ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLİYORUM

Her yıl Nisan ayının 24’ünde Ermenilerle ilgili çeşitli sıkıntılar gündeme gelir. Soykırım mı? değil mi? Bu konuda fikir yürütecek olanlar mutlaka tarafsız araştırmacı ve tarihçiler olmalı. Ben kendi penceremden bakarak bunun bir soykırımı olduğunu kabul ederek, Ermenilerden özür dilemeyi bir erdem olarak algılıyorum. Yüz on yıl yaşayan anneannemin anlattığı bir öyküyü sizinle paylaşmak isterim. 1915 yılında Ermeni sürgünü başladığında anneannem olayların canlı tanıklarındandır. Çok küçük yaşta dinlediğim bu öykü bende iz bırakmış olmalı ki henüz dün anlatılmış gibi benliğim de canlılığını korur. Şöyle derdi anneannem “Ermeniler sürgün edildiğin de bir kısmını Fırat suyuna atarak boğdular. Küçük bir çocuk, babası suya atılırken babasını kurtarmak için çabaladığında yere düşer. Yere düşen çocuğun ceketine çamur bulaşır. Ceketindeki çamuru temizlemeye çalışırken  çocuğu da suya atarlar. O zamanlar bizim çocukların hiç birin de ceket yoktu. Ermenilerin çocukları o zaman ceket giyerlerdi.” Anneannemin anlattığı bu öykü benim kendi adıma Ermenilerden özür dilemem için yeterli bir anlatım.
 Muharrem Kaya’nın “Küllerimi Sana Bıraktım” adlı eserini okurken anneannemin anlattıklarına benzer birçok öykü Ermenilere yapılan haksızlığı gözler önüne seriyor. Tabi ki bunlar tarihçilerin görevi olsa da ben vicdanıma sorduğum da özür dilemem gerektiğine inanan biriyim. “Ermeni” kelimesini küfür yerine kullanıldığı bir toplumda insanların beyinlerine kazılan tabuları yıkmak elbette ki kolay olmayacak. Almanların güzel bir sözü vardır. “Hatasın da direnenler daha büyük hatalar yapar” diye. Toplum olarak bazı otoriteler tarafında oluşturulan tabuları yıkmak için insanların vicdanına sorması yeterli değil mi?
 Diyarbakır Silvan da askerlik yaparken “Nubar” adında bir Ermeni arkadaşımız vardı. Oldukça erdemli, insani değerlere sahip olduğu kadar uysal ve nezaket kuralarına değer veren bir insandı. Ermeni olması sessiz ve suskun olmasını gerektiriyormuş gibi bir yükümlülükle hareket ediyordu. Her an ceza alabileceği bir suçluluk duygusuyla hareket ederdi. Tel örgünün arkasında  askerlerle ilişkisi olan çocuklar burada askerlik yapanları çok yakından tanırlardı. Askeri kantinde bulunmayan ihtiyaçları dışarıdan aldıran askerlerin çoğunun özelikleri hakkında bilgi sahibiydiler.  Bu çocuklarla Kürtçe konuştuğum için bana kendi aralarında “Kurmanç” diyorlardı. Bir gün Nubar arkadaşla konuştuktan sonra çocuklardan biri “Abe Nubar gavurdur” diyerek beni kendince uyarmak istedi. “Gavur” kelimesine yaptığı vurgu dikkatimden kaçmadı. “Hayır Nubar “Gavur” değil o gayrı Müslim dür” dedim. Tabi ki çocuk benim ne demek istediğimi anlamasa da “Gavur” kelimesiyle hitap ettiği için kendini sorgulayacağına inandım. Yani dünyaya gelirken kimse sormuyor “Hangi ırktan, hangi dilden, hangi renkte ve hangi dinden olmak istersin” diye. Hiçbir insan doğuştan sahip olduğu kimlikten dolayı aşağılanmayı ve dışlanmayı hak etmemektedir.
 Malatya Arguvan’ın hemen hemen her köyünde  Ermeni asıllı bir kadın vardır. Tabi ki bu kadınlarılar asimle edilerek yaşamını sürdürmüştür. Bu bölgeye giden gazeteciler Hrant Dink, Zeynep Oral, Mahmut Özdemir ve Oral Çalışlar bir eve misafir olurlar. Ev sahibi dedesinin Ermeni kadını nasıl kurtarıp daha sonra onunla nasıl evlendiğini anlatır. “Dedem babaannemi Fırat suyundan yaralı kurtarıp, atın terkisine atıp köye getirir. Daha sonra da bu kadınla ikinci eş olarak evlenir. Gönül isterdi ki dedem bu kadını yaralı kurtarıp köye getirdiği için onun bir heykeli dikilsin. Fakat daha sonra bu kadını kendi yaşında biriyle evlendirip düğününü yapıp gelini olarak sahiplenmiş olsaydı, ikinci heykelin dikilmesini hak ederdi. Fakat dedem onunla evlenerek yaptığı iyiliğinde içine etmiş” derken haklı bir öz eleştiri vermektedir.
Bu konumda olan nice Ermeni asıllı kadın bu coğrafyada acılarını yüreğine gömüp asimle olmayı kabul edip hayatta kalmıştır. Bazıları bu hayatta kalan kadınlar için “Biz bir çoğunu koruduk ve kurtardık” diye övünürken nasıl asimle ettiklerini aklının ucuna bile getirmek istemiyorlar. Korumak asimle ederek değil, kendi değerlerine ve inançlarına saygılı olmakla sahiplenilmediği sürece korunmamış olurlar. Bu anlamda asimle edilerek ve yahut ikinci eş olarak alınması koruma anlamına gelmez. Bu kıyım sırasında mutlak ki birileri vicdanının sesini dinleyip Ermenilere yardım etmiştir. Geçmişte birlikte paylaşılan çok derin dostluk ve anıları yok sayamayız. Kıyımı kimlerin istediği ve kimlerin istemediği aşikardır.
 Bu konuda söz açıldığında herkesin büyüklerinden dinlediği mutlak bir Ermeni öyküsü vardır. Anneannem nasıl ki bize anlatmış ise bir çok insanda benzer öyküleri kendinden sonraki