar, bütün oyuncular, ebenin belirlediği dairenin içini kazmaya çalışır. Ebe gelince işi bırakıp, çizginin gerisine çekilmek zorunludur. Aksi halde ebe sopa ile kime vurursa yeni ebe o olur. Bunun için hızlı davranmak gerekir. Ebe uzağa giden sopasını her getirişinde belirlediği daire kazılarak derinleştirilir. Yani “kuyusu” kazılır. Belli bir derinliğe ulaşıldığında ebe kazılan bu çukura konur. Etrafına toprak doldurulur; doldurulan toprak iyice pekiştirilir. Ebe çukurdan çıkmaya çalışır. Kimse müdahale etmez. Kendi gayreti ile çıkarsa sorun yok demektir. Çıkmak için gayret gösterdiği halde, gerçekten çukurdan çıkamazsa, diğer oyunculara yalvarır. İşte o zaman ceza devreye girer. Ebeye istenileni yaptırılacağına dair söz alınırsa çukurdan çıkmasına yardım edilir. Bu söz “anam öle, babam öle” şeklinde vazgeçilmeyecek sözlerdir. Ebe kimseden yardım almak istemezse, kızdırmak için çareler aranır. Bazen çukurun etrafına hayvan pislileri konurdu ki ebe verilecek cezaya hemen razı olsun. Verilen ceza, uzaklara giden hayvanları sıra beklemeden geri getirmek şeklinde olurdu. Böylece çobanlar bir kişiyi,o gün kurban seçerek, devamlı hayvanları takip etme, onları geri getirme işini oyunu kaybeden kişinin üzerine yıkmış olurlardı.
HOPPACIK OYUNU
İki kişi sırt sırta verip, kollarını birbirine doladıktan sonra, sırayla öne doğru eğilerek, diğerini havaya kaldırmak suretiyle oynanan bir oyundur. Yeni ergenlik çağına giren erkek çocukları, güçlerini birbirine göstermek amacıyla bu oyunu oynarlar. Yanlarında kendi yaşıtları bir kız var ise, kilolarına, cüsselerine bakmadan rakibe dayanıklı olduklarını göstermek amacıyla da oynanır. Bir taraf zorlansa dahi, bu hissettirilmez. Birbirlerini havaya kaldırırken, bir de tekerleme söylenir.
“Yerde ne var; yer boncuğu,
Gökte ne var; gök boncuğu,
Annenin adı ne; Fatmacık,
Kaldır beni; hoppacık.”
İP ATLAMA OYUNU
Daha çok kız çocuklarının rağbet ettiği bir oyundu. İp atlama oyunu değişik şekillerde oynanmaktaydı. Şöyleki:
1.Oyun Şekli: Tek kişinin oynadığı ip atlama oyunu. Bunun için bulunan kalınca bir ip (çoğunlukla urgan-ince kendirdir).Bu ipin boyunu, oyuncu kendi boyu ile orantılı olarak belirler. İpin uçlarını iki eliyle sıkıca tutar, dirseklerini kırarak ellerini omuz hizasında kaldırır. İp öne doğru çevrilir. İp yere değdiği anda, üzerinden zıplar. Bunu çok hızlı yapmaya çalışır. İpin üstünden atlayamazsa, ip ayağına dolaşır, dengesini kaybedip düşebilir. Bu atlama işini pratik hale getiren kişi, kendisine çeşitli figüratifler vererek, atlamasını görsel bir hale getirir.
2. Oyun Şekli: İp atlama en az 3 kişi arasında yapılır. Sayışmaca sonucu iki kişi ebe olarak seçilir. Bu kişiler ipin birer ucundan tutarlar. İpe belli bir kavis vererek çevirmeye başlarlar. Üçüncü kişi kenarda bekler, ipin yere değdiği uygun bir anda atlamaya başlar. İpi çeviren kişiler, ne kadar hızlı çevirirlerse, üçüncü kişi de aynı hızla atlamaya devam eder. Atlamayı başaramaz, ayağı ipe takılırsa, düşerse ipi çevirme sırası kendisine gelir. Oyun üç kişiden fazla kişiyle oynanıyorsa, ipten atlayan kişiler sırası ile ortaya gelirler. Hep beraber ipten atlamaya çalışırlar. Bu daha zordur. İpten atlayan bütün oyuncular hem hızlı olmak zorundadırlar, hem de birbirlerinin ayaklarına uyum göstermek zorundadırlar.
