“EKİNİN BOL OLDUĞU YIL BEBEK BOL OLDU, EMME GELEN GEDEN DE BİZİ ÇARPTI”

Köy içinde Manışın oğlunun sekide oturmuş, sohbet ederlerken medetlerin Hasanın anlattıklarını köylüler can kulağı ile dinliyorlardı. Hasan Emmi, “Garaca’nın buğdası barmah gibi, Garaca’nın buğdası arasaya gelir gelmez gapış gapış, Garaca’nın buğdası gıpgırmızı. Adamlar emek çekiyler, bizim gibi öküzlerle cızıtmıylar, adamlar üç beş eüğü bir araya gelmiş motor almış elli gıratlıh yeri üç saatte sürüdü getti. Adamlar Garacaoğlan Goyağı’nda şaştım galdım” deyi hem sigarasını tüttürüyor hem iştahlı iştahlı anlatıyordu.
           Tüğsüz İsmail başladı konuşmaya. “Adamlar gabah depede bir herg etmişler, tarla öllük üllük, eşşeği sürdüm herge dizlerine gader batıyı,  helbe o hergde adam boyu buğda olur, helbe barmah gibi buğda olur, helbe arasada gapış gapış ederler” deyip, ağzındaki sigarayı atıp tabakasından sarılı tütünlerden yakarken kafası dumandan zor görünüyordu.
            Hasan Şıh, “Garacalılar üçer beşer eüğ birleşip motor alıylarmış, atları satıylar ne gözel atları var, öküzleri satah gedek atları alah” dedi.
             Hemen herkes gedip Karaca’dan satılık atlardan aldılar, o yıl toprak ipek gibiydi o yıl toprak nemli öllük ölük, adam herkde yürüyemez ayakkabılar herklerde kayıp olurdu. Bu bolluğun ilk işaretleriydi derken, atlarla girilen tarlalarda 1958 yılın da çok bolluk olmuş, yağmur çok yağmış, taş üstüne düşen tohumlar bile bire on beş vermiş o yıl çok arpa buğday olmuş.
             Kabak Tepe, Cehennem Deresi, Sıyrınçak, Zırman Güney, Çukur Harman, köy civarı Ağ Gedik, Tuz Taşı, Yolcu Gediği hiç mahcup etmemiş, bol arpa buğday vermiş.

             Çerçiler bu durumu ekinler yeşilken sezmişler, heybelerini yenilemişler, satacakları şeylerin hayalini kurmuşlar, incir, üzüm iplik iğne, çorap, kemer lastiği, daha neler neler almışlar bir kenara koymuşlar.
              Harmanlar kalkar kalkmaz köye hücum etmişler. Eğin’den çuvallar dolusu kuru tut gelmiş, Kündübek'ten kuru üzüm, Halpuz'dan çerçi gelmiş, pekmez gelmiş. Atmadan ceviz çökelek, köyün sokakları bir anda satıcılarla şenlenmeye başlamış. Kimi buğday, kimi arpa, pıt pıtı alarak mallarını satmışlar.
             O yıl eşekle değil kamyonla şehre gitmiş bizim köylüler. Malatya’dan karılarına neler neler almışlar rengârenk basmalar divitler, başlıklar, abalar çoraplar kunduralar, boyalı şekerler almışlar. Lahana, isdotu alıp turşu vurmuşlar, elma, nar ayva alıp sandıklara koymuşlar, şeker almışlar çay almışlar.
             Karılar erkeklerin bonkerliğine şaşmışlar, eskiden al dediklerinde yüzleri turşu gibi olan erkekler şimdi bir yerine iki alıyorlarmış.
              Kış gelip de sobalar tütünce kavurgaları kavut yapıp pekmezle karıştırıp dut da katıp pohnit yapmışlar, kavurga, hedik bol meze olmuş. Dolma köftesi, kıvrımlı kömbe, ara sıra elma, nar geç vakitlere kadar saz çalıp toplanıp eğlenip vakit geçirmişler. Konahlarda oşkin, altmış altı oynayıp güzel güzel hikâyeler mesellemeler anlatmışlar
              Kış ta çok şiddetliymiş kimin umurunda tezek, odun çekme bol olmuş.
