Metin Göktepe, gözaltında dövülerek öldürülüşünün 16. yılında mezarı başında anılacak
Bak Metin hâlâ gülüyor
Metin Göktepe, tam 16 yıl önce bugün öldürüldüğünde daha 28 yaşında, genç bir gazeteciydi. Yaşasa muhtemelen cezaevinde olurdu. Gerçi, ona da razı annesi Fadime Göktepe. Metin’in döve döve öldürüldüğü günden beri gülüşleri de, sevişleri de hep yarım. Kızı Meryem’in de. Metin’i, Metin’siz yılları onlardan dinleyin.
ESRA AÇIKGÖZ-CUMHURİYET
Yaşasaydı muhtemelen cezaevinde olacaktı o da. Çünkü gerçek gazeteciydi. Nerede haber olsa, gece ya da soğuk demeden oradaydı. Zonguldak’taki büyük yürüyüşte işçilerleydi. Gazi Mahallesi’nde 22 kişi öldürüldüğünde tam mahallenin içinde. Bu yüzden öldürdüler Metin Göktepe’yi. Bir akşam üstü, Eyüp’te. Döve döve, hınçla, nefretle... Kararlı ve cesur oluşunun “onlar”da yarattığı öfkeyle... Tarih, 8 Ocak 1996.
Fadime Göktepe: Çok iyi bir çocuktu Metin. Herkesi sever, ayrım yapmazdı. Annemi yanıma alırım, kimseye vermem, diyordu.... Metin gibi çocuğu Allah herkese versin...
Ona vermişti, ama elinden aldılar! Bundan tam 16 yıl önce. Gülümseyişi hâlâ Fadime Ana’yla Metin’in. Salonun dört bir yanındaki fotoğraflarda. Metin hep Fadime Ana’yla.
Fadime Ana: Meryem, Metin, İbrahim hiç ayrılmazlardı. Metin evdekilerle, dışarıdakilerle, herkesle iyi geçinirdi. Yaramazlığı yoktu.
Meryem Türkmen: İbrahim beşinci çocuk, ben altıncıyım, Metin yedinci. Aramızda ikişer yaş var. Bayağı yakındık...
Koca bir ES. Gözyaşları geri yollanıyor...
Meryem: Sadece kardeş değil, arkadaş, sırdaştık... Yürüyüşlerde, eylemlerde hep yan yanaydık. Onu koruyup kollayacağım diye uğraşırdım, o da beni... Metin’in arasının kötü olduğu birini tanımıyorum. Öyle ki onunla dedikodu bile yapamazdım.
Bütün acılara inat bir gülümseme...
Meryem: Çok güleryüzlüydü. Herkesin kendini özel hissettirecek bir yanını bulurdu. Annemle muhabbetleri çok iyiydi, aynı odada yatar, birbirlerini uyuturlardı. Annem emperyalist nedir dese, biz aman anne boşver, derdik, anlamaz diye. O oturur anlatırdı. Yaşarken de başka bir yerdeydi Metin, hâlâ da başka...
Fadime Ana: Yaşlı teyzeler eylemlere gidiyor, sen niye oturuyorsun derdi. Zonguldak’ta işçilerin grevine gitti, 15 gün yayan yürümüş, ayakları hep yara olmuştu. Bir olay olurdu hemen çağırırlardı, gece bile olsa giderdi. Kötülüğe çalışmıyordu, hep iyiliğe, hep iyiliğe... Polisler de bunun için öldürdüler. Basit bir insan olsaydı öldürmezlerdi. Uğur Mumcu’yu niçin öldürdüler? İyi insanlar gidiyor. Kötüler duruyor.
Derin derin nefes alınıyor. Her cümle içerden, ta dipten, beyin kıvrımlarının ve kalp damarlarının derininden çıkıyor, kanatarak, ama suskunluğun ağırlığından daha az acıtıyor yine de. Metin hakkında konuşmayı seviyor Fadime Ana. Ta ki öldürüldüğü güne kadarki anıları ama...
