Eren AYSAN-Cumhuriyet
Babam kapıyı üç defa çalardı. Kocaman sevinci sürükleyerek koşardım yanına. Akasyalı sokağa bakan evimizin balkonunda her akşam aile sofraları kurulurdu. Ölüm öyle uzaktı ki, kimse bir mezar taşının yanından geçeceğini ummazdı. Bir gün evin telefonu çaldı. Babam Sivas’tan arıyordu. Sesinde tuhaf bir tedirginlik: “Belki bugün dönerim.” O gelemeden gökyüzünden yıldızlar indi. Gece televizyonda “Sivas’ta olaylar” başlığı... Önce yirmi iki yaralı var, dendi. Akşam saat on haberlerinden sonra altyazılar geçmeye başladı. Televizyonda İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun açıklaması: “Ölenlerden ilk sekiz kişinin kimlik tespiti yapıldı, isimlerini sayayım.” Babam dördüncü isim. Sessizlik delip geçiyor bedenimi, hiçbir kıpırtı hatırlamıyorum. Spiker, “Sayın bakanım, ölenler arasında Behçet Aysan gibi yazarlarımız, sanatçılarımız var mı?” diye soruyor. Bakan birkaç dakikalık susuştan sonra “Evet” yanıtını veriyor. Ben daha çok korkuyorum.
Sabaha kadar mavi odamda bekledim babamı. Gelemeyeceğini bile bile... Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum” dizesi, “Sizin hiç babanız yakıldı mı? Benim bir kere yakıldı, o günden bu yana ülkem kör oldu” olarak zihnime çakıldı. Siz böyle bir körlüğün ne demek olduğunu bilir misiniz?
Hiç şüphe yok ki, 2 Temmuz 93 çocukluğumun bitip ergenliğe adım attığım gündür. Bir silsile halinde yaşanan tarifsiz acıların başlangıcıdır. Mesela Ankara 1 No’lu Güvenlik Mahkemesi’nde 21 Eylül 1993 günü başlayan Sivas davasında, mağdurlar duruşma salonuna alınmadı. Bu duruma itiraz eden, Sıvas katliamında çocuklarını kaybetmiş annelerin çığlığı emniyette bitti. Çıkan olaylarda pek çok kişi gözaltına alındı. Bense ilk duruşmanın olduğu günden bu yana “yenilgi” duygusunu üzerimden atamadım. Sanki o ana kadar her şeyin çözümü vardı. Sıkıntı ne kadar ağır olursa olsun, küçücük hayale yol açan umut da vardı. Şimdiyse tek duygu kaldı geriye, çaresizlik… Felaketler dizisi bununla bitmedi, o günlerin gazetelerinde, yananın provokatör, yakanın kahraman olduğu söylemlerine tanıklık ettik. Özellikle Sabah, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Meydan gibi yüksek tirajlı gazeteler, “olaylara Aziz Nesin’in yaptığı lüzumsuz konuşmanın neden olduğu”nu dile getirdi. Kendinden menkul köşe yazarları, orada öldürülen sanatçı, yazar ve şairlerin kimliğini gözetmeden, tek hedef olarak Aziz Nesin’i gösterdi. Kaleme alınanlar, Madımak Oteli’nin önünde yükselen, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak”, “Kahrolsun laiklik” nidalarından uzaktı. Siz kalpten parmak uçlarına uzanan acının tırnakları bile titrettiğini bilir misiniz?
Bir sonraki duruşmaya, dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan yakanların yanında katıldı. Başlangıçta yüz otuz sekiz sanık mahkûm edildi. Ancak, sanıkların dördü yaş küçüklüğü, biri de akli maluliyet nedeniyle ceza indiriminden yararlandı. 39 kişinin beraatına karar verildi. Aralarında aranmakta olan Ramazan Önder ve Özkan Doğan’ın da bulunduğu 49 sanık, daha sonra yürürlüğe giren Topluma Kazandırma Kanunu’ndan yararlanma talebinde bulunmalarına karşın, olayın ardındaki örgütler hakkında bilgi vermedikleri için istemleri reddedildi. Bu sırada yürürlüğe giren TCK’nin henüz tartışıldığı süreçte, cezaevinde bulunan 13 sanık, bu maddenin TCK’de olmadığı gerekçesiyle salıverildi.
Sanıklardan yurtdışına kaçmış olanlardan Adem Ağabektaş, Metin Ceylan, Sedat Yıldırım, Ethem Ceylan ve Mehmet Yılmaz’ın iadeleri sağlanamadı. Birtakım sanıkların aranmasına sözde devam edildi. Kırmızı bültenle arandığı ifade edilen sanık Cafer Erçakmak kızının evinde temmuz ayında vefat etti. Birkaç ay önce yine sanıklardan Vahit Kaynar Polonya’da yakalandı. Ancak Adalet Bakanlığı sanığın iadesiyle ilgili gereken işlemi yapamadı. Kaynar salıverildi. Bütün bunların sonucunda 6 Aralık’ta Sivas davası zamanaşımına uğrayacak, sanıklar mahkeme huzuruna çıkamadan konu kapanacak.
Oysa biz, Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar siyasi cinayetlerde yaşamını yitirmiş kişilerin aileleri olarak, Meclis’e gitmiş, siyasi cinayetlerde zamanaşımının kaldırılması ve Meclis araştırma komisyonunun işlerlik kazanması için yeni düzenlemelere gidilmesi gerektiğini bildirmiştik. Görüştüğümüz bütün partiler taleplerimize sıcak yaklaşmıştı. Ama platformun önerilerini dile getiren öneriler iktidar partisinin oylarıyla tam on dört defa reddedildi. Geçen yıl ülkemizde sendikal hareketin öncüsü Kemal Türkler’in davası da zamanaşımına uğradı. Siz Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan Türkler’in çığlığının yüreğin hangi kör noktasından yükseldiğini bilir misiniz? İşte o acıyı 6 Aralık günü ben de yaşayacağım.
Peki Toplumsal Bellek Platformu üyelerinin kimi gazetecilerle görüşmeye gittiğinde, Ruşen Çakır’ın “Sıvas’ı da bana yıkmayın!” sözünü sarf etmesi, ne demektir? Ne Canan Kaftancıoğlu’nun gözündeki yaş, ne Zeynep Altıok’un yüreğinde değil artık etinde hissettiği acı ne de Özge Mumcu’nun isyanı çözebilir. Siz ağlayamamaktan gözünüzün sabaha kadar batmasının ne demek olduğunu bilir misiniz?
Eğer yaşadıklarımız kötü bir rüyaysa, rüyanın sonunu da söyleyeyim size. 2 Temmuz 1993 günü annemin gözünde yaş yerine kan vardı. Büyüdü gözündeki kan pıhtısı. Bir gün ayağa da kalkamaz oldu. Defalarca ameliyat masasına götürdüler annemi. O gideceği yeri bilerek ince bir çizgi gibi gülümsedi. Ölümünden bir gün önce saatlerce konuştuk. “Babamı çok mu sevdin anne?” “Sen olsaydın sen de severdin” dedi olanca mahcupluğuyla. Son konuşmalarımızdı bunlar. Şimdi soracağım soruyu siz de hissedebiliyor musunuz?
“Biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık?”
6 Aralık’ta Sıvas duruşması var. Bir kere de vicdanınızı dinleyin ve duruşmaya gelin