              Çocuk uyku mahmurluğu ile gecenin bir payında başını kaldırmış babasın da bir telaş, “ne oldu baba?” demeden babası, “Tumanımda bit pire var, yatamadım” demiş, çocuk inanmış uykuya dalmış.
              O yıl hamile kalmayan kadın kalmamış, bir iki istisna hariç her evde bir 59’lu yoksa mutlaka 60’lı vardır
              Palaklı’dan öllük elemişler, çocukları belemek için, delik deşik olmuş Palaklı o yıl. Toprağı kundaklarda, yağlı kepir toprak saçlarda ısıtıp ısıtıp çocukları belemişler, köyün nüfusu tam 55 tane artmış. Her evde ingaaa sesleri yükselmiş, bolluğun etkisin den olsa gerek hepsi de sağlıklı sıhhatli olmuş, sadece 3 fire vermiş, gün gelmiş sınıflara sığmamışlar, devlet de eski kerpiç okulu yıkmış o bolluğun cezasını yeni okul yapmakla ödemiş.
             Derken beyle bir bollukta altmışlı yılı, yetmişli yıla bağlayan sene bir kamyonet gelmiş içinde ne var diye başına toplanan köylülere kamyonetin brandasını açan tüccar köylüleri şaşkına çevirmiş. İçi kırma av tüfeği dolu kamyonetin tüccarı, “Size aggılı tüfekler getirdim nişan almadan bile gurdu guşu vuruyu” demiş. Eline alıp fişeği doldurup nişan almadan dipçiği omuzuna verip Haceylin duttan iki serçeyi düşürünce, Hasan Sevilmiş (Şıh),  “Ula ne güzelmiş, bağda bahçada, sürüde ilazım olur” demiş, silahları gören hayran olmuş, “Emme şimdi paramız yoh, ekin galhtığı zaman olur mu?” demiş köylüler. Tüccar, “Olur emme senet imzalatırım” demiş. Köylüler Çütcü Sadık, Hasan Şıh, Beş Gardaşların Yusup, Tortorların Memi, Sadık derken bütün köylüler sıraya girmişler. Alınan av tüfeklerinin boyalanıp cilalanıp, yağlanmış ikinci el tüfek olduğu danesi yıl anlaşılmış. Tüfeklerin cilası dökülmüş, tetikleri bozulmuş, Hasan Şıh, “Ula bu namussuz bizi çarptı, ekinler galhmadan daha senet imzalatıp bozuk tüfekleri bize verdi” diye duvar diplerinde ilim ilim ediyi...
                Derken bir bollukta yetmişin ilk yarısında, 1976 yılında olmuş, köy kooperatifine bol çay şekeri, yağ, kırnap, lamba, piskevüt, sucuk, gofret, Vita yağı, Angara lastiği alacak listesi yapmışlar Ama bir şansızlık olmuş hiç sorman…
               Yıl 1976, köylüler kooperatiflerini gözleri gibi seviyor. O yıl kooperatifi de Hasan Ali Dedenin oğlu Yahya çalıştırıyor. Başkanı ise Hüseyin Aslantürk hoca... Kimisi helva kimisi Vita yağı alıyor. Terlik bile satılıyordu, yeri de çok güzeldi. Şehen Emminin eski dükkân yeri... 1976’nın kışı da karlı buzlu başlamıştı. Kooperatife gelen mallar Malatya’dan Arguvan’a işleyen Cihan Turizm’le gelir, Aşağı Sülmenli yol ayrımında köylüler traktörle alıp gelirdi. Yine mal gelmiş haber aldık. Aralık ayı kar ve buzlu yükledik traktöre neler neler var... Helvası, boyalı şeker gofreti, dört çuvalda toz şekeri var römorkun tabanı mazotmuş çuvalları atınca şeker mazotu emmiş olduğu gibi mazot olmuş şekerler. Kooperatif yönetimi ve köylüler çok üzülür. Neyse, ‘zarar paylaşalım’ denilir, herkes ucuzundan sekiz kilo şeker alır, şeker de kıymetli o zamanlar, karaborsada.
