“Ben yoruldum hayat gelme üstüme,
Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne”
Mehmet UZUN
Kar yağmadan önce Halincek’in çayın ötesinde mihrican soğuklarında Ölüklük tepesinden Derin kolun düzünden Beş eşek yükü odun söken Battal, Hırın yolundan sisli yağmur çiseleyen bir günde tan yeri ağarırken Yukarı Sülmenli’de köyün öğretmeni Kemal hocaya odunun yükünü iki buçuk liradan sattı. On iki buçuk liraya Ücü’nün dükkânından bir teneke gazyağı, bir beş numara lamba camı aldı, kırnapa takıp kırılmaması için boynuna astı. Çocuklarına biraz bisküvi ve şekerleme sucuk, sormuk şekeri aldı. Kalan parayı da cebine atıp eşeğine bindi, diğer eşekleri önüne katıp Halincek’te kapısına vardığında keyfine diyecek yoktu…
Yıl 1967, çok geçmeden kış bastırdı. Halincek 'te öyle bir kar yağmıştı ki hiç sorman, Doyran dağından, Çeki’nin o heybetli dağından esen rüzgâr yağan karı Molla Yusuf’un Zindanı, Deli Mehmetler ve Kınık’ın dere boyunca getirip, Adolar’dan ve Kışla’nın orda toplayarak Battal’ın Halincek'teki çukur yerde yol kenarındaki taştan evini görülmez hala getirmişti...
Damın üstü ve duvarlar gardan görülmüyordu, sadece sığırlığın pencereleri önündeki garlar içerdeki hayvanların çıkardığı sıcaktan erimiş ve sarımtıraklaşmıştı. Sabah malları sulamak için pınara giderken Baceyin oğlu koşarak geliyordu. Elinde iki keklik, keklikler bir kendine bir Baceyin oğluna bakıp ‘pırrrt pırrrr’ diye kanatlarından ses çıkarıyor, hayvanların gözünden aç ve yorgun oldukları çaresiz kaldıkları belli oluyordu. Gözleri sürmeli ayakları kınalı keklikler için kafes hazırdı. “Nereden yakaladın?” dedi. Şu Yusup’un zindanına doğru dere boyunda heç uçamıylar, çoh… Gınıh’tan, Omarağalar’dan gelen avcılar çoh topladı, sen de get” dedi. Battal, “Benim yüreğim dutmaz, çaresiz galmış guşlara ” diyerek eliyle keklikleri sevdi. Keklikler de ‘guk gukuk guk’ diye ilenir gibi öttü.
Öğlen yakındı, komşular birbirlerine oturmaya gidiyorlardı. Battal, Şaboğlu Uzun Gaffar ile karşılaştı. Uzun Gaffar , “Yoharı, Aşağı Sülmenli'den, Ektir’den Almanya’ya çoh geden olmuş, çoh para gönderiylermiş, uzak emme parası bol memleketmiş” dedi. Battal, “Nasıl gediliyi acaba?” dedi. Cafar, “Malatya’da İşci Bulmaya yazılıylarmış, soğra İstanbul’da dohtor bahıymış, tirenle üç gece üç gündüzde varıylarmış” dedi.
Battal kafasına koymaya başladı. Akşam yemeğinde dalıp gedince babası, Mamiki Hodoğ, anası ve hanımı şaştılar, “Ne oldu Baddal, hasta mısın?” dediler. “Yoh” dedi, sonra da Şaboğlu Uzun Gaffar’ın anlattıklarını anlattı. Babasının içi geçti, “Ula oğlum uzah diyarlarda sen edemezsin, hem bah iki çocuğun var, onlara dayanamazsın” dediyse de Battal'a anlatamadılar. “Bu topraklar ekmez yedirmez bize. Ekin yoh, tarla yoh, onun bunun gapısında çalışmaynan garın doymaz, şu garlar erisin yollar açılsın hemen gedip ben de yazılacağım” dedi.
Tam da zamanıydı, hafta kışları geçmiş baharın kokusu derinden gelmeye başlamıştı. Malatya’da İşçi Bulma Kurumu’na gitti. Cüzdanını istediler uzattı, kayıt oldu. “Ne zaman haber çıhar?” dedi. “Sıradasın, iki üç aya gadar çıhar” dediler. Nasıl sevindi, içinden, “Birez uzak emme geder gazanırım, adam gibi yaşarım. Belki Malatya’dan ev bile alırım, Allah böyüktür” dedi, köyüne döndü.