Fadime Ana: Geç geldiğinde telefon ederdi. O gün aramadı. Yemekleri hazırladım. Metin yok. Küçük oğlum Aziz yatıyordu, Metin’e telefon et, dedim. Gazeteci o, işi vardır, gelir birazdan dedi. Sabah biri arayıp Metin’i sordu. Yok, dedim. Kapattı. Her gün haberleri izlerim ama o gün televizyonu açmadım. Bir şey oldu o gün bana, elim kolum bağlandı. Öldürmüşler Metin’i... Mezarda yüzünü açtılar, valla gülüyordu... Kendimi mezara attım, onu çıkarayım, yaşıyor, diye. Tuttular... Gözaltına alınan o kadar millet vardı, hepsi bağırsa Metin’i kurtarırlardı...
Bir keşke... En çok da erken ölümler de çöküyor insanın üzerine. Zihinde yeni senaryolar kurduruyor, yeni acılar tattırıyor hayata uymayan senaryolar. Ölüm hiçbir kurala uymuyor.
Meryem: İnsanları ne noktaya getirmişlerse, mahkemede tanıklık yapamadılar. Onları suçlamıyorum, susmanın acısıyla yaşamak korkunç olmalı. Diğer yandan pek çok tehdide rağmen konuşanlar da oldu. Mesela, 17 yaşında bir çocuk çok tehdit edildi, ama konuştu. Gazi’de bir lokanta sahibi polisler defalarca dükkânını kapattığı halde vazgeçmedi tanıklıktan.
Onlar da baskılardan, tehditlerden paylarına düşeni alıyor. Ancak hiç geri adım atmıyorlar. Fadime Ana, geçirdiği trafik kazası sonrası sarılı başı, ayağıyla tekerlekli sandalyeyle giriyor mahkeme salonuna. Belki de onun o “anne anne” bakan gözleri yüzlerce insanı Aydın’a, Afyon’a getiren...
Meryem: Sahipleniş enteresandı, ivme düşmeden 2-3 yıl otobüslerle takip etti herkes. İlk duruşmayı Aydın’a atınca bir restleşme oldu, İstanbul’da kalsak o kadar takip olmazdı belki de. Metin’in öldürülüşü cunta devrini aratmıyordu. Genç gazeteci olması, arkadaşları, sevilmesi, bir de annemin rolü büyük. Üç yıl kilometrelerce yol yapmasaydık Metin sandalyeden düşüp ölmüş olacaktı! Bu mücadele bize Metin’i getirmedi ancak onun da isteyeceği gibi bir gerçeği aydınlattı. 1900’lere uzanan gazeteci cinayetlerinden biri zamanında aydınlatılsa, emir verenler yakalanabilseydi, bugün bunlar olmazdı. Bu zincir bir yerden kırılmalı.
Fadime Ana: Dünya geldi Metin için. Sağ olsun herkes çok uğraştı, basın, arkadaşları, Emek Partisi, dış devletler de... Hâlâ da geliyorlar ziyarete.
Suskunluk... Laf yine Metin’le açılıyor. Fotoğrafına bakıp, hâlâ gülüyor bak, diyor gülen gözlerle Fadime Ana. Metin’le bir biz de gülüyoruz. Gözü Metin’in fotoğraflarından kızı Meryem’e kayıyor aynı sevgiyle.
Meryem: Aileyi hep Metin bir araya getirirdi. Yılbaşları Metin’den sonra hep zuldür. O yılbaşı çok ısrar etmişti, bir araya gelelim, diye, gelememiştik.
1995’in 12 Mart’ında “Anne açım” diyerek giriyor eve, “ben banyoya giriyorum, yemekleri ısıtsana”. Meryem mutfaktan çıktığında Metin’i arıyor, yok. Gazi Mahallesi’nde yaşlı bir adamın öldürüldüğü haberi gelince mahalleye gidiyor Metin. Üç gün Gazi Mahallesi’nde, polisin saldırıları arasında kalıyor.