3. Oyun Şekli: Görsel olarak en güzel ip atlama oyunu budur. Ama en zor olan şekli de budur. Çoğunlukla üç kişi ile oynanır. Sayışmaca sonucu ipten atlayan oyuncu belirlenir. Diğer iki oyuncu ipi ayak bileklerine geçirir, ipi gererek karşılıklı dururlar. Ayak bileklerine geçirilmiş ipe çeşitli geometrik şekiller verilmiştir. Üçüncü oyuncu iplere basmadan, bu şekillerin arasından atlamak zorundadır. Basması gereken yerler olduğu gibi, basmaması gereken yerler de vardır. Bu kurala uymazsa “ yanar”. İlk aşamada başarılı olunursa, ip ayak bileklerinden dizlere, oradan daha yukarılara çıkartılır. İpin her yukarı çıkmasında hem şekiller karmaşık hale gelir, hem de o yükseklikten atlamak zorlaşır.
İSİM-BİTKİ-ŞEHİR… OYUNU
İlkokul döneminde yaygın olarak oynanan bir oyundu. Sınıf öğretmeni gelmediği zamanlarda, sınıf ortamında oynanırdı. Bunun dışında evlerde de oynanmaktaydı. Öğretmenin önemli bir işi varsa, öğrenciler gürültü yapmamak kaydıyla, sınıfta, serbest bırakılırdı. Bu zaman diliminde de en çok bu oyun oynanmaktaydı. Grup oyunudur. Her oyuncunun kâğıdı ve kalemi hazır olmalıydı. Kâğıtlara “isim, bitki, dağ, nehir, şehir, ülke, eşya, ünlü kişi…” gibi o anda belirlenen başlıklar konurdu. Oyuncular sıra ile bir harf belirler. Herkes belirlenen harfe uygun cevapları başlıkların altına yazar. İlk tamamlayan kişi 10’a kadar sayar. Sayma bitince herkes yazmayı bırakır. Her başlık kaç puansa önceden belirlenir. Çoğunlukla başlıklara 5 ya da 10 puan verilir. Her başlığın cevaplarını oyuncular sıra ile okurlar. Doğru başlıklara verilen puanlar hesaplanır. Bir başka oyuncunun yeni bir harf söylemesiyle oyun yeniden başlar. En sonunda genel puanlar toplanır, birinci belirlenir. Genel kültürü geliştirme açısından yararlı bir oyun olarak değerlendirebiliriz. Beden gücünden ziyade, zihin gücü öne çıkar bu oyunda.
İSTOP OYUNU
Çocukların çok severek oynadıkları bir çeşit top oyunudur. Oyuncular arasından sayışma sonucu seçilen ebe, topu havaya doğru atar. Top havada iken ebe, oyunculardan birinin adını söyler. İsmi söylenen oyuncu topu havada iken yakalamak zorundadır. Bu arada diğer oyuncular sağa, sola doğru kaçışırlar. İsmi söylenen oyuncu topu yere düşmeden yakalarsa, “istop” diye bağırır. O anda hiçbir oyuncu bulundukları yerden başka yere geçmez, hareket etmezler. Topu havada yakalayan oyuncu, bulunduğu yerden yeni bir oyuncunun adını söyleyerek topu havaya atar. Eğer topu yakalayamamışsa, yere düşen topu aldığı yerden “istop”der. Bu durumda oyuncular ebeden epey uzaklaşmışlardır. Ebe topu yakaladığı yerden, oyunculardan birini topla vurmaya çalışır. Oyuncu vurulmamak için zıplayabilir, eğilebilir; ama yerini değiştirmez. İsterse topu tutabilir. Kendisine top atılan çocuk topu tutamaz, vurulursa ebe olur. Top oyuncuya isabet etmezse ebeye belirlenen ceza verilir.