                Mazotlu şekerle çay içmeye başlarlar. Köylüler aman ne kötü karınların içinden sanki kurbağa sesi geliyor, o çaydan içende şişkinlik ve yellenme başlar. Çütcü Sadık Ücü’nün dükkânına girer, şapkasındaki karı eliyle çarpıp uzak bir köşeye oturur. Köylüler sitem eder, “Niye uzağa oturdun?” derler. “Mazotlu şeker beni pis etti, makineli tüfek gibi çekiyorum, yelleniyorum” deyince Medetlerin Hasan Emmi, “Ben de ula demez mi? Gazi Emmi, “Ben daha kötüyüm” der. Mıstalı, Medetlerin Hasan, Tortorların Rıza velhasıl kelam çoluk çocuk yaşlılar şeker bitene kadar o kış ve bahar mevsimine kadar yolda yolakta makineli tüfek sesini andırır bir şekilde yellenmeye devam ederler.
                 Ah o günler ne dayanışma vardı. Kooperatif zarar etmesin diye sineye çekilmişti. Mazotlu şekerin çürüttüğü dişler başa belaydı, o yıl diş ağrısı çekmeyen kalmadı kimisi muska yazdırıyor ağrının dinmesi için, kimi haşhaş kanı koyuyor derken gökte aradığımız dişçiyi yerde bulduk.
                Yıl 1977 harmanlar kalkmış. Eylül ayı gelmiş herkes teze şehirden aldığı şalvarlarını giymişler. Kürt Yusuf’un duvar dibinde Memöğ’ün dükkânının önünde uzanmışlar, koyu sohbete dalmışlar. Ara sıra rüzgârla toz toprak gelse de aldırış eden yok. Eften püften konuşuyorlar. Süleyman Ağanın çocukları karpuz getirmiş satıyorlar. Az ileride veremli Asmacalı Veremli Haydar dut pekmezi getirmiş, pazarlıkla fiyatı konuşuyorlar. Derken çeşmenin başına bir kamyonet geldi, paytak bıyıklı iri yarı dişleri altından yapılmış adam kamyonetten indi, heybesini omzuna attı, Memöğ’ün dükkânının önüne geldi, selam hoş beş derken malzemelerini çıkarmaya başladı. ispirto ocağı, çekiç, kerpeten ayna, makas, tokmak, tel, pense,  mum bir sürü malzemeyi döküp saçtı.  Sirli, Medetlerin Hasan, Gazi Emmi şaşkınlık içinde baktılar. “Bunlar ney” diye sorduklarında, “Dişçiyim,  dişlerinizi yapmaya geldim” dedi. Köylüler bir sevindi, tam bayram havası, hiç sormayın. Şıhlı mahallesi, aşağı mahalleden yukarı mahalleden duyan işiten geldi, herkes dişini gösteriyor, “bu olur mu” diye soruyorlar, derken diş yapılmaya başlandı bile. Sirli, Medetlerin Hasan, Ataş ağa, Salman Ağa, Hakalmaz’ın oğlu Abdullah… Dişçi hemen işe koyuldu, ocağını yakıp diş kalıplarını çıkardı, önce Sirli’nin sekiz dişini beş dakikada yaptı. Çakma altından dişler o kadar güzel görünüyor ki sıkılaştırma işini keserin sapıyla yaptı. Sirli’nin ağzına keserin sapını doktu yapıştırdığı dişleri gığrattı sonra Medetlerin Hasan, Gızıl Memet, Hakalmazın Abdullanın, Peğ yerinin Sadık salman ağa, İböğün oğlunun ver hâsıl kelam köyde yapmadığı diş kalmadı. Paraları topladı, danesi gün geldiği gibi gitti. Dişçi gidenden üç gün sonra dişler gövermeye başladı parlaklık gitti, Çütcü Sadık emmi yemek yerken hepsi düşmüş cebine doldurup köyün içine geldi, basıyor ana avrat küfrü, “İki tanesini de yuttum acaba bir şey olur mu?” dedi. Sirli, “Dört tane de ben yuttum, yemek yerken çıktı, bulamadım” dedi. Ataş ağa, “Az galsın bende yutacaktım…” Peğyerinin Satoğ basıyor küfrü dişçiye, “Dolam küftesi yerken hepisi çıhtı” diye cebinden çıkarıp gösterdi. Velhasıl kelam bütün dişler düştü. Dişçi cebini doldurup kaçtı. Hasan Şıhım, “Ula bu ne işti pezevenk bizi çarptı gaçtı” diye bağırıyordu.
