ARIMIZ, BAL VE BİR DE ÇİÇEKLERİ
- 17 Eylül 2021, 14:55
- 983
“Bir gün arı nesli yok olursa, insanın da dört
yıllık ömrü kalmış demektir.” A.Einstein
Bildiğiniz gibi tüketilen besinler içerisinde balın apayrı bir yeri vardır. Çok özel bir besin olarak balı yapan bir böcek türü olan arı da o kadar özeldir. Hatta çoğumuz için “arıların yaşayamayacağı bir dünyada insanlar için de yaşam olmayacağı” fikri de bizleri ayrıca meraklandırmaktadır. Sırf bu yüzden arıların özelliklerini, iç dünyasını yakıcı bir şekilde bilmek isteriz. Zira balın özelliği arıların her çiçeğin özünü, yani nektarını, can sıvısını emerek balı oluşturuyor olmasındandır. Bir kilo bal yapmak için arılar 14 milyon çiçeğe konar. Çiçeğin özsuyunu alırken çiçekleri tozlayarak doğanın döngüsüne katkı yapar.
Yöremiz Arguvan’da da son 20-25 yılda arıcılığın gelişmesiyle birlikte çevrenin florasına uygun bal üretimi de gelişmiştir. Bugün Arguvan’da kovan sayısının 3500-4000 kadar olduğu sanılmaktadır. Benim özellikle burada merak ettiğim arıların hangi alanda, hangi çiçeklerden yararlandığına dair bilgilerdi. Çünkü bozkırlar, dere boyları ve dağ yamaçları farklı bitki türlerine ev sahipliği yapabilmektedir. Merak ettiklerimi de 1993’ten beri arıcılıkla uğraşan ve konuyla ilgili kitaplar okuyup kendini eğiten Erdal Ünverdi’den öğreniyorum.
Arı kovanları baharda bitkilerin çiçek açmasıyla beraber kıraç alanların çiçeği bol yerlerine konumlandırılıyor. Buralarda arıların yararlandığı bozkır çiçeklerinin başında Keven, Çaşır, Yandak, Topuzbaşı, Hardalotu, Tepegöz, Devedikeni, Kangal, Sütleğen gelmektedir. Çiçek açan ve çiçek ömrü uzun olan söz konusu bu bitkiler dışında mevsimlik ömrü çok kısa olan her türlü renkteki çiçekleri de unutmamak gerekir. Nispeten daha az dayanıklı bitkiler ve onların çiçeğinin ömrü ise genellikle ekinlerin ömrü kadardır. Ekinler sararıp olgunlaşarak biçildiğinde tarlalardaki çiçekler de ömrünü doldurmuş olur. Yani ekinlerin arasında bitip gelişen çiçeklerin ömrü ekinlerin biçilmesine kadardır. Ama şunu söylemeden de geçmek olmaz. Arıları bahar ayında coşturan çiçeklerin başında baş döndürücü güzel kokusuyla iğde çiçeği ile bahçe gülünü unutmamak gerekir. İğde çiçekleri insan için olduğundan daha fazlasıyla arılar için caziptir. Arılar koku konusunda çok hassas olup; üç kilometre uzaktan aldıkları çiçeklerin kokusuna doğru yönelirler. İğde çiçeği bunun başında gelir. Yöremizde bol denilebilecek miktarda bulunan her iğdenin başında bal arılarının hiç eksik olmadığına çoğumuz tanığızdır. Aynı şey bahçe gülü için de geçerlidir. Hangi bahçede, hangi koyakta bir gül varsa başında mutlaka büyük bir gayretle çalışan arı kolonisi de vardır.
Bozkırlar haziran ayında ekinlerle birlikte sararıp kurumaya başlayınca arılara dağ ve yayla yolu gözükür. Arguvan yöresindeki arıcıların kovanlarını götürdükleri yaylalar arasında Çakmak, Sarıçiçek, Göldağı ve Beydağı yaylaları bulunur. Yayla düzlüklerinde arıların konup bal yaptığı bitkilerin başında ise yoğun mor çiçeğiyle Dağ Yoncası, Üç Güller, Kekik, Çaşır ve Çubuk Keven gelmektedir. Kovanlar ise yaylalarda ağustos ayı sonlarına doğru bitkilerin mevsimlik ömrünü tamamlaması; çiçeklerini tamamen savmaya başlamasıyla birlikte açılmaya başlar.