KÖREBE OYUNU
Yurdumuzun birçok yöresinde olduğu gibi, köyümüzde de yaygın olarak oynanan bir oyundu. Özellikle eğitim öğretimin yapıldığı, yani okulların açık olduğu dönemlerde, okul bahçesinde bu oyun oynanmaktaydı. Oyuncu sayısında belli bir sınırlama yoktur. Lazım olan, ebe seçilen kişinin gözlerini bağlamak için kullanılan bir mendil ya da bez parçasıdır. Ebe seçilen kişinin gözleri mendil ile bağlanır. Ebe artık etrafını göremez. Diğer oyuncular ebenin etrafında dolaşırlar; zaman zaman ebeye dokunup kaçarlar. Körebe bunlardan birini yakalamaya çalışır. Bunda başarılı olursa, yakalanan kişi yeni körebe olur; oyun yeniden başlar. Bazen de oyun başlamadan önce karar alınır; ebe yakaladığı kişinin adını da söylemek zorunda kalır. Bu takdirde yakaladığı kişinin adını yanlış söylerse, körebenin ebeliği devam eder. Oyun böyle devam eder.
LOLİK OYUNU
Bu oyun “Gildirik Oyunu” ile tam bir benzerlik gösterir. Yalnız arada küçük bir fark vardır.”Gildirik Oyunu”’nda daire içerisine taş bırakılır. Bu oyunda yuvarlak taş, üst üste konulmuş birkaç yassı taşın üstüne konur. Sayışmaca sonucu belinlenen ebe, yassı taşlar üstüne konulmuş yuvarlak taşın bulunduğu yerde durur. Sırası belirlenen oyuncular, belli bir mesafeden bu yuvarlak taşa, kendi ellerinde bulunan yassı taşları atıp, isabet ettirmeye çalışırlar. Burada oyunun kuralları, hemen oracıkta değişik şekillerde belirlenir. Bunlardan biri: Yuvarlak taşa atış yapan oyuncu, isabet ettirmişse koşup kendi yassı taşını alıp, belirlenen çizginin gerisine gelmek zorundadır. Ebe, yuvarlanan taşı alıp yerine koyduktan sonra, çizginin gerisine ulaşamayan oyuncuya elini vurursa, ebe o oyuncu olur.Bu oyunun bir başka şekli de iki kişi arasında,”Gildirik Oyunu” gibi oynanır. Yassı taşların üstündeki yuvarlak taşı uzağa atmaya başaran oyuncu, o mesafeyi rakip oyuncunun sırtına binerek gider. Bu oyun şekillerinden hangisi, oyun oynanmadan önce kabul edilmişse, oyun bu kurallara göre oynanır.
ORTADA SIÇAN OYUNU
Küçük bir top ile yuvarlak bir nesne ile her zaman, her yerde rahatlıkla oynanan bir oyun. En az 3 kişi ile oynanır. Sayışmaca sonucu belirlenen ebe ortada olur. Diğer oyuncular topu ya da yuvarlak nesneyi bu ebeye kaptırmadan ayakları ile birbirlerine atarlar. Ebe topu alabilmek için hızlı, şaşırtıcı hareketler yapar. Ama diğer oyuncular da topu ebeye kaptırmamak, onu iyice yormak, kızdırmak için büyük çaba gösterirler. Ebe, topu ya da yuvarlak nesneyi kimin ayağından almayı başarırsa o ebe olur. Yeni ebe, ortada olmak kaydıyla oyun tekrar başlar. Oyuncular yorulana ya yorulana, ya da hava kararana kadar oyun devam eder.
