Eğitmen Emmim İsmail Efendi anlatırdı, pür dikkat gözlerimi sıkarak nasıl dinlerdim. Emmim de bir zamanlar çocuktu o da benim gibi belli ki; anlatılanları can kulağı ile dinlermiş. Arada bir Sivas demiryolu yapımında çalışırken taş ocağında kayıp ettiği sağ başparmağı olmayan eliyle alınını sıvazlayarak ve gözlük üstünden arada bir bakarak anlatırdı. Anlattıklarının çoğu kadınların kahramanlığıydı, gerçek yaşanmış olaylardı.
Tortor Hüseyin'in hanımı; Büyük Bağdat (lakabı) ebesini derin bir ah çekerken ve bir döşürcüye bacaklarına sopa ile vururken görmüş. Şaşırmış emmim, sonrasını anası anlatmış. “Bunlar var ya bunlar, bize ne zulümler ettiler, Allah'ın işine bak ki; şimdi gelmiş kapımızda bizden dileniyorlar, şimdi bizim sürü ile davarımız ve odalar dolusu buğdamız var ama kimseye zulüm etmeden dişimiz ile tırnağımız ile topraktan söküp aldık” demiş, derin bir soluk aldıktan sonra devam etmiş. “Oğul, bunlara şu karşıdaki komşu İsaköy’de Hantebir Beği derlerdi bunlar çok zalimdi. Sabahın köründen gece yarısına gadar bizi boğaz tokluğuna çalıştırır, elle arpa buğda derdirirlerdi. Biz kadınların hızlı dermesi için kurumuş sıçan dikenleri ile arada bir omuzumuza vurup canımızı çekerlerdi, ağlaya ağlaya çalışırdık, yalın ayak omuzlarımızdaki sıçan dikenlerinin yarası güz soğuklarına gadar geçmez sır sır sızlardı” deyip o günleri ağlayarak atlatmış, Beraber aynı acıları yaşayan Dövlet, Haddice, Emine, başlarını sallayıp Büyük Bağdat’a hak vermişler. Döşürcü Ermeni Hamlig; Başını öğüne eğip, kısa boyu, tombul solgun yanakları, beyaz uzun dulunları, dökülmüş ön dişleri ve yüzündeki çillerinden tereddütsüz tanınmanın ezikliği ile boynunu büküp uzaklaşmış. Bir şey diyememiş, heybesi bomboş Kabırardına doğru kendini vurup uzaklaşmış köyden. Seferberlik ilanından sonra İsaköyde Hantebir beylerinden kimse kalmamış. Bütün erkekler silâhaltına alındığından, köydeki bütün işler kadınlara kalmış. Ne sürü ile davarlar ne de odalar dolusu buğday... Tarlada ekini deren harmanı işleyen erkek kalmayınca, bütün işler kadınların eline kalmış. Kocalarını, baba ve kardeşlerini seferberlikte kayıp eden kadınlar hem iş görür hem de ağıtlar yakarak ağlaya ağlaya acı içinde çalışırlarmış. Çütte, ekin dermede ille de kışlık oduna Çeki Dağına doğru giderken ağıtları Sarı Burunu aştıktan sonra dağlara yankı yaparmış. İrabanın hanımı Fatiş varmış, Göğ Süleymanın ve Hacı Hasanın anası, roman kahramanları gibi uzun ince boylu, Allah bir ses vermiş ince sesi ile seferberlikte kocasını, kardeşini, akrabasını kayıp edenlere ilaç gibi yararmış türküleri. O zamanın yürek dağlayan gözde türküsünün dizeleri şöyle imiş:
“Erzurum dağları kar ile boran
Aldı yüreğimi dert ile verem
Sizde bulunmaz mı bir kurşun kalem
Yazam arzuhalim yare gönderem”
Şerifin oğlu Ali'nin hanımı leyli Seferberlikte en çok acıyı o çekmiş, kayınbabası Şerif ile Kocası Ali'yi müfrezeler Sıyrınçak’ta hon tarlasında yakalayıp hiç köye uğramadan alıp Keban'a seferberlik toplanma merkezine götürmüşler. Kayın babası Şerif, Bitlis’te kocası Ali yemen ellerinde düşmüş toprağa. Güzün odun toplamaya giderken Sarı Burun deresinde şafak sökerken eli kulağa atarmış, Yiğit imiş babayiğitmiş Ali’si, Yemen ellerinde düşmüş toprağa eli kulağa atarmış acısını dağıtmak için.
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu yemen elleri nede yamandır.