Fadime Ana: Biz de gittik Gazi Mahallesi’ne, sokmadılar. Üç gün hiç görmedim. Öldü mü bilmiyorum. Sonra çıktı, geldi.
Meryem: Şimdiki gibi değil, Uğur Mumcu’ların izinde bir gazeteci olmak istiyordu. Sohbeti hoş bir çocuktu, insanları konuşturmayı becerirdi. 24 yaşında bir radyo programı yaptı, Erdal Eren’in avukatlarını konuşturdu. Erdal Eren’in avukatlarını ilk kez duyurduğu için çok heyecanlandı. Yaptığı her işi severek yapardı. Gazi Olayları’nda polisin dövüp çöpe attığı kadın vardı ya. Onu ilk Metin bulmuştu. Ahmet (Şık) bana haber atlattın diye, takılırdı.
Fadime Ana: Ahmet de çok ağladı, çok...
Gözler, Metin’in fotoğraflarının arasındaki Ahmet’te...
Fadime Ana: Metin’i öldürdüler şimdi binlerce Metin var. Onları görünce mutlu oluyorum. Ahmet’i bir kitap için içeri koydular, binlerce kitabı çıktı. Hepsini bitirelim diyorlar, ancak daha çok oluyorlar, görmüyorlar mı? Türkiye’de adalet yok. Kötülük Cumartesi Anneleri’nden, 1 Mayıs’a gidenlerden çıkmıyor ki... Eskiden eyleme çok giderdim. Rahatsızım bir süredir. Doktor, olayları çok izliyor musun, dedi. Tabii dedim. Çok bakma, her şeyi kafaya koymayacaksın, dedi. Az bakıyorum artık. Bakınca üzülüyor, sinirleniyorum.
Şimdi Metin’in adı yeniden geçiyor haberlerde. Son yaptığı haber 1995’te öldürülen Albay Özden’le ilgili diye, Ergenekon davasına eklendi. Ancak bunlardan hiçbir şey beklemiyor Meryem. Yeni davaya gerek yok, bütün katillerin ismi biliniyor.
Meryem: Ergenekon gerçek bir yargılama değil. Metin’in katillerini yakalamak isterlerse onlara yol gösteririz, o gün bir dolu insanı gözaltına alma emrini veren İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, “sandalyeden düşüp ölmüş” diyen İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan, Adalet Bakanı Mehmet Ağar, Eyüp Emniyet müdürü Mehmet Ali Aydın Akdemir... Konu sadece Metin değil, Metin’in cenazesine gittiği, devletin denetimindeki Ümraniye Cezaevi’nde polisin öldürdüğü insanların cinayetleri de araştırılmalı.
METİN GÖKTEPE ANILIYOR
Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe, gözaltında dövülerek öldürülüşünün 16. yılında mezarı başında anılacak. Esenler Atışalanı Kemer Mezarlığı’nda saat 11.00’deki anma töreninde ailesi, gazeteci meslektaşları, dostları Göktepe’yi kabri başında anarken cinayet bir kez daha lanetlenecek.
Evrensel Gazetesi muhabiri Göktepe, 8 Ocak 1996 tarihinde Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen iki tutuklunun cenaze törenini izlemek üzere gittiği polis ablukasındaki Alibeyköy’de gözaltına alındı. Göktepe, Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü. Göktepe, Eyüp’te feci şekilde dövüldü, işkenceye uğradı ve cesedi polisler tarafından salonun yakınlarındaki bahçeye bırakıldı. Göktepe için dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar “Sandalyeden düşerek öldü”, dönemin İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise “Sandalyeden değil, duvardan düşerek öldü” diye açıklamalar yaptı. Göktepe’nin öldürülüşünden 3.5 yıl sonra Mayıs 1999’da 6 polis, 7.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Emniyet Amiri Seyit Battal Köse’nin cezası daha sonra 1 yıl 8 aya düşürüldü. Polisler 1.5 yıl hapis yattıktan sonra aftan yararlanıp tahliye oldular