SAKLAMBAÇ OYUNU
Yurdumuzun her yerinde oynanan bu oyun köyümüzde de, özellikle akşam saatlerinde oynanmaktadır. Çoğunlukla hava kararınca oynanırdı. Bunda amaç, havanın karanlığından yararlanıp, saklanılan yerin belli olmamasıydı. Grup halinde oynanan bir oyundur. Sayışmaca sonucu bir ebe belirlenir. Her oyuncunun kabul ettiği bir “sobeleme noktası” belirlenir. Burası ya bir duvar dibi, ya bir ağaçtır. Belirlenen bu noktaya ebe yüzü dönük vaziyette durur. Gözleri kapalı olan ebe, belirlenen sayısı yüksek sesle saymaya başlar. Belirlenen sayıya ulaşınca, gözlerini açmadan “sağım, solum; önüm, arakam sobe. Saklanmayan ebe” diye bağırır. Bu arada diğer oyuncular kendilerine uygun saklanma yeri belirlemişlerdir. Oralara saklanan oyuncular nefes dahi almamaya çalışırlar. Ebe, saklanan oyuncuları bulmak için bulunduğu yerden uzaklaşır. Oyunculardan biri/birileri ebeye görülmeden sayma noktasına gelir, o noktaya ellerini vurarak “sobe” diye bağırırlar. O kişiler oyunun bitmesini beklerler. Ebe, saklandığı yerden bir kişiyi görür, adını söyleyerek, sayma noktasına gelir “sobeler” ise o kişi yeni ebe olur. Kimseyi göremez, herkes “sobe” demişse, aynı kişi yeniden ebe olur. Ebeye görünmemek için akla hayale sığmayacak yerlere saklanıldığı olurdu. Gecenin karanlığında fark edilmesin diye koyu renkli elbiseler giyilirdi. Bir çukur içerisine tam siper yatan da olurdu; bir ağacın en uç dallarına çıkıp saklanan da olurdu. Keyif alınarak oynanan bir oyundu.(Sobeleme noktasına kale adı da verilir.)
SEK SEK OYUNU
Yurdumuzun her yöresinde, ufak farklılıklarla oynanır. Daha çok kızların tercih ettiği bir oyundur. İki ya da daha fazla kişiyle oynamak mümkündür. Önce düz bir yere “ sek sek” alanı çizilir. Bu “sek sek alanı” da yöreden yöreye farklıdır. Amaç, sek sek alanındaki çizgilere ayak değdirmeden, yassı bir taşı belirli kurallara göre sürmektir. Belirlenen öncelik sırasına göre oyuncu önce yassı taşı 1 nolu bölmeye atar. Tek ayakla hem sekilir, hem de taş bir sonraki bölmeye sürülmeye çalışılır. Oyuncu 4 nolu bölmeye böylece başarılı bir şekilde varırsa, bu bölmeye çift ayakla basar ve dinlenir. Taş 5 nolu bölmeye sürülür. Bu bölmeye de çift ayakla basılır. 6–7–8 nolu bölmelere tek ayakla sekerek ve taş sürülerek, sek sek alanı çizgilerinden çıkılır. Aynı oyuncu taşı bu defa 2 nolu bölmeye atarak oyunu devam ettirir. Aynı kurallar geçerlidir. Taş çizgiye değerse, sekilirken ayak çizgiye basılırsa o oyuncu “yanar”;yani kural hatası yapmış olur. Taşı sürme hakkı diğer oyuncuya geçer. Oyuncular kendilerine sıra gelince, oyuna kaldıkları yerden devam eder.8 nolu bölmeden kural hatası yapmadan çıkan oyuncu birinci olur.
TIP OYUNU
Kış ayarında, uzun kış akşamlarını daha güzelleştirmek amacıyla, ev ortamında oynanan bir oyundu. Tabii diğer mevsimlerde ve mekânlarda da oynandığı olurdu. Bazen okulda, sınıf ortamında bile oynanırdı. Otaya gönüllü bir ebe çıkar. Ebe, “tıp” dedikten sonra hiç kimse ne konuşur, ne de güler. Hatta duruşunu bile bozmayan oyuncu olur. Ebe, diğerlerini konuşturmak, güldürmek için çeşitli komiklikler yapar. Bu durama dayanamayıp, durumunu bozan kişi yeni ebe seçilir. Yeni ebe, “tıp” demeden önce kendisine bir ceza verilir. Bu ceza genellikle bir türkü söyleme; bir kişinin ya da hayvanın taklidini yapma cezası olurdu. Kişinin iradesine, sinirlerine hâkim olmayı geliştiren bir oyunumuzdu.
