Ben her yıl düzenli olarak yaz aylarında Arguvan'a giderek birkaç ay anamın yanında kalırım. Bu yıl yani ağustos 2016'da,serin bir akşam vakti, çilingir sofrası kurup Rakı içerken ve olmazsa olmazım Arguvan Türküsü dinlerken, derin nostaljik anılara daldım ve çocukluk, ilk gençlik yıllarımın geçtiği ve heyelan nedeniyle 1988 yılında boşaltmak zorunda kaldığımız (terketmek demiyorum çünkü zorunluluktan ayrıldık) o eski ve sahici insan kokan, bütün insani değerlere mekân olan o güzel mahallemizden bir türlü çıkamadım. Bu yazı o anda zihnimde şekillendi. Birazda, anılarımı ve hafızamı yoklayarak bu yazıyı kaleme aldım. İstedim ki, siz Arguvanlı hemşehrilerim ve de özellikle bizim eski mahalleden arkadaşlar ve dostlarla paylaşayım.
Hemen belirteyim ki:sürçi lisan eylersem, bir eksiğim yada kusurum olursa, af ola! Arguvan sevdam ve iyi niyetim yazdıklarıma kanıt ola...
1987-88'li yıllar. Evden çarşıya giderken, yol boyunca ince bir çizik şeklinde toprağın yarıldığını ve günden güne bu yarıkların büyüdüğünü görüyorduk. Anlaşıldı ki, bu durum heyelanın başlangıcı.
Sonra, kerpiç damlarımızın duvarlarında küçük çatlaklar ve yarıklar belirmeye başladı. Hiç unutmam, bizim kapı komşumuz hatta evlerimizin duvarları bitişik olan (Buna Arguvan'da him Komşusu denilir) Gödeşler dediğimiz Satı bibinin oğlu Mahmut amca (Bal Mahmut, Baley) her akşam evin duvarının çatlamış, yarılmış yerlerine taşları sokarak çamur sıva ile kapatıyor, "haydi, bir daha açılda göreyim"diyerekten kendinden emin ve keyifli bir an yaşıyordu. Bunu gören komşular Mahmut amcaya, "hiç boşuna uğraşma, yarın sabaha kadar o yarıklar büyüdüğü zaman açılarak o duvara soktuğun taşlar düşer!"diye uyarıyorlardı. Ama Baley, kimseye kulak asmıyordu. Baley, her sabah uyandığında ilk işi taş doldurarak sıvadığı yarıklara bakmak oluyor. Bakıyorki, komşuların dediği gibi, yarık iyice açılmış ve o koca taşlar yerinden düşmüş! Baley, başlıyor taşa - toprağa, heyelana hatta komşulara küfür etmeye. Mahmut amca küfürbaz biri olduğu gibi çok gür bir seside var. Bunun üzerine komşular Baley'in başına toplanarak, takılıyor ve onu kızdırıp, küfür ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Haliyle, Baley yine küfüre başlıyor ama ne küfür. Gün yüzü görmemiş ve ağza alınmayacak küfür! Aslında, Mahmut amca pırlanta gibi bir yüreğe ve insan özüne sahipti. Saf, temiz, iyi bir insandı.Işıklar içinde yatsın.
Heyelanın artması üzerine devlet, mahallemizde her eve, aileye çadır dağıtarak evleri boşaltmamızı istiyor. Ve böylece, çadırlarımızı 1988 yılının yaz aylarında,mahallemiz içinde bulunan, açık ve geniş alana sahip olan ve Gölyeri olarak adlandırılan yere kurduk.
Sonra, komşularımızın büyük bir kısmı şimdiki 81 evlere, bir kısmı ise şimdiki 47 evlere taşınıp-yerleşti.
Peki sonuç ne?
Heyelan denilen bir doğa olayı ile doğup-büyüdüğümüz, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşadığımız,evlerimizden, mahallemizden koparak, yaşadığımız geçmiş anılarımızın, güzel komşuluk ilişkilerimizin somut olarak mekân açısından yok olması ve sadece anılarımızda, hayallerimizde hatta rüyalarımızda o güzel mahallemizi, o sahici güzel insanlarımızı, komşularımızı nostaljik bir duygu bağlamında anar olmamız ve özlemimizin depreşmesi!!!Bu durum karşısında, yaşlı insanlarımızın, duygusal açıdan daha çok etkilendikleri bir gerçek.
Ben o dönem, Malatya'da İnönü Üniversitesi'nde okuyordum ve ayda birkaç defa Arguvan'a gelip, gidiyordum. Biz aşağı eski lojmanlarda kirvemizin evinde 2 yıl oturduktan sonra 1990 yılında 47 evlerdeki evimize taşındık.
