Dört yaşındayken anası Zaruhi’nin ölümüyle öksüz kalan Garabet Orunöz, yedi yaşındayken İstanbul’a yollanır.
Şimdi elli bir yaşında olan Garabet, son iki yıl içerisinde Malatya’ya, anasının hiç bilmediği mezarını; hiç görmediği bir fotoğrafını aramak üzere geldi.
29 Haziran’da bir grup Malatyalı Ermeni, dört günlük bir ziyaret için Malatya’ya geliyorlar. Ata topraklarında dostlarıyla hasret gidermeyi amaçlayan Malatyalı Ermeniler, oldukça heyecanlılar. Malatyalılar da Malatyalı Ermeniler kadar heyecanlı, sevinçli mi acaba bu ziyaretten?
Malatya’daki anılar…
Salköprü Mahallesi İsmetiye sokaktaki kerpiç evimizin avlusunda büyük bir asma vardı. Asmanın bir yanında dama çıkılan merdiven vardı. Domatesleri kucağımda dama çıkarırdım. Birer ikişer ısırık aldığım domatesleri, yoldan geçenlere atardım. Biraz yaramazdım sanırım.
Avlunun bir köşesinde de ekmek damı denen kulübemsi bir yer… Anam, sac ekmeği pişirirdi. Pişen ekmekleri seleye yığardı. Anamın ardından dolanır, pişen her ekmeğin ucundan koparırdım. Neredeyse tüm ekmekler, sıçan yemişe dönünce kovalamıştı anam beni.
Anam hastaneye yatırılmıştı. Kapımızın önünden her akşam gelip geçen birinin hastanede çalıştığını söylemişlerdi. Ben onu doktor sanıyordum. Akşama kadar, hastanede doktor olarak çalıştığını sandığım adamın yolunu gözlerdim. Anamı sormak için. Sormuşumdur; ama ne dediğini hatırlamıyorum.
Dört yaşındaki bir çocuk, hatırlamaz sanırsınız. Bende iz bırakan hiç kimseyi, hiçbir olayı, nesneyi unutmam. Anamın yüzü nasıldı hatırlayamıyorum; ama olayları hatırlıyorum.
Anam hastaneden eve gelmişti. Yatıyordu, hiç kalkamıyordu. Babamın, annemin başucunda oturduğunu hatırlıyorum. Babam, komşumuz Sara kuyriği çağırmamı söyledi. Sesi ağlamaklıydı. Gitmedim hemen. Babam ağlamaya başlayınca bir şeyler olduğunu hissettim. Anamın son sözlerini hiç unutmadım. Babama: “Agop, Mimmomu (Beni severken Mimmom, diye severdi anam.) dışarı çıkar. Duvar, üstüme yıhılıyı. Mimmom görmesin.” dedi. Dışarı çıkmamak için direndim. Dört yaşında bir çocuk olarak dışarı çıkmak, anamdan ayrılmak istemedim. Babam, annemin gözlerini kapadı.
Sonra avluya kazan kurup su kaynattılar. Avlunun bir köşesine hıla, çarşaf gerdiler. Evin bahçesindeki avluda, Sara Makasçı, AnnaAltunok ve ismini bu ziyaretimde öğrendiğim, Sebahat abla yıkadılar anamı. Erkekler, omuzlarında taşıdıkları sandık gibi bir şey çıkardılar avludan yola. Meğer anamı götürüyorlarmış Malatya Ermeni mezarlığına.
Sonraki üç yıl nasıl geçti bilmiyorum. Yedi yaşında bir kız çocuğu, dört yaşındaki ben ve üç aylık bir kız bebek, ortada kalakalmıştık. Üç aylık kardeşim evlatlık verildi. Ablamı da, Malatya’da bir aile yanına aldı. Beni de; üç yıl sonra Gedikpaşa’daki Joğovaran’a yolladılar.
Kırk dokuz yaşıma kadar hep bir yanım eksik, uykularım haramdı. Anamın küçücük, yırtık pırtık bir fotoğrafı bile yoktu. Mezarını bile bilmiyordum. Bu zamana kadar merak etmedim mi? Yakınlarıma çok sordum; ama kimseden olumlu yanıt alamadım. Kırk dokuz yaşımda, anamın mezarını bulabildim. Anamın mezarını nasıl bulabildiğimi sen biliyorsun. Onu da sen anlat. Mezarını sevdim, okşadım; başucunda dua okuyabildim anamın.