UZUN EŞEK OYUNU
Her zaman oynanması mümkün olan bir oyundur. Yurdumuzun her yöresinde yaygın olarak oynanır. Daha çok erkek çocuklar bu oyuna meyillidir. Oyuncular eşit sayıda iki gruba ayrılır. Taş saklama yöntemiyle, altta kalacak oyuncu grubu belirlenir. Oyun genellikle bir duvar dibinde ya da destem alınması için bir ağaç altında oynanır. Altta kalacak grubun oyuncularından biri, kendi grubuna öncülük eder. Bu oyuncu eğilerek eliyle duvardan, ağaçtan destek alır. Diğer oyuncular bir öncekinin bacaklarından tutarak eğilirler. Atlama grubunun oyuncuları, bu şekilde duran oyuncuların üzerine sırayla atlarlar. Atlama anında “uzuneşek, kaba döşek” diye bağırırlar. Eşeğin üzerine bindikten sonra ayaklarını yere sürtemezler; bacaklarını alttaki oyuncunun beline dolayamazlar. Bu vaziyette eşek çökerse, atlayan grup oyuna yeniden başlar. Atlayan grubun tüm oyuncuları başarılı bir şekilde eşeğe binerse, en öndeki kişi “tek mi çift mi” diye parmaklarıyla 1 ya da 2 sayısını gösterir. Eşeğin en arkasındaki oyuncu bu sayıyı tahmin eder. Bilirse, atlama hakkı kendilerine geçer; bilemezse altta eşek olmaya devam ederler.
YAKAN TOP OYUNU
Grup oyunudur. Oyunun oynanması için top bulunması gerekmektedir. O günkü koşullarda her zaman top bulunmadığı için, ancak top bulunduğu zaman oynanırdı. Okulların açık olduğu dönemlerde, öğretmen gözetiminde, okula ait olan topla çokça oynanırdı. Sayışmaca sonucuna göre grupların oyuncuları belirlenir. Aslında oyuncuları belirlemede önemli faktör topun sahibindeydi. Topa kim sahipse onu kızdırmamak için, nazını çekmek gerekiyordu. Aksi halde sahip olduğu top ile kimseyi oynatmaya bilirdi. Hatta istediği kişiyi iki grup arasına dahi almayabilirdi. İçten kızılsa bile, top sahibine bu durum belli edilmezdi. Top patladığı zaman, kaybolduğu zaman bu durumların acısını daha sonra çıkarmak nasıl olsa mümkündü.
İki grup oluşturulur. Belirlenen grubun elemanları ortada kalır. Diğer grubun elemanları ikiye ayrılır, yarısı bir tarafa, diğer yarısı öbür tarafa geçer. Yani ortadaki grubun hem önünde, hem de arkasında rakip oyuncular bulunur. Uçlarda bulunan grup elamanları top ile ortada bulunan kişileri vurmaya çalışır. Kendisine top değen oyuncu, oyun dışı kalır. Kendisine atılan topu havada yakalar ise, o topu atan oyuncu, oyun dışıdır bu defa. Top kimseye değmemiş, kemse tarafından havada yakalanmamış ise, o ucun oyuncuları rakibe topu yeniden atar. Ortadaki grubun tüm oyuncuları vurulmuş ise, roller değişir. Oyun bu şekilde devam eder.
