Savaş ortasında savaş yokmuş gibi yaşamak... Başkası için savaş tamtamları çalarken kendimiz için olunca hemen geri çekilmek... Kendi halkına karşı her türlü savaş provaları yaparken dışarıya karşı barış merkezli söylemler üretmek... İşgaller için askerleri gönderip ardından barış güvercinleri uçurmak... Bu kadar savaşın içindeyken savaşmadığımızı söylemek mümkün mü? Bu kadar savaşı severken barışın hayalini kurmak sahici mi?
***
Türkiye'de Muhalefeti- Aydınları- Kaybedenleri anlamak zor... Ülke için halka soruluyor... Halkın yaptığı tercihe; söylenmedik söz, yapılmadık iftira, edilmedik hakaret bırakılmıyor. Sormak lazım... Bu halkın tercihlerine inanmıyorsanız neden halka soruyor, seçime gidiyorsunuz? Seçimlere gidiyorsunuz, neden halkın tercihlerine saygı duymuyorsunuz?
***
Bir kesimi bütünüyle bir kişi veya kurum üzerinden değerlendirmek sürekli yanlış anlamaya sebep olur. Kişi veya kurumun yaptığı yanlış ile hesaplaşılır. Ama esas şeytanlaşma ise yanlış anlama ile başlar. Doğru anlarsan, insanileşirsin. Ayrıca halen bireysel yaşamlarında bırakın ayetlere değer vermeyi, varlığını bile kabul etmeyenlerin birden ayet savunucusu olmaları da ayrı bir şeytanileşme olarak kaydedilmelidir. Kimsenin o kişinin sözünü desteklediğini ve arkasında olduğunu iddia edemezsiniz. İlk başta ortaya dökülen her söze- belgeye şüphe ile yaklaşılmalıdır. Temel yaklaşım bu olmalıdır. Yönetimdeki yanlışlar- eksikler- yolsuzluklar- hatalar için ise öncelikle ahlaki- dini- ideolojik anlayış ve pratiği sağlanmalıdır. Bununla birlikte sistem dönüşümü sağlanmalıdır. Biz kimiz, siz kimsiniz? Kendi kendimizi nereye konumlandırıyoruz. İktidar senin veya benim elimde değil, halkın elinde. Halk ne kadar değişirse ve taleplerinin arkasında olursa iktidar bürokrasisi de o kadar değişir. İnsanları dinlemekle gerçekleri bulacaksak, her birimiz birbirimizi dinlemekle zaman geçiririz. Adalet burada başlar. Doğru yerde durursan, doğruya varırsın. Şeytan demek vesvese demektir. Vesveseyi çoğaltacak her şey şeytanidir.
***
Allah devletten üstündür. Adalet tüm ilkelerden üstündür. Devlet geçmişte ve halen dindarlara(Müslüman- Hristiyan- yahudi- süryani), etnik yapılara(kürtlere, ermenilere, rumlara) ve mezheplere(şii- şafii vd.) ayrımcılık yaptı. Burada istenmesi gereken eşitsizler diğerleri ile eşitlenene kadar hakların verilmesidir.
***
Herkes hangi duvarının veya varsa duvarının eksik tuğlasını tesbit etmeye çalışsın. Ben "siz" veya ""biz" şeklindeki aidiyet tanımlamaları üzerinden yol çıkma ezberini bozmak lazım. eğer illa ki "siz" diyeceksem "siz" kimsiniz? Siz ben derken "biz" kimiz? ait olduğumuz- olduğumuzu zannettiğimiz tanımlamalar bizi ne kadar yansıtıyor?
***
Adalet mülkün temelidir, diyoruz. Ama adaleti kurumsal düzeyde korumakla ve ifa etmekle görevli mahkemelere güvenilen bir ülkede miyiz? Karar verilirken zengin- fakir ayrımı etkili oluyor mu? Kararlar hâkimden hâkime göre değişiyor mu? Devlet ile halkın arasındaki anlaşmazlıklarda adalet gözetiliyor mu? yoksa devlet menfaatleri halk menfaatlerinin üzerinde mi tutuluyor? Yolu mahkemeye düşenler verilen kararlardan dolayı ne kadar mutmain olmaktadır? Hatta kaç tane mahkeme kararında "Adalet yerini buldu." sözü söylemiştir? "Adam"ı olanların mahkeme sonucu kimin lehine sonuçlanmaktadır? Avukatların haksız olan suçluyu masum göstermek ve en az cezaya çarptırılması için mahkeme kararını etkilemek için onlarca ayak oyunu, söz hileleri ile süreci etkilemesi ile oluşan karar ne kadar hakkı korumuştur? Bazı anlaşmazlıklar var ki kuşaklar boyu devam eder ve mağdurlara mağdur eklenir. Eğer bu topraklarda Adalet mülkün temeli değilse o zaman ortada çok büyük bir zulüm var demektir.
***
Türkiye'de bürokratik aşağılanma isteği histerisi... Sivil, askeri veya yargı bürokrasisinin(bakanlıklar, belediyeler, müdürlükler, başkanlıklar... vs) en önemli işleyiş biçimi referanslardır. Birey, grup veya yapı olarak kim olursanız olun eğer başkasına haksızlık oluşturmayacak ve hakkınız olan bir talep ile giderseniz, önce referansınıza bakılır. Her türlü referans işi çözümlemez. Referansın gücünün dereceleri vardır. Hemen çözenler, ertelenebilenler, hiç kaale alınmayanlar... Normal bir talep ile isterseniz dikkate bile alınmayan bir husus, referans olan telefon, not, bildirim ile işler değişir. Muhatap bu aşağılanmayı bekliyor gibidir. Bu aşağılanma nerden gelirse gelsin kabulüdür. Aşağılanma ile yüceleceğini, yükseleceğini düşünür. Türk bürokrasisi bu aşağılanma histerisini aşmadıkça adil kararlar, uygulamalar gerçekleştiremeyecektir.
***
Türkiye Barış'ını -Devlet ve Millet olarak- çoğu kez kavgada- silahta- öldürmede- zindana koymada- dar ağacında sallandırmada- yağmada- köy boşaltmada- dağa çıkmada- yol kesmede- küfür etmede- ötekileştirmede- dolandırmada- adam ve çevre kayırmada- sanal düşman yaratmada- yalanda- manipülasyonda- hırsızlıkta- bastırmada- yıkmada- inkar etmede aradı. Barış'ı; Söz'de- Vahiy'de- Adalet'te- Hakikat'te- Paylaşım'da- Merhamet'te arayanlar gerçek barışı sağlayabilirler...