Varlığından kısa süre önce haberdar olduğum teyzemi, anamın mezarını bulmadan bir gün önce gördüm. Teyzeme anam diye sarıldım. Ana yarısı teyzeme sarıldığımda dört yaşındaki Garabet oldum. Anası olanlara hep imrendim.
Tuzla’daki Kamp Armen’e geliş ve Malatyalı Hrant’la tanışma…
Tuzla’ya (1970 yazı hariç) her yaz gitmişimdir. Hrant ağabey ile ilkokula gideceğim ilk gün karşılaştığımız anı çok net hatırlıyorum. Okula giderken kapı önünde ikişerli sıra olurduk. Haftanın nöbetçi abisi, Kumkapı’ya yakın yerde bulunan okula götürüp getirmekten sorumlu olurdu. Hrant’ın sesiyle irkildim: “Benim yontulmamış Malatyalım, sıraya geçsen de gitsek!” demişti. O gün başlayan bağımız, vurulduğu güne kadar da ağabey kardeş ilişkimiz sürmüştü. Hrant, bende hâlâ yaşıyor; anılarıyla, düşünceleriyle, herkese kol kanat gerişiyle, yürekli sevgisiyle, barışseverliğiyle, Anadolu sevdasıyla…
(Ön üçüncü sıradaki mavi giysili olan Rakel, en arkadaki sarı tişörtlü de Hrant; Tuzla Kamp Armen’de)
Hrant için söylenecek çok söz var. Yavaş yavaş herkes onun ne kadar büyük bir sevda ile Türkiyeli olduğunu anlayacak; ama bu anlayış Hrant’ı geri getirmeyecek. Bari başkalarını götürmesin. Bir kişi bile olsun, sevgi uğruna “ölmeyi” göze alabiliyorsa “insanlığın” yaşama hakkı var, demektir. Bunu göze alabilen insanlar da yaşama umudumuzu güçlendiriyor.
Tuzla Atlantisi’nden yurt dışına…
Tuzla Kamp Armen’de sekiz yıl kaldım. Kamptan, eğitim için yurt dışına gitmek üzere ayrıldım. Yurt dışındaki okuldan da adeta kaçarak yurduma döndüm. İki yıl sonra yurda geri döndüğümde de ilk gittiğim yer, yine Kamp Armen oldu. Herkes “Tuzla Yetimhanesi” diyor, oranın öğrencileri bizler ise ‘Kamp Armen’ deriz. Hrant’ın deyişiyle Atlantis, deriz. Orası bizim evimizdi, hayata dair her şeyi biz orada öğrendik. Her ne kadar aramızda yetimler ve öksüzler olsa da, aile eksikliğini hissetmedik ve hissettirmedik. Bu, Kamp Armen’in bir geleneğiydi. Ora, yetimhane değil; bizim ellerimizle yaptığımız sıcak yuvamızdı.
(Yazı dizisi sürecek.)
Sultan KILIÇ
mehmet fatih ince 14 Yıl Önce
sayın sultan hanım malatyadan çıkıp yola düşen ermeniler veya türkiyede ermeni olmak konularında yazmış olduğunuz yazılarda bilinç altınızdaki ayrımcılığın izlerini görmüş bulunmaktayım. Sizi ermeniler konusunda bu kadar ileriye götüren sebep nedir ? Bende bir malatyalıyım 1972 doğumluyum. 17 yıldır samsunda yaşıyorum ve felsefe öğretmeniyim. bende ermeniler konulu bir çok araştırma yaptım. kendi arkadaşlarım içerisinde dedesi veya babaannesi ermeni olan arkadaşlarım oldu. askerde iken ermeni olan askerlerim de vardı. hiç bir zaman için onlara karşı bir önyargı ile yaklaşmadım. hatta dinimize göre gayri müslimin hakkı müslümandan daha çoktur diye çok dikkatli davrandım. Benim anlayamadığım. arguvanlısınız diye veya alevisiniz diye ermenileri bu denli tek taraflı savunmanıza gerek yok. lütfen tarihi iyi analiz edip olayı dramatize etmeyip duygusallaştırmadan objektif bir şekilde irdelemenizi tavsiye ederim. Yanlışlar her zaman olmuştur ve bu tek taraflı olmamıştır.