SONSÖZ
Bu oyunların dışında vakit geçirmek amacıyla bireysel oynanan oyunlar da vardı. Yine yarışma amacı olmaksızın, birlikte oynanan oyunlarımız da olurdu. Örneğin, bir söğüdün ya da başka bir ağacın dalı kesilir; kesilen bu dal iki bacak arasına sıkıştırılır. Köy yollarında tozu dumana vererek, at gibi koşulurdu. Bazen yüksek bir tepeye çıkılır; tepe toprağının yumuşak bir noktasından aşağıya doğru kayılırdı. Ayakkabıların, pantolon arkasının bu kayma sırasında aşınması, yırtılması o anda düşünülmezdi. Yıkık bir evin önünde, bir dut ağacının altında, toprağın üstüne elle yollar yapılır, garajlar yapılır. Bu toprak yol üstüne arabaya benzer taşlar konulurdu. Yere diz üstü çökerek, ağzımızdan da araba sesi çıkararak saatlerce şoförcülük oynanırdı. Kuzu otlatanlar zamanı daha güzel geçirmek için yaratıcılıklarını konuştururdu. Bir küçük akarsuyun yanına evler de yapılırdı, değirmenler de yapılırdı. Suyun getirileceği noktaya çamurdan değirmenler yapılır; üstüne bir küçük delik açılır; suyun bu delikten akması seyredilirdi. Küçük dal parçaları, kuru yapraklar akarsuya bırakılırdı. Bu dal parçası ya da kuru yaprak delikten geçmeden önce, deliğin etrafında döner dururdu. Böylece un öğütülmüş olunurdu. Söğüt dallarından düdükler yapılır; bu düdükler maharetle çalınırdı. Söğüt dallarının düzgünleri kesilir, kavisli biçime getirilir, iki ucu arasına bir ip bağlanırdı. Böylece yay yapılırdı. Küçük söğüt dallarından da oklar yapılarak, savaşçılık oyunları oynanırdı. Top oynamak en büyük tutkuydu. Şimdi ev yapılan birçok harman yerlerinde saatlerce bir topun peşinde koşulurdu. Her zaman topa sahip olan kişinin dediği olurdu. Oyunun kurallarını o belirler; istediğini oyuna alır; istemediğini oyundan çıkarırdı. Herkesin topu, top alacak parası yoktu ki… Mahalleler arası maç yapılırdı. O zamanlar baklava dilimli, içi şişirmeli futbol topları vardı. Sık sık patlardı bu toplar. Oyuna vara verilir, patlak yerden iç şişirilir, baklava dilimlerinin kenarları dikilir, maça kalındığı yerden devam edilirdi. Bazen de bez parçaları sıkı bir şekilde top büyüklüğünde sarılırdı; en üste gelen yer dikilirdi. Böyle yapılan bir topla önemli bir maçı izlemiştim. Oyunun ortalarına doğru, sert bir vuruşla top havada paraşüt gibi açılmıştı. Tabii hemen topu sarma işine girişilmişti. Bir taraftan da sert vuruşu yapana kızılırdı, “bu kadar sert vurulur mu?” diye.
Yaz mevsiminde yağmur yağdıktan sonra harman yerlerine çıkılırdı. Buralarda hemen kuruyan toprak üstü kaymak gibi olurdu. Bu kısımlar üstüne resimler çizilir, yazılar yazılırdı. Kayalık yerlerde, çukurlarda biriken yağmur suları içilirdi. Niyet her neye olursa olsun.(Böyle yerler Hüllülük’te çoktu. Keşke saçım dökülmesin dileği ile içmiş olsaydım(!).
Şehirden getirilen plastik oyuncaklara gıpta ile bakılırdı. Böyle bir oyuncağa sahip olmak ayrıcalıklı olmaktı arkadaş ortamında. Plastik oyuncağın zamanla yıpranması gam değildi. Tekeri kopmuş, bir parçası düşmüş ne dert. En son parçasına kadar oynanmaya devam edilirdi. Kız çocuklarının ellerinde başı, kolu, bacağı kopmuş çok sayıda plastik bebekler olurdu. Bezden yapılmış bebeklerin yanı sıra, bezden yapılmış, hayvan şekli verilmiş oyuncakların da rast gele bir tarafından tutularak oynanması yadırganmazdı. Yeter ki böyle bir oyuncak olsun. Boş makaralara iplikler geçirilirdi. Biz önde, makara arkada sokaklar arasından kurşun gibi gidilirdi. Bazen bu makaralar, bir uzun değneğe bağlanırdı ve tel arabalar gibi sürülürdü. Böyle yapmak daha bir cakalı olurdu.