Bir gün anama dedim ki, "ana, yeni mahallemizden, komşulardan memnun musun?" Anam,öyle bir iç çekerek dediki, "oğlum, biz ne gördüysek aşağıda, eski mahallemizde gördük! Orada, kırk-elli yıllık komşularımız vardı. Herkes birbirinin huyunu-suyunu bilir tanırdı. Burada ise, her tarladan bir kesek. Kimse, kimsenin huyunu-suyunu bilmiyor."dedi.
Bu yıl yine yaz tatilinde anamın yanına Arguvan'a gitmiştim ve yine 86 yaşındaki anama sordum:"Ana, aradan tam 26 yıl geçti bu mahalleye taşınalı. Kıyaslayacak olursan, eski mahallemiz mi, yoksa buramı iyi?"diye.
Anamın, çok duygulandığını gördüm ve dediki:"oğlum, ben hala bütün rüyalarımı bile eski evimizde, eski mahallemizde görüyorum. Ah eski mahallemiz, eski komşularımız..."dedi ve bunun üzerine, nostaljik anılara dalarak bende çok duygulandım.
O halde, neymiş bu eski mahallemiz ve insanlarımız. Kısaca açıklayayım.
Şu anda Arguvan 3.yerleşim alanında bulunuyor. Arguvan, 1954 yılında ilçe olduğunda ilk yerleşim yeri ve çarşısı bizim mahalle yani eski Tepebağ mahallesi, Gölyeri denilen yer ve çevresi. İlk Belediye Başkanı'da Hurşit Eren.
Sonraki yıllarda ise kaza yeri-çarşı, bizim mahallenin güney kısmında 500-600 metre ileriye taşınmış. 1988 yılında meydana gelen heyelan nedeniyle bizim mahalle peyder pey boşaltıldı. O dönem Arguvan merkezin, Bahçelievler, Tepebağ ve Bayraktar olmak üzere 3 mahallesi vardı. Mahalle derken, bildiğimiz köy koşulu ve yaşantısı.
Mahallemizi, batı kısmında bulunan küçük bir tepe olan Tarhana tepesi çevirir, Elazığ,Keban tarafından,yakın mesafede ise isaköy'ün mezrası olan Karakaya tarafından doğan güneş, Tarhana tepesinden batarken Mahallemizde özellikle yazın hafif bir esinti ve serinlik oluşurdu.
Mahallemizin güney kısmında ise, Tarhana tepesinin devamı olduğu bilinen ve önceleri üzerinde yeşil bir bina olduğu için, "Yeşil binanın tepesi " dediğimiz küçük bir tepe vardı. Aslında bu tepe, yüzyıllar önce mezarlıkmış! Özellikle güz aylarında damların sıvasını yapmak için bu tepenin yamacından toprak kazılır ve elekte elenirdi. Toprak, birazcık kazıldığında, çürümüş halde bulunan insan kemikleri ve iskeletleri ortaya çıkardı. Tepenin, Gölyeri'ne bakan kısmında ise bir çeşme ve selektör binası vardı. Yine, Yeşil binanın yani tepenin, çarşıya giden yolun sol alt kısmında ise, küçük bir bademlik vardı. Çocukluğumuzda o bademlikten badem çağlası yemek bizim için dünyanın en büyük haz veren bir olayıydı.
Yeşil Binanın tepesine çıktığımızda kaza yeri yani çarşı ve taaa Bahçelievler mahallesi görünürdü. Çarşı merkezindeki (!) yol boyu akasya ağaçları ve çamlık ile yemyeşil bir görüntü vardı. Hele akşamları ve gece, Yeşil Binanın tepesinde püfür püfür yel eser ayrıca Malatya'nın ışıkları belli-belirsiz olarak görünürdü. Gündüz ise, Abdulvahap dağı ve üzerindeki eski-harabe yapı görünür ve çocukluk dönemimizde bizde sanki o dağın üzerindeymişiz gibi bir his oluştururdu. Bir dönem Arguvan'dan kurban ve adak için Abdulvahap'a ziyarete gidilirdi.
Mahallemizin, kuzey kısmında bir küçük tepenin başında evler vardı ve biz oraya İmaslar derdik. İmaslardan çarşıya gidenler ya Tarhana tepesinin yan cılga yolunu kullanır yada bizim mahallenin içinden geçerlerdi.
Mahallemizin, güney-batı kısmında stabilize karayolu vardı. Bu yol, yukarı köylere ve yukarı atma'ya doğru giderdi. Zaten, çocukluk dönemimizde yok denecek kadar az sayıda araç vardı ve çoğuda Traktör'den ibaretti. Dımbıdı'nın(Memet) kamyonunu ise çok meşhurdu.