Yörede gerek yaylalarda gerek bozkır alanlarda yaygın görülen dayanıklı bitkiler arasında sütleğeni özellikle belirtmek gerekir. Sütleğenin bir adının da “balotu” olduğu söylenir. Dalları kırıldığında yoğun kıvamda bir süt akıtan sütleğenin tıpta kullanılan zehirli bitkilerden biri olduğu bilinir. Sütleğene “balotu” denilmesi de bu toprakların kadim halkı Ermenilerden kalma bir gelenektir. Arıların çok sevdiği dayanıklı bir bitki olan sütleğeni aromasını versin diye Ermeniler bal ve reçellerinin üzerine sürterlermiş. O yüzden sütleğen deyip geçilemez. Nerede bir sütleğen varsa başında mutlaka çalışan arılar da vardır. Yoğun sütleğen ortamında arıların yaptığı bala kokusundan dolayı “Sütleğen Balı” adı verilir. Arıcı Erdal Ünverdi, geçen yıl Muğla’da yapılan Sütleğen Balı Yarışmasını Arguvan’dan bir balcının kazandığını da bu bakımdan belirtiyor.
Erdal Ünverdi’nin arılarını yerinde görmek için konaklamış olduğu Göl Dağı’nın yaylalarına doğru bir de yolculuk yapıyoruz. Yol boyu geçtiğimiz derlerin etrafı yemyeşil bir şerit gibi uzanıyor. Başta akarsuyun kenarındaki söğüt ağaçları olmak üzere dere yamacındaki kayısı, ceviz, elma, mamık ağaçları suya doya doya başını güneşe uzatıyor. Su olur da medeniyet gelişmez mi? Nerde su varsa orada bir bitki canlılığı var ve dolayısıyla suyun olduğu yerde insan yerleşimleri de daha yoğun. Erzincan, Sivas ve Tunceli ile Malatya arasındaki dağ sıralarından süzülen sular Arapkir ve Arguvan arasındaki derelerden akarak Fırat’a doğru yol alıyor.
Su candır! İnsan yerleşimleri de derelerin yamaçlarında. Karahöyük’ü aştıktan sonra üzerinden geçtiğimiz ilk dere Bömere Çayı oluyor. Bömere’den sonra eski büyük bir köy olan Germişi, sonra da Amuran geliyor. Burada bir parantez açmak istiyorum. Bizim ülke topraklarımız tarih yazımı açısından da büyük bir tahribat altındadır. İsmini anımsayamadığım Almanya’da göçmen bir işçi ailesinin çocuğu olarak yetişmiş bir yazarımız yurdumuzdaki köyleri yerleşimiyle bile üç kuşak bir arada bulmanın zor olduğunu bir söyleşisinde anlatırken üstünden savaşların geçtiği Almanya gibi bir ülkede köy yapılarının tarihinin adı ve sanıyla kolayca 1700’lü yıllara kadar indiğini belirtiyordu.
Bizde ise bırakın yapıları köylerin isimleri bile toplumun hafızasını alt-üst edecek derece değiştirildiğini görüyoruz. Kürtçe, Ermenice ya da Eski Türkçe isimlerin değiştiriliyor olması asimilasyonun, dikta yönetimlerinin kendi siyasasını dayatmasından başka ne olabilir ki? Benim gençliğime kadar bildiğim köylerin ismi eski anlamlarından uzaklaşmış olarak şimdi değişik isimler taşıyor. Ama benim zihnimde ve bilincimde öğrenip bildiğim haliyle duruyor.
Göl Dağı yolunda Amuran’dan sonra yol sağa doğru Arapkir, sola doğru Arguvan’ın köyü olan Gürge’ye sapıyor. Biz Arapkir yoluna giriyoruz. Arakil (Çayırlı), Bostancık köylerini geçince yükselti fazlalaşıyor. Dereler geride kaldıkça dağların çıplak tepeleri önümüze geçit törenindeymişçesine sıra sıra diziliyor. Dorukların alt yaylalarında çeşitli renklere boyanmış arı kovanları sahipleri tarafından nizami bir biçimde konumlandırılmış. Bazı arı kovanlarının yakınlarında kurulu küçük çadırlar var. Bunlar arısını bekleyen arıcıların kamp çadırları.