İstanbul Gülü denilen bir çiçek vardı. Bu çiçeğin tohum kısmı yuvarlak olurdu. Bunların büyükleri alınır, ortasına bir sap geçirilerek araba yapılırdı. Kırık bir cam parçasına, kırık bir cam parçası diye bakılıp geçilmezdi. Bunlar alınır, uzun süre ceplerde saklanır. Oynanacak bir oyunda malzeme olarak kullanılırdı. Bu camlardan büyük olanları yakılan bir ateşin isine tutulur, bununla güneşe bakılarak, bilimsel açıklamalar yapılırdı(!).
Bir ağacın dallarına, bir merdivenin basamaklarına ip asılır, ortasına bir küçük minder konularak salıncak yapmayanımız var mıydı? Kuralları hiçbir zaman olmayan güreşte mi tutmadınız? Kimin kime gücü yetiyorsa, onu ağlatana kadar güreşe devam edilirdi. Bıkıp usanmadan Bömere Çayı’na koşarak gidilir, çayın önüne taşlar dizilerek, derince bir set oluşturulurdu. Bu gölde yüzülürdü. Yorgunluktan eve dönüş bir çile haline gelirdi. Kavaklı, Sülüklü, Asma deresi gibi bahçelerde çukurlar kazılırdı. Bu çukurlara su doldurulur; sıra ile içinde yıkanılırdı. Sudan çıkanın vücudunda her türlü ot, yosun olma pahasına…
Terk edilmiş bir eşek sıpası bulundu mu eğlencenin daniskası çıkardı. Onunla birlikte koşulur, kaçmasın diye özel yem bile yedirilirdi. Bir köpek ya da kedi yavrusuna bazen işkence edilerek oynanması sıradan bir çocuk eğlencesiydi. Süğüklerin altlarında, ağaç dallarında kuş yuvaları aramak, yumurtaları, yavru cücükleri oradan çıkarmak da oyundu. Asma deresi, Kavaklı, Sülüklü gibi bahçelerde az sayıda bulunan tosbağalar ters çevrilirdi. Yakalanan kurbağaları, ekin sapı ile şişirip patlatanlar vardı. Çoğumuz elimizden siğil çıkar diye kurbağalara el sürmezdik. Dallardaki kuşlara sapanla taş atanlarımız da bir hayli çoktu.
Okul bahçesinin dışında kız ve erkek çocukları aynı ortamda oynamazlardı. Ama çeşmelerden evlerine su getiren kızların, su taşıdıkları sitillere, tenekelere toprak atılırdı. Dam başında beklenir, aşağıdan geçen kişinin başına süğükten alınan bir tutam kerpicin atılması eğlence sayılırdı.
Bunlardan hiç biri yapılmazsa ya tek başına, ya da bir iki kişiyle birlikte amaçsızca sokaklar arasında, yollarda yorulana kadar koşulurdu. Bu koşu esnasında koşucuların birbirini itmesi kasıt değil, yanlışlık olarak açıklanırdı…
(Yukarıda sözü edilen oyunların çoğu sadece köyümüzde değil, yurdumuzun birçok yöresinde de oynanmaktadır. Bu oyunların tamamı bizim köye ait gibi algılanmasın.)
(Yukarıda anlattıklarımı ben de yapmış gibi yazdım. Ama bunların çoğunu yapmadım, çoğunu oynamadım. Sadece gözlemlerimi, samimi duygularımla yazdım. AMA KEŞKE BU OYUNLARI BEN DE OYNASAYDIM, OYNASAYDIM… KEŞKEEE…)
Saygılarımla.
MEHMET ALİ ÖZÇAMUR
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ
MALATYA