O dönem Arguvan'da sadece Hağloğ Hasan'ın fırını,taş fırın-odun ekmeği çıkardığından, kepeğide bol olduğundan ekmek esmer oluyordu haliyle. Böyle olunca biri şehere yani Malatya'ya gidecek olduğunda ona verilen ilk sipariş, açık ekmek oluyordu. Hatta, şimdiki çocuklara ve gençlere pek inandırıcı gelmez ama biz çocukluğumuzda, ekşili ekmeğin yada yufkanın arasına somun yada açık ekmek koyarak yerdik. Yokluk ve yoksulluk hali diyelim.
Mahallemizde, hatta hemen bizim evin arkasında Halpuzlu Ali Doğan ve Mıstik'in işlettiği motorla çalışan bir değirmen vardı. Özellikle yazın ve sonbaharda ilçe merkezi ve yakın köylerden değirmene gelenler olduğu için bir kalabalık oluşurdu (!) Çocukluğumuzda,değirmen adeta bizim oyun alanımız olmuştu. Değirmende pıtpıt yer, buğday çuvallarının / yüklerin üzerinde koşar,zıplar,saklambaç oynardık. Cıvıl cıvıl ve neşe içinde günlerimiz geçerdi.
Çocuk düşlerimde ve özlemimde kalan iki şey, yazın kerpiç damlarımızın üzerinde, yıldızların altında yatmak, kışın ise damların üzerinden yere yani karların üstüne takla atmak. Kışın çok kar yağdığında, arkadaşlarla damların üzerine çıkar ve yere takla atardık.
Bahçelievler mahallesi yani çarşının içinde ve çok yakınında oturan arkadaşlar bizlere"köyün uşağı"derdi hatta bizlerden çekinirlerdi. Bizde onlara"çarşının uşağı"derdik! Aslında, hepimiz köylüydük ama bizim mahalle daha da köylüydü!!!
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği 6 Mayıs 1972 tarihinde ben ilkokul 1.sınıf öğrencisiydim. Anamın ve komşu kadınların çok üzülldüğüne hatta ağladıklarına şahit oldum. Böylece, önce duygusal etki sonra bilinçlenmek suretiyle devrimciliğe adım atmış oldum/olduk.
Artık, çocuk oyunlarımız bile değişerek kaçak-polis tabir ettiğimiz oyuna başladık. Genellikle, ben Deniz Gezmiş oluyordum. Oyunumuz, oyun olmaktan çıkıp çok ciddi hale bürünüyordu. Hatta, bir seferinde, yakalanan arkadaşı değirmenin yan tarafında bulunan merteğe asmak için boğazına kendir geçirmek suretiyle taşların üzerine çıkarıp, taşları ayağının altından çektik ve artık heyecan ve korkudan olsa gerek kurtaramıyoruz. Çevrede bulunan büyüklerimiz gelip arkadaşı ipten aldılar yani kurtardılar. Vay be! Neler yaşamışız.
Tabi çelik-çomak (Dülü) oynamak ve çember çevirmek hatta tarhana tepesine çıkıp, büyük lastik tekerleğin içine girerek, tepeden aşağıya yuvarlanmak da vazgeçilmez oyunlarımız arasında bulunuyordu. Şimdi, düşünüyorum da, çok gözü kara çocuklarmışız ve çok tehlikeli oyunlar oynamışız.
Bizim çocukluk dönemimizde mahallemizde evlerde içme suyu yoktu ve mahalleli, suyu, ya vayısın oğlu Abdullah amcanın evinin yakınındaki musluktan yada ağ piğerden bakraçlarla, helkelerle getirirdi. Yazın, ayranlı-yoğurtlu çorbayı, gilikliyi soğutmak için de ağ piğere giderlerdi.
Arguvan merkezde Köseeller dediğimiz daha çok Orhan soyadlı ailelerden oluşan bir sülale. Köseeller'den iki kardeş,Kemal Orhan ve Hüseyin Orhan Arguvan'da belediye başkanlığı da yaptılar.
Bizim mahalleye tahminen 300-400 metre mesafede bulunan Köseeller'de artezyen kuyusundan su kaynağını alan ve bahçe sulama amaçlı yapılmış olan bir havuz vardı. Çocukken, o havuz bizlere sanki olimpik yüzme havuzu gibi büyük gözükürdü. Yazın, sık sık o havuza gider yüzerdik yada Arguvanca olarak çimerdik. Yüzmeyi, o havuzda öğrendik diyebilirim. Havuzun üst tarafında ise harman yeri vardı. Sapı Patoza veren ve sıcaktan bunalan hemen gelir ve kendini havuza atardı.