Çoh geçmeden köye haber ulaştı. İş güç çıkmıştı bahçeler hazırlanıyor, sedirler dikiliyordu. Yazı yaban insan kan ter içinde çalışıyorlardı. Arguvan’da, üzerinde “Battal Gülek, Bakkal Sadık Yılıdız eliyle Halincek köyü” yazılı resmi sarı zarflı mektup eline geçtiğinde uyku tutmadı gözlerini, bir yandan da ayrılığın ataşı içine düşmüş, gördüğü her şeyle vedalaşıyordu. İnsanlar, çoluğu ile çocuğu ile herkes; odun etmeye gittiği yollar, Hırın, Adolar, Çekinin heybetli dağı da dâhildi.
Babası, “Sarsap’a gedek ordan tirenle yolcu edem seni” dedi. Komşuda bavul vardı aldılar, esbaplarını, ufağını tefeğini doldurdular, sabah yolcu oldular.
Sarsap eski bir Ermeni yerleşkesiydi. Kendilerine yakındı, hemen dağın öteki tarafındaydı. Bahar mevsimi, bulanık hırçın akan ferah çayını geçip vardılar Sarsap’a. Babası Mamiki Hodoğ Sarsap’ta hareket memurunun az ötesinde kirli bir mermerin üstünde oturan iri yarı, önlüklü, kolçaklı başındaki dağ gibi fesi, yalancı altınlarla süslenmiş, erkek gibi gür sesli kadına yaklaşarak Kürtçe, ''Tiren hottik vız vız?” diye sordu.
Kadın gür bir sesle, ''Harey Harey, tiren hottiki vız vız ey, tiren di maşendız ey'' dedi.
Battal tam Kürtçe bilmiyordu ama babası biliyordu. “Ne dedi baba o kadın?” dedi.
“Yük tireni geçti, şimdide yolcu tireni gelecek” dedi. Battal güldü, “vız vızey” çok hoşuna gitmişti.
Girmana’nın yaşlı dağlarındaki ilk tünele girerken Tiren gün batmak üzereydi, tünelden kesif bir duman kokusu Battal’ın burnun direğini kırdı.
Çetintaş, Ferahların dere boyu. Derin kolun düzünü geçip dönüp baktığında Hırın, Adolar kaybolmuştu. Derken Girmana’nın yaşlı dağlarını aşıp gözden kayıp oldu. Malatya garına vardığında marşandizin acıklı siren sesi ile gözleri doldu. Malatya’da Emeksiz Caddesindeki İşçi Bulma Kurumundan evraklarını aldı, akşam katarıyla İstanbul’a yollandı... Oradan üç günde işleri hallolup Almanya’ya gitti, tam üç yıl çalıştı. Çocukları büyümüş, kendisi de epey para biriktirmişti ama ayrılığa dayanamıyordu. “Gurbet bana göre değil” deyip çekip geldi Halincek’e...
Dişöğ Mehmet Emmi değirmeni yenilemek yeni motor almak istiyordu ama parası yoktu, ortak arıyordu. Değirmene zavar için gelen Battal Gülek kulak misafiri olduğu sohbette, “Bende para var masrafları garşılayam, ortak olalım” deyince, Memet Emmi kabul etti. Battal, değirmen’e ortak olunca değirmen dört ortaklı olmuş oldu. Büyük ortak Battal Gülek, Dişöğ Memet Emmi, Garip Usta ve Ozan Musa Emmi... Değirmeni baştan sona yenilediler.
O yıl duyan işiten köylülerimiz ve civar köyler çok sevindiler, tam bir bayram havası esti. Sabahları eşeklerle şişko Osman Emminin, Memik’in değirmenine gitmek yerine kapılarının önünde hem de motor değirmenine aşlıklarını yaptıracaklar. İlk Motor sesi geldiğinde Beböğ konağın penceresinden Beş Gardaşların Yusup’a, “Gaça gaç alacaklar?” diye seslendi. Yusup Emmi, “On altıya bir” diyordu gülerek. Bu, on altı kırat aşlık işlenince değirmenci bir kırat, yani bir teneke alacak anlamındaydı emek olarak. Oysa bu oran su değirmenlerinde onda birdi. Köylüler çok ucuz ulan motor değirmenine bunun için çok seviniyor bayram ediyorlardı. 1971 Yılının bereketli yılı eyle güzel geçti ki herkes, “Allah bereket versin” dediler. Değirmende her şey yoluna girmişti...
