KÖY ENSTİTÜLERİ 78 YAŞINDA
KÖY ENSTİTÜLERİ 78 YAŞINDA
Köy Enstitüleri’nde oyunların en millisi, “ağırlama”sı, zeybeği, halayı, horonu, lorkesi el ele, kızlı erkekli oynanırken, türkülerin en yerlisi söylenip çığrılırken, şiirin, öykünün, romanın, resmin en hası yazılıp çizilirken, yerli ve milli olmayı “İslami olma”ya indirgeyen bir siyasal görüşün yönetimindeki eğitim, şimdi halk oyunlarını “halt oyunu”, kızlı erkekli el ele oynamayı “zina” sayan sonuçlarını vermeye başlamıştır.
“Hümanitas”a (insanlık ülküsüne) ait ne kadar değer varsa hepsini reddedip dininin, dilinin, kininin, ırzının, kalbinin davacısı olmaya teşvik edilen ve bu yönde koşullandırılan bu kafa, düşünce özgürlüğü deyip sözü çevirecek sıradan bir beyan sahibi değil, eğitim yönetimine bağdaş kurup eğitimi yöneten bir kamu görevlisidir. Artık “Türk tipi başkanlık” derken İslami başkanlığın, yerli ve milli anayasa derken İslami anayasanın, yerli ve milli kolluk derken İslami kolluk gücünün, yerli ve milli eğitim derken İslami eğitimin ve hepsinin üzerine tüy diken “Türk tipi demokrasi” derken de İslami demokrasinin kastedildiğini anlamamak için bir neden kalmamıştır.
Son eğitim şûrası Nitekim 2014 yılındaki Milli Eğitim Şûrası’nda PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı sonuçlarına göre yerlerde sürünen, 64 ülke arasında matematikte 44. sırada, okuma ve okuduğunu anlamada 42. sırada, fen bilimleri kavramları ile düşünebilmede 43. sırada (PISA 2012 sonuçlarıdır) olan Türkiye’nin eğitim sistemindeki bu düşük performansın nedenleri ve çözüm yolları üzerinde tartışılması gerekirken bu konu hiç gündeme getirilmemiş, Fatih İstanbul’u fethederken meleklerin cinsiyetini tartışan “aziz”ler örneği, Türkiye’de din eğitiminin 5 yaşında mı yoksa 7 yaşında mı verilmesinin daha uygun olacağı tartışılıp şimdilik bebeler dışarıda bırakılarak sonuca bağlanmıştır.
Evrensellik simgesi Pisagor teoremini yaptığı binanın temelinin bir ucundan diğer ucuna çaprazlama gerdiği ip üzerinden öğrenen, uygulamadaki bilgi ve becerilerini ders programlarına yansıtan, Atigone’yi okuyup Bach çalan öğrenciyi ve bu eğitim sistemini küçümseyen yerli(!) ve milli(!) eğitimcilerin ülkeyi getirdiği nokta, cehalete övgüler düzecek, Türkiye’yi cahillerin ayakta tutacağını iddia edecek kadar kendinden geçmiş bir cehalet, bir akıl dışılıktır. Oysa sınıftan işliğe, işlikten tarım bahçelerine, tarım bahçelerinden diğer enstitülerdeki işlere katılma şeklinde dalga dalga genişleyen bu eğitim modeli, AB ülkelerinin eğitim konusunda yeni biçimlenen görüşlerinin esin kaynağı olmuştur. AB ülkelerinin “kırsal kesim” için öngörülen eğitim politikalarında “bölge koşullarına uyum, yapısal sorunlarla karşı karşıya olan yörelerde ekonomik ve sosyal değişim, kadın ve erkek için eşit olanakların sağlanması, farklılıkların korunarak bütünleşmenin sağlanması” hedeflenmiştir (Deniz Ilgaz, Boğaziçi Üniversitesi, Avrupa Köy Enstitüleri Eğitimine Yöneldi, Cumhuriyet Gazetesi, 22 Nisan 2001).
Gene okul-iş ortaklığı ilkesi çerçevesinde ülkenin değişik yörelerinden gelen gençleri kaynaştıran, yerel/kültürel farklılıkları emiştirerek bütünleşmeyi sağlayan enstitüler arasındaki öğrenci hareketliliği, AB ülkelerinin “eğitimde mobilite” ilkesine kaynaklık etmiş, Erasmus, Leonardo da Vinci adı verilen öğrenci değişim programları ile farklı kültür gruplarındaki gençlerin farklılığını koruyarak bütünleşmelerini sağlama hedeflenmiştir. Pek çok Türk öğrenci bugün AB’nin “eğitimde mobilit” ilkesinden yararlanmaktadır.
Son durum Bugün bırakınız “sınıflara koşma”yı, “haydi çocuklar şimdi camilerinize koşun” çağrısının yayımlanması zorunlu kamu spotu yapıldığı bir ortamda sınıf, adeta bir an önce terk edilmesi, boşaltılması gereken bir eğitim ortamıymış gibi bir algı oluşturulmakta; cami, okulun seçeneği kılınmaktadır. Oysa bu iki kurumdan biri, diğerinin seçeneği değildir. Seçenek kılarsanız, halk oyununa “halt oyunu”, kızlı erkekli halaya “zina”, eğitimde mobiliteye “fuhuş gezisi” diyen kafalar eğitimci(!) sayılmaya, daha da vahimi, eğitim yöneticisi olmaya devam edecektir.