                    Daha bunun acısı zar zor geçmişken dolanı dolanı yaz geldi gene bir Adanalı kötü çarptı bizi Yıl 1985 o yıl meyveler ehven oldu. Köylüler, “ağzımız koktu bir kilo kiraz yiyemedik” diye sitem etmişlerdi, çok da pahalıydı. Kırık dökük bir kamyonet ağzına kadar tıka basa kiraz dolu Aşağı Sülmenli’ye geldi. Gavurmalık Bektaş Emmi bütün gelen meyve ve sebzeleri köyün girişinde kontrol ediyordu. Konağın gölgesinde yine otururken, “Kirzacııı! Ucuz kirazzz!” diye cırtlak bir ses duydu, kafasını döndürdü ki ne döndüre bir kamyonet kıp kırmızı kiraz. Satanlar da Adanalılar, hemen tası kaptı kadınları itekleyerek kirazcıya yaklaştı, “Durun, alman ben bakmadan!” deyince kadınların hepsi çekildi. Bir tas kirazı aldı rengi çok kırmızı tuhafına gitti. Bir tene yedi tadından da şüphelendi. Eliyle ikiye böldü kurtlar vıcık vıcık. Bir tane daha böldü yine kurtlu. “Gardaş gaza bas get” dedi. Adamlar da anladı, bozuntuya vermedi. Bastı gaza Yukarı Sülmenliye, Tüvsiz’in evinin oraya vardı, kadınlar kapış kapış... Beş kilosu beş lira, bir mucur buğdaya üç kilo... Tam çeşmenin başına varmıştı ki kiraz bitti. Sirli’nin avradıyla Ataş Ağanın kiraz alma yüzünden tartışmalarını gülerek izlerlerken Salman’ın hanımı Fatma geldi koşa koşa son soluğa. “Gız pohuzu dökem alman, hep gurt demez” mi? Adamlar bastı gaza kaçtılar. Aşağı Sülmenli’den geçerken. Gağurmalık Bektaş Emmi’ye de laf vurdular. Adamlar, “teker teker baktılar bir tane gurt yohdu, bak bitirdik, hem de bir biriyle kiraz alma yüzünden gavha ettiler” demezler mi? Gağurmalık Bektaş Emmi şaştı. “Ula onların hepsi sancılanır, bunlarda heç akıl yok mu?” diye ilendi kendi kendine…
                     Toprağımız ve insanları çok güzeldi. Dilleri, gülüşleri, konuşmaları, başımızdan geçen olaylar anlatmakla, yazmakla bitmeyecek kadar çok ve renkliydi. Hele topraklarımızda bolluk olduğu sene; aldığımız yediğimiz, gelenimiz gidenimizle hayatımız renklenir sevinir keyfimiz yerinde olurdu. Hayat öyle hızlı akardı ki o zamanlar hiç farkında bile olmazdık. Bolluğa Halil İbrahim bereketi derdik. Her daim eyle diler ve dilekte bulunurduk.
 

Kaynak: Süleyman Özerol

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56