Yamaçlarda bol bol dallı, çiçekli bitkiler var. Keveni tanıyorum ama normal olarak bildiğim keven ile çubuk keven arasındaki farkı Erdal’a soruyorum. Aynı aileden ama gövdesinin rengi ve çiçeği farklı. Belki de dağ havası soluduğundan boyları daha uzun. Keven dikenli, kaba otsu bir bitki. Özellikle kışın hayvanlar için kesilir ve onlar açısından çok doyurucudur. Aynı bitkinin yazları da arıların bal kaynağı olduğunu bu ara öğrenmiş oldum. Göl Dağı etekleri kevenlerle dolu. Arı kovanları da belirli aralıklarla ona göre kümelenmiş. Mayısta açan parlak mor renkli dağ yoncası zamanını savıp geçmiş. Çünkü temmuz ayındayız ve mevsimin orta yerindeki sıcağa ancak kalın otsu bitkiler dayanabiliyor. Tamam, keven gibi her mevsime dayanıklı bitki her yanda çok fazla ama adını bilmediğim dayanıklı çok sayıda başka çiçekli bitki de yayla eteklerinde arıların emrine amade olarak boynunu dik tutuyor. Bozkırlardaki kadar olmasa da sütleğen buralarda da var.
Beyazdan mor ve pembeye kadar değişik çiçeklerden etrafa kokular, dereden akan suyun sesi ile birlikte çalışkan arıların vızıltısı yayılıyor. Bir insan sütleğen gibi zehirli, keven gibi dikenli sert bir bitkiden beslenmek için doğrudan fayda görmez. En azından görünüşte bu böyle… Ama arılar yediğimiz balı onlardan işliyorlar. Çünkü onların işçiliği çok ince bir işçilik. Bal bizim için mucize bir besin ancak arı için en basit ve temel yaşam kaynağı.
Yayla eteklerinin kıvrılarak büzüştüğü yerde yol Boğazlı Köyü’nün oradan Arapkir’e kıvrılırken yamaçlar yine belli aralıklarla dizilmiş arı kovanları ile kamp çadırına ev sahipliği yapıyor. Arıcılar ara sıra ihtiyaçları için köylerine dönseler de kovanları dağda olduğu müddetçe çadırlarında eğleşiyorlar. Erdal’ın da kovanlarının yanında bir çadırı var. Arılarla olmayı, çiçeğe dayalı bal üretmeyi seviyor. Yalnız Erdal doğal bal üreten ile arıya şeker vererek balın kalitesinin bozanların aynı kefeye konulmaktan rahatsızlık duyuyor. Kovanların açılacağı ağustos ayında kimi üreticilerin işi oldubittiye getirerek arıya şeker verdiklerini, bunun da balı hileli hale getirdiğini belirtiyor. Çiçeklerin olduğu zamanda arıya şeker verilerek bala hile karıştırılması ile çiçekten elde edilen balın fiyatının aynı oluşu tüketiciyi de aldatan bir tutum elbet.
Çiçek bizim için güzel koku ve romantik güzel duyguların bir parçasıdır. Arı için ise çiçek onun yaşam enerjisi ve bizim o yaşam enerjisinin bir kısmını kovandan koparıp aldığımız balın kendisidir. Doğanın döngüsü gerçekten bir harika! Döngüde yer alan halkalardan biri ya da bir kaçı koptuğunda yaşamın bizler için zorlaştığını gittikçe de olanaksız hale geleceğini akıldan çıkarmadan arıların vızıltısını hafife almasak? Minik yaratıkların mükemmel bir yapıları da var. Arının 6 ayağı var ve arka ayaklarında polenleri topladıkları sepet bulunuyor. Arının 1 hortumu, 2’si aktif 3’ü pasif 5 gözü vardır. Üçü pasif dört de kanadı vardır. Arı sadece bal yapmaz, polen, arısütü, propolis de sağlar. Polen çiçeğin erkek organıdır. Arı poleni ayağındaki sepetle kovana taşır. Arısütü arının gırtlak salgısından elde edilen sıvıdır. Propolis arıların ağaç burçlarından elde ettiği bir maddedir. Kovanların girişinde dezenfektan görevi görür. Dışarıdan gelen arı dezenfektana dokunarak içeri geçer. Arının işçisi, kraliçesi, bekçisi, temizlikçisi vs. vardır ha var…
Hatice Eroğlu Akdoğan
Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.
Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.