Köyümüzden olup, 1951 yılında Akçadağ Köy Enstitüsü Eğitmenlik Kursunu bitiren Yakup Çavuş (Toraman), bir yıl Arguvan Kızık köyünde eğitmenlik yaptıktan sonra Morhamam’a tayin olur. Ebu Müslim adlı kalın kitabın son yaprağına yazdığı tarihten anlaşılacağı gibi, 1955 Yılı 29 Temmuz arife günü meydana gelen Arguvan’ın Kızık köyündeki çok üzücü bu kanlı kaza bir cana sebep olurken, bu olayı destanlaştıran Eymir Köyünden Âşık Bektaş Kaymaz’ın ağıtı yürekleri yakar.
Aşağıdan gelir omuz omuza
Çiğdem de karışmış güle nergize
Benden selam olsun o vefasıza
Küğre bayramınız karalı geldi
“Ula yağrum bayramın garalı gele” bizim elde en ağır beddualardan biridir. Öfkelenen, beddua eden demek istiyor ki; bayramın ağıt ve yaslı geçsin. Eller bayram ederken evinden meyyit kalkanların ilk bayramı da, meyyitin kalktığı gün gibi acı tazelenir. Tabi Allah kimselere böyle acılar yaşatmasın ama hemen her evde bu acı tadılmış, bayramı buruk geçmeyen aile pek enderdir.
Ekinlerin bol olduğu bir yıldı, mahşeri sıcakların insanları ve hayvanları bunalttığı, atların zincirlerini kırıp ekin tarlalarından kaçtığı, koyunların sığırların güneş aşmaya yakın söğüt diplerinden çobanların zorla çıkardığı, sürülerin burunlarını yerden kaldırmadığı belalı bir yıldı. Ekin biçmeden gelenler önce atlarını eşeklerini suvarır, sonra kendiler kana kana pınardan su içer ve ellerini ayaklarını yıkar, dam başındaki yataklarına uzanır, hazırlanan akşam yemeğine ay karanlığında kaşık sallarlardı.
1955 Yılı Temmuz ayının yirmi dokuzu Kurban Bayramı arife günüydü. Honlar ha bitti ha bitecekti. Arguvan’ın Kızık köyünde ekin tarlalarında orak sesleri, ellik şakırdamaları geliyor, honcular güneşin aşmasını bekleyip kendilerini yorgun argın pınara atıyorlardı. Bitirenlerin öyle bir sevinci vardı ki hiç sormayın. Rahat bir bayram geçireceklerdi…
Honları bitirmenin sevincini yaşayanlardan biri de Ali Güttöğlerin Hıdır idi. İyi orak çalar, iyi tütün sarardı. Ellisine yeni basmıştı, oğlu Mustafa ise aynı babasıydı, uzun boyu gemrik yapısı, kepçe kulakları ve yürüyüşü ile arkadan görenler, “Ula bu aynı babası” derlerdi. Babasını taklit eder, orağı omzunda yürürken düşürmeden tutardı. Bu iyi orakçıların en büyük maharetiydi. Babası Hıdır “Mıstafaa!” diye çağırır, gözlerinin içi gülerdi. Mustafa da iri süt beyazı dişlerini dudaklarını gererek gösterir, bu babasının hoşuna çok giderdi.
Eymir tarafında çaya yakın tepede on altı kıratlık yere son orak destelerini attıklarında da 1955 yılı 29 Temmuz arife günüydü. Alaca karanlıkta köye girdiler, Mustafa boynu boncuklu alnı eşkinli atı ve peşinde iki eşeği, pınarda sulayıp baş tarafındaki evlerine doğru giderken, çocuk sesleri at kişnemeleri ve taşlara çarpan nal sesi gecenin alaca karanlığı ve yuvalarına çekilmek üzere olan süyüklerdeki serçelerin kanat çırparak ve ürkekçe yuvalarına girdiği vakitti…
Mustafa’nın babası Hıdır, pınarın hemen yanında Milanların Hüseyin’in evinin köşesindeki sekide sırtını duvara dayamış yeni sardığı sigarayı ateşlemiş iki fırt çekmişti ki o an ne kadar yorgun olduğunu anladı. Sırtında alaca köynek, bağlı siyah şalvar ve harik yaptığı çok eskimiş Arapkir işi kösele fotinlerin içinden ayaklarını çıkarmış bir eliyle pıtrakları temizliyordu.
Pınarın üst tarafında, Hüsgülü’nün konağının kapısının önünde damın üstünde arife günleri bayramı karşılamak için ata dede geleneği olarak kırma ve tabancayla havaya ateş edilir, sonra evlerde hazırlanan bakır taslardaki kınaları çoluk çocuk ellerine sürer (yakar) ve ağaçların o gece eğilip yeri öptüklerine inanılır. Sabaha kadar beklenir, bu olayı görmenin hayali kurulurdu ve bayram hazırlıkları yapılırdı.