Isterseniz, çokça bahsettigim şirin mahallemizde insan ve komşuluk ilişkisinde bulunduğumuz o sahici-essah büyüklerimizi ismen analım ve yad edelim. Aslında, her birinin bir öyküsü var ama yazı uzadığı için kısaca değinelim . Burada belirttiğim isimlerle, o kişinin ailesini de vurgulamış oluyoruz.
Abdullah Yalçın(Babam-Borunun oğlu Abdullah)
Satı bibi ve oğlu Mahmut Sarı(Gödeşler)
Muharrem Enginkaya(Köşker Muharrem)
Ahmet Topçu(Hürünün oğlu)
Muharrem Topçu(Hürünün oğlu)
Zeynel Topçu(Hürünün oğlu-Hızarcı Zeynel)
Ali Rıza Güven
İlyas Duman(Gardiyan-Boynoğun oğlu)
Abdullah Öğüt(vayısın oğlu Abdullah)
Garip inanmaz (Horoğ)
Fevzi İnanmaz(Muhtar Feyzi)
Süleyman Erkan(İrzailin Süleyman)
Mustafa Çakmak(Gılliğilin Mustafa)
Gazi Atalan(Körehmetgilin Gazi)
Ali Çelik
Fatma ve Zeynep (bacılar)
Ziya Zengin (Ziya bey)
Mustafa Zengin (Sucu Mustafa)
Ibrahim Kaplan(Garibinoğlu Ibrahim)
Mustafa Kaplan (Garipgilin Mustafa)
Ali Ekber Kaplan (Garipgilin Mustafa' nın oğlu)
Toraman(Ayakkabıcı)
Hasan Şengül(Selvinin oğlu Hasan)
Abdullah(Karabilik-gemici Abdullah)
Eşom
Fatma (Acem)
Meryem
Leyli(Dal Leyli)
İsmail Yılmaz(Bumbuk İsmail)
Cemal Aslan(Topal Cemal)
İsmail Kaya(Ağailin Ismail)
Bektaş Aslan(İngili Bektaş)
Muharrem Aslan (İngilinin Kardeşi)
Sadık Aslan (satöğ - Hatının oğlu)
Ali Gültekin(Allemin oğlu Ali)
Ali Ihsan Çakır (Ayakkabıcı)
Cafer Aslan(Cenefer)
Bektaş Aslan ( kara Bektaş)
Memet Balkız (Taksici-cin Memet )
Mahmut Ercan (Mahmut dede)
(Hani bir söz var ya:"yiğit lakabıyla tanınır"diye. Ben de, babam dahil, ismini saydığım büyüklerimizin daha kolay tanınması için bir kısmının yani lakabı olanların,Lakaplarını yazdım.)
Bu saydığımız insanların hemen hemen hepsi aramızdan ayrıldı. Işıklar içinde uyusunlar diyorum.Hayatta bulunanlara da sağlıklı,mutlu, uzun bir ömür diliyorum.
Ne güzel geleneksel köy toplumsal ilişkilerimiz, aramızda sevgi - saygı, muhabbet, komşular arasında içli-dışlı yoğun bir trafik ve samimi bir ilişki vardı. Herkes, herkesin huyunu-suyunu bilir tanırdı. Komşular arasında adeta komünal düzeyde yardımlaşma, dayanışma ve paylaşım vardı. Hele, Gödeşler dediğimiz aile yani Satı bibi ve oğlu Mahmut amcanın o hoşgörüleri, anlayışları. Evleri adeta bir tekke gibiydi. Bir gün olsun kapılarının kapalı olduğunu kimse görmemiştir.
Biri kapısını kilitleyip bir yerlere gidecek olursa, anahtarı Gödeşler'e verirdi. Kapıyı kitli gören ise anahtarın Gödeşler'de olduğunu bilir ve gider alırdı.
Sofraları yerde ve samimi insanlardı.
Mahallemizin bir kaç tanede Almancısı vardı.Özellikle, Keloğlan dedikleri Ali Hüseyin, Ali Demir ve Hüseyin Sarı gibi.
Yine, Keloğlan Almanya'dan Mercedes ile gelmiş der ve hoş geldine giderlerdi. Keloğlan'da yanına gelenlere, sigara, çikolata türü şeyler verir, gönüllerini hoş ederdi!
NOT : Bu yazımı daha iyi algılayıp, değerlendirmek ve bir fikre ulaşmanız açısından, başlığın üst kısmında bulunan"Yazarın Diğer Yazıları"na tıklarsanız, "Arguvan'da geçmişte yaşanmış olan toplumsal dayanışma ve yardımlaşma " adlı makaleyi de okumanızı öneririm!
Herşey Arguvan için şiarından ayrılmayın!
Bütün hemşehrilerime, Arguvan ve türkü dostlarına, türkü tadında bir yaşam dilerim..
Umut ta kalın, dirençli olun.
Hüseyin Yalçın ( Sosyolog )