Artık değirmenin geceler boyu motor sesi, ay ışığı ve pınarın oluklarından akan suyun şarıltısı, koşum yerleri ter kan içinde düvenden gelen atların köy içinde ay ışığında ürkekçe su içmeleri köyün en unutulmaz sembolü olmuştu. Dam üstünde yatanlar önce rahatsız olmuş, uykuya dalmakta zorlanmışlar, sonraları değirmenin motorunun patırtı sesiyle derin uykuya dalmaya alışmışlar, patırtı durduğunda, “Ula değirmenimize bir şey mi oldu?” diye kan uykudan sıçrar olmuşlardı...
Değirmenin kücük ortağı ozan Musa Şahin'in (Tarzan) keyfine diyecek yoktu. Fukaralardan az çömez alıyor, diğer ortaklar farkına varmazsa dulavratlardan hiç pay almayarak onların gönlünü hoş ediyor, onlara yazdıkları şiirli aşk mektuplarını bulgur çuvallarının içine koyuyordu. Tamoğ’un kızı Fatma’ya yazıp bulgur çuvalının içine koyduğu mektup dama serilen bulgurun içinden çıkınca, okuryazar olmayan Fatma Bacının bir çocuğa mektubu okutmasıyla soluğu değirmende alması bir olmuştu. Fatma’nın değirmene kızgın ve elinde kâğıtla girdiğini gören değirmenin ana ortağı ve sahibi Dişöğ Memet Emmi telaşlanıp ağzını açmadan Fatma bacı, “Bu ne, bu ne hııı? Bu ne, bu ne hııı? Hadi söğlen, hadi söğlen! Bu ney Memet, bu ney?” diye bağırmaya başladı. Kocasını genç yaşında kayıp etmiş, başı sürekli gara yazmalı Fatma Bacının elinden mektubu alıp bir solukta okuyan Hacı Dişöğ Memet Emmi, “Ben o Mervan’a birezden gelirse gününü gösteririm, bah bah şunun yaptığına!” dedi. Fatma Bacıya dönüp, “Gız anam gusura bahma, ben onun hakkından gelirim” diye teselli verip gönderdi. Az sonra Tarzan Musa’yı gören Memet Emmi değirmen kapısının ardına gizlenip içeri girenince hariklerini savura savura köy içine doğru kovaladı.
Manış’ın oğlunun konağının penceresinde sonuna kadar açık plaktan, Ali Kızıltuğ’un bağlamasından gelen ses ise insanı efkârlandırıyor, bir akşamlı bir sabahlı dönen dünyaya renk katıyordu.
''Çalış çalış boştur sonu
Bilmemki yaşamak bu mu?
Yere batsın beyle dünya ooof ooof...''
Aşk mektupları, değirmen motorunun patırtısı, sokunun savurduğu altınımsı sarı kepeklerin pencereleri kapladığı, değirmen ocağında yapılan pağaçlar, değirmene gelen müşterilerin değirmenin sağında solunda bağlı, katır, at ve eşeklerin sesleri, köpeklerin ürümesi, horozların sabaha karşı canhıraş ötüşleri, ay ışığı, pınarın şarıltılı sesi ortak Battal Gülek’in çok hoşuna gidiyordu. Hele ortak Ozan Musa'nın hareketlerine, diline bayılıyor, onun şiirlerini okuyordu defterinden.
Değirmende çok iş vardı, çuvallar nerdeyse tavana değiyor, müşteriler sıraya konulmuş, soku sürekli dönüyor, un taşı ise çok hoş ses çıkarıyor, kayışların yalpalama sesi ise motorun yorgunluğunu işaret ediyordu. Aniden duran motorun sesi değirmenci Memet’i şaşkına çeviriyor, tekrar çalıştırdıklarında yine hemen ‘pop pop’ diye ses çıkarıp duruyordu. Damın üstünde eksoz bacasına bakmak için acele merdivenden çıkan Dişöğ Memet gözlerine inanamıyor. Çalışan motorun eksozunun üstüne oturan Cin Ali süyükten atlayıp kaçarken Memet Emminin, “Bah şu Mervan’a bah şu Mervan’a! bizi işimizden gücümüzden etti” deyip Cin Ali’nin peşinden hariklerini savuruyordu. Durumu öğrenen Battal şaşkın şaşkın gülerken motorun çalışmasına arıza yapmamış olmasına seviniyordu. Çömez Hacı ise üstü başı şapkası un ve kepek içinde yorgunluktan ikide bir kaçak tütün sarıp iştahlı iştahlı tüttürüyordu.