Hüsgülü'de tabanca, Hıdır Hocada doldurma av tüfeği konağın kapısının önündedirler. Hüsgülü tabancayı havaya doğrultur tetiğe basar ama tabanca ateş almaz, tetiği hemen geri çeker. O ara Hıdır Hoca Hüsgülü’nün elinden toplu tabancayı alır, yere doğru ateş eder. Seken kurşun, pınarın yanındaki sekide kara taşın üstünde sırtını duvara yaslamış sigarasını içen Ali Güttöğlerin Hıdır Emminin konaktan yana olan sol böğründen girip ciğerine saplanır, öylece kalır. Hıdır’ın kırmızı yanakları sapsarı olur. Elindeki sigara, başındaki altı köşe şapka önüne düşer, alacalı işliğin sol yanında kıpkırmızı kan şalvarının peyiğinde toplanır.
Duvara yaslandım cigaram içem
Yağlı kurşun gelir nereye kaçam
Kanadım yoktur ki havaya uçam
Küğre bayramınız karalı geldi
“Hıdır Hıdır’ı vurdu” diye Kızık’ta bir ağıt yükselir. Köy büyükleri, “Ula hangi Hıdır?” diye beti benzi geçmiş şekilde köy içine koşarlar. Damların üstündeki bütün yataklar boşalır, pınarın üst tarafındaki Hüsgülü’nün konağının üstünde elleri kınalı kadınlar toplanır, köy içinde erkekler toplanır. Yaşlı bir kadın, “Hıdır Hoca Ali Güttöğlerin Hıdır’ı vurdu!” diye çığlık atar.
Çekin kıratımı gidelim hana
Söyleyin kirveme küsmesin bana
Bir bayram gününü çok gördü bana
Küğre bayramınız karalı geldi
Ali Güttöğlerin Hıdır’ı olduğu yere uzatırlar, üzerine şal çekerler. Bu arada bir atlı köy azası, daha yeni ilçe olan ve Arguvan’ın kaymakam ve jandarma karakolunun bulunduğu eski köye gönderirler. 30 Temmuz bayramın ilk günü gelen ilçe tabibi ve jandarma kumandanı otopsi yapar, sol böğründen ciğerine saplanan toplu tabancanın kör mermisini çıkarırlar. Tutanak tutulur, Hıdır Emminin salacası kaldırılır.
Başımda ağlaşır gelinler kızlar
Sağ yanım ellemen sol yanım sızlar
Küğrem mapushane yolunu gözler
Küğre bayramınız karalı geldi
Araya giren okumuş muallimler, köy büyükleri kirve Hıdır Hoca ile acılı aileyi barıştırmaya, davadan vazgeçirmeye çalışırlar. Bir süre sonra Hıdır Hocanın kızı Fatma’yı, rahmetli Hıdır Emminin oğlu Mustafa ile baş göz ederler. Bu kanlı kazanın izi de ancak böyle bir hısımlıkla silinir, acıları hafifletip kinleri kaldırır.
Kendini yerlere atan Hıdır Emminin Mustafa, bütün bu kaşla göz arasında olan karalı bayramı, hane halkı ağlayarak sızlayarak geçirir. Eymir köyünden Âşık Bektaş Kaymaz’ın bu karalı bayram için yazdığı ağıt, çerçilerin ellerinde köy köy dolaşır. “Gızıhlı Hıdır’ın Destanı” olarak yarım mucur buğdaya satılır. Duvar diplerinde okuryazarlara okutulan ağıt, dinleyenlerin yürekleriniz sızlatır, gözyaşları sel olur.
Çok geçmeden 1960’lı yılların başlangıcında bu acıklı destanın halk müziğine uyarlanmış haliyle duyan köylüler, masa radyoların başına toplanarak bu türkü çıktığında gözyaşlarını tutamazlar. Artık bu türkü sadece o köyde değil, karalı bayram geçiren ailelerin de ağıtıdır artık. Gurbette, köylerde bayramı karalı olanları da dinledikçe ağlatır…
Kaynak: Süleyman Özerol
güzel dostlar olay acıbiraz bilgi eksikliği var bir defa baştaki bir kıta şiir o türküye ait değil i̇stanbul'da gezdik omuz omuza ilgisi yok o olayla ayrıca olay hon tarlasında oluyor duvara değil çağıla yaşlandım sigaram içem diye başlıyor birisi karaca köyünden bir tabanca alıyor kivresine tabancasını göstermek için sağlammı güzelmi diye öğrenmek istiyor tabancayı incelerken içinde bir kurşunun olduğunu bilmiyor kivresi sökmeye uğraşırken eli tetiğe değince silah patlıyor olay böyle başlıyor