Beni, bir anda karşı kaldırıma fırlattı…
Malatya’da Tuluk Ömer olarak tanınan müteahhidin yaptığı, salı günü kendi kendine çöken binanın doğusundaki Gonca Apartmanı ve Manolya Apartmanı’na da konuk oluyorum.
Salı günü sabahtan akşama kadar enkazın başından ayrılamamıştım. Saat 15.30 sıralarında beni evlerine davet etmişlerdi. Bunca korkuyu yaşayan insanlar, hâlâ başkalarını düşünebiliyorlardı. Benim “toz toprak içinde, aç susuz, ayakta beklememe” dayanamadıklarını söylüyorlar.
Yürüdüğümüzde ayak izlerimizin çıktığı bir ev olmuştu bu konuksever insanların evleri, tozdan. Ama anne Nurhayat Hanımın umurunda değildi ev bark. Ev yansın kül olsun, Buse’me sağ salim kavuştum ya o, bana yeter, diyordu.
Malatya Mustafa Kemal İlköğretim Okulu 6. Sınıf öğrencisi Buse Tahtasakal anlatıyor: “Kahvaltı için evimizin karşısındaki büfeden ekmek almaya gitmiştim. Ekmeği almış dönüyordum. Bizim oturduğumuz apartmanın karşısında inşaat haliyle duran binanın önündeyken dükkânların camları şiddetli bir çatırtıyla patladı. Orada donakaldım. Her yan kapkaranlık oldu. Anne, diye bağırıyordum.
Şehirde değil, köyde yaşamak istiyor…
Korkma kızım, diyen sesten tatlıcı amca olduğunu anladım. Karanlıkta göremedim; ama tatlıcı amcayı sesinden tanıdım. Beni bir anda karşı kaldırıma fırlattı. Tatlıcı amca beni kurtarmasaydı, şimdi burada olamayacaktım. Bir daha annemi, babamı, kardeşlerimi göremeyecektim. Olayı duyup ağlayarak gelen dedemi, anneannemi, dayımı, teyzemi göremeyecektim.
Çok korktum. Dün gece uyuyamadım. Bugün okula gittim; okulda duramadım eve döndüm. Bu evde, bu şehirde yaşamak istemiyorum. Köye, dedemlere gitmek istiyorum.”
Duramazdım, kızım dışarıdaydı…
Buse’nin annesi Nurhayat Tahtasakal: “On beş yıldır burada kiracı olarak oturuyoruz. Buse’yi ekmek almaya yollamıştım. Birden büyük bir gürültüyle sarsıldım. Kızım, diye cama koştum. Camdan içeri kapkara toz doldu. Bir an aklımdan şüpheler geçti. Akşam olamaz, kızımı ekmek almaya yolladığımda az önce sabahtı, dedim. Kapıya koştum. Bitişik komşum Nadire, gitme kötü bir şey oldu, dedi. Duramazdım, kızım dışarıdaydı.
Kızım çöken binanın altında kaldıysa…
Oturduğumuz apartmanın bahçe duvarı ile karşımızdaki inşaatın molozlarının arasındaki daracık boşluktan cadde yönüne gittim. O anda molozları göremedim karanlıktan; ama binanın yıkıldığını anladım. Eyvah, dedim; ya kızım çöken binanın altında kaldıysa…
Buse, Buse diye bağırırken yere yığılmışım. Mücelli Sağlık Ocağı’nın sağlık görevlileri, hızla yetişmişler. Beni ayılttıklarında Buse’me nasıl sarıldım… Dünyalar benim oldu. Hiçbir şey umurumda değildi o an, çocuğuma kavuşmuştum ya…”
Çalık, kendi kesesinden yardım edecekse…
AKP Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, çökmeden zarar gören dükkânların zararının ödenmesi konusunda girişimde bulunduğunu söylediğini Nurhayat Hanıma ileterek onun bu konudaki fikrini soruyorum.
“Öznur Çalık, o dükkân sahiplerine yardımı kendi cebinden yapıyorsa diyeceğim olamaz. Ama benim vergilerimle yardım yapacaksa hakkımı helal etmiyorum.
Dükkânlar, 12-13 yıldır ruhsatsız çalışacak, para kazanacak. Vergi ödemeyecek, kaçak elektrik su kullanacak. Yıllardır onların harcamalarını bütçeden benim ödediğim yetmedi… O sarhoşların gayrı meşru, ahlaksız işler çevirdikleri yere gelenlerce rahatsız edildiğimiz yetmedi… Şimdi de eski püskü eşyalarını son model göstererek bütçeden haraç mı alacaklar? Onlara bu para benim vergimle mi ödenecek?
Ömrümün yarısı gitti.
Adımı da yaz, Nurhayat Tahtasakal’ım, kimseden çekinmiyorum; haklıyım. Öznur Çalık, yardım edecekse kendi kesesinden etsin. Benim emeğimi hırsıza, uğursuza, ahlaksıza, sarhoşa dağıtmasın.
Ben de dünden beri öldüm öldüm dirildim. Ömrümün yarısı gitti. Evlat kaybı yaşadım, kısa süreliğine de olsa. Gece uyuyamadık ailece. Elektrikler bağlandığından bu yana temizlik yapıyorum. Benim de maddi, manevi zararım oldu. Zararımın giderilmesini isterim; ama bütçeden istemiyorum. Halkın bütçesinden istemem. Öznur Hanım, kendi hesabından ödeyecekse benim kayıplarımı da ödesin.”
İşte o kahraman…
Gündüz Apartmanı’nın altındaki Sümer Pastanesi’ni işletiyorum. Adım İsmet Suna. Yeni devralmıştım dükkânı. On birinci günün sabahı, bir çatırtıyla kapkara bir toz bulutu içinde kaldık. Her şey bir anda oldu.
Anne, diye bağıran birini tutmamla karşıya fırlatmam bir oldu. O an ne yaptığımı bilmiyorum. Yoldan bir araç da geçiyor olabilirdi. Çığlık çığlığa yardım isteyen bir çocuğu kurtaracağım derken, başka ihtimalleri düşünemiyorsunuz ki.
Çocuğu kurtardığımı, beni kahraman ilan ettiklerini sizden öğreniyorum.
Buzdolabında ve tezgâhta üç gündür bekleyen pastaları, tatlıları da çöpe attık. Emniyet, beşer dakika izin verdi. Biz, kokmasın diye malzemeleri attık. Evlerde oturanlar da gerekli birkaç eşya aldılar, sırayla evlerine girip hızla çıktılar evlerinden. Sanırım, Taştepe’de misafirhanede konuk edeceklermiş apartman sakinlerini, binanın dayanıklılık tahlil sonuçları gelene kadar.
Yarın: Mağdur vatandaş, neden boynundan aşağısının fotoğrafının çekilmesine izin veriyor?
Not: Yazı dizisi devam edecek.
Sultan Kılıç- Malatya