Ano Yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir.
İsmail ağam bunları hep anlatırken söz türküdeki ''Çemen'' e gelir, İsmail Efendi, ''Yav bu Yemen dedikleri yerde, heç gül bitmezmiş, onun için aylar sonra gelen mektupların içinden gül çıkması gerekirken ''Çemen '' çıkarmış. Nice sonra sağ gelen Ektirli birisi anlatmış '' Heç ot bile yok bırakın gülü, sadece bir mevsim çimen olur ondan mektupların içine gorduh diye anlatmış...
O devirden nakledilenlerle bizim kuşağın yaşadıkları kadın rolleri arasında hemen hiç değişiklik olmadı. Savaşların, zulmün, yoksulluğun acısını erkeği ile eşit paylaşan omuzlayan hayatın akışını renklendiren kadın ve erkeğin eşit rol üslenmesi kocasının yokluğunda hem annelik rolünü hem babalık rolünü yaşatan kadınlar bizim gözümüzde tanık olduğumuz kahramanlardı.
1978 Yılının mayıs ayıydı, Köyde davullu zurnalı bir düğün alayı köyün içinden geçerken, elindeki mendili sallayan Yusuf, traktör naylonundaki kalabalığa türkü söyletiyordu.
Olur mu aslanın erkeği dişisi
Geldi çattı savaşmanın zamanı
Cepheden cepheye koş bacı bacı
Kızıl Mememet konağın önünde türkü hoşuna gitmişti ama ileniyordu. ”Ula bunları dinleyen saki yarın devrim olacakmış gibi, şu Yusubun halına bah” diyordu. Derneğin önünde kümelenmiş gençlerden Ali Şahin’e soruyordu Tükancı Memöğ emmi. “Ali efendi siz devrimi nasıl yapacaksınız? Üstencelik allahı peygamberi de tanımıyorsunuz” dediğinde Ali Şahin, “Kırlardan şehirlere doğru proleterya önderliğinde, silahla” diyordu. “Nasıl yanı” diyen Memöğ Emmi ‘anlamadım’ der gibiydi. Araya giren Ali Baydur, “Güzel gardaş, anlattıklarınız çok güzel ama bah gardaş siz gaç fıraksıyonsunuz aha şu köyde bile birlik olamıyorsunuz. Kimi Halkın Yolu, Kimi Halkın Birliği, Dev Yol’u Dev Sol’u var, kırk parçaya bölünmüşsünüz. Öğce birlik olsun, bir olun” diyordu. Mehmet Çavuş gülümseyip yutkunarak, “Siz döğletle nasıl başa çıhacaksınız? Yani ehtilal mi yapacaksınız?” dedikten sonra Alman harbinde Hitlerin urusya kapılarına gadar savaş uçakları topları ile yürüdüğünü anlatıyor, “Az kalsın goministleri yeryüzünden sileceklerdi, şiddetli gışa yakalandılar, uçakları dikine gahardı ben askerde gözümle gördüm” diyordu.
Akşamüstü, Altun Halanın odanın penceresinden bağlama sesi ana caddeye yansıyordu, Hüseyin Aslantürk hoca bağlamanın döşüne vurup ayakları ile yürüyormuş gibi söylüyordu:
“Bir çift öküz yeter mi?
Ahha Memmet Emmi
Böyle baca tüter mi?
Dehha Memmet Emmi
Sonunda bir sazın döşüne vurup bir “dehhah” diyordu defalarca. Şemen Emmi, avuçlarını öne doğru uzatıp açıp yumuyor, gözlerini kısıp gülümseyerek, “Ula öküz mü galdı, şimdi motor geldi motor” deyip, “Hımmm, zenginin malını alıp bize verecekler değrüm dedikleri bu emme, hele bahah” diyordu.
Devrimci düşünce ve dönüşüm mayasında var olan eşitlik ve özgürlüğü siyaseten kamu gözünde olmazsa bile yaşadığımız köyde ve toplumda kadın erkek ayrımını ayıpsayarak, “Önce kadını olsun erkeği olsun insanız” şeklinde yıkılmaz bir bir düşünce olarak kökleşti. Kadını önce insan olarak görmek, hak hukukunda, geleneksel yaşamda eşit görmek birikmiş bir kültürün ve eylemin ürünüdür. Bu her toplum için kolay değildir. Tüm emekci kadın hakları, eşit özgür bir yaşam için mucadele eden bu uğurda toprağa düşenlere selam olsun…
Kaynak: Süleyman Özerol