Haziran ayıydı, iki gün değirmende kalan ortak Almancı Battal Gülek atına binip çocuklarını görmeye Halincek’e giderken Horumhan’ın gediğini aşandan sonra Çeki dağına yoğun yağmur yağıyor, gök gürleyip şimşekler çakıyordu. Yağmur kendisine doğru yaklaşırken Sarı Burun’a varmıştı. Ektir Horumhan’daki yığma var ya, orada Ataş Ağanın tarlasındaki çayırlı yerde; İnip atın eğerini düzeltip daha hızlı gedem’ demeye kalmadan korkunç bir gürültüyle yere çakıldı. Trenle Almanya yolculuğunun başlangıcına ve Girmana’nın yaşlı dağlarına, Çetintaş, Ferahların dere boyuna, Derin Kolun Düzüne, Hırın ve Adolar’a son kez bahtı, baktı... Çift yıldırıma rast gelmiş, korkunç bir şekilde yanmış, Yanmıştı sim siyah kömür olmuştu bedeni…
Halincek’te evinin az ilerisinde bulunan ceviz ağacının dibindeydi salacası. Daha iki gün önce o ağacın gölgesinde oturmuş Çocuklarını sevmiş, karısı ile babası Mamiki Hodoğ ile şakalaşmış, ne hayaller kurmuştu. Değirmenden gelecek arpa, buğday, bulgur, un için ambarlar hazırlamış, “Kışın satarım, eyi para eder, hele ki Almanya’dan geldim, gapımın öğünde ne nimetler var” diye gülümseyip ısılık çalıyordu
Kavak ağacının dallarından yapılmış kendirle örülmüş salacasının üzerine anasının çerçiden aldığı renkli Sümer desenli şalı örtmüşlerdi. Ektirli Çil Aziz sağa sola salâvat getirdi, “Komşu hakkını helal edin” dedi. Ağlayarak ebedi yolculuğa uğurladılar. Dayısı, “Vay yalan dünya!” diye haykırıyordu…
Dişöğ Memet Dayı ise bu olup bitene şaşıyor, Battal Gülek gibi güvenilir dürüst bir ortağı kayıp etmenin acısı yüreğini yakıyor, “Gomşu hakkı helal olsun” derken gözlerinden yaş akıyordu... Musa Emmi ise hiç konuşmuyor, çok üzgün duruyordu.
Battal Gülek öldükten sonra değirmende ortaklar bir birine düştüler, anlaşamamışlar ve Ozan Musa Emmi kaleme sarılıp sevdiği ortağının anısına aşağıdaki şiiri yazmıştı...
Dişöğ Memet kayıp etti kulağı
Kekeç Seyit kesti yolu yolağı
Çağırın gelsin Baddal Güleği
Bu değirmen bize neler edecek
Garip kardaş sabah erken kalksana
Değirmenin pistonunu taksana
Akşam çöktü artık lamba yaksana
Bu değirmen bize neler edecek
Topraklarımız çorak ve bereketsizdi ama güzel insanların güzel anıları ile yine de yaşamak acı ve tatlı günlerimizi paylaşarak yaşamak güzeldi. Nazım Hikmet’in dediği gibi, ''Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”…
Hakkın rahmetine hayatının en çileli yolculuklarından sonra kavuşan Battal, Dişöğ Mehmet Emmi, Kekeç Seyit Dedemiz ve Ozan Musa Emmimize haktan rahmet diliyor güzel anıları önünde saygı ile eğiliyorum.
Bazen vedalar sevgisizlikten değil çaresizliktendir. Sizleri çok öksedik...
Evet, çok ağladığımız ve çok güldüğümüz günlerden kesitler sunarak yazmaya devam edeceğim…
Okuyanlara saygılarımı sunuyorum efendim...
Kaynak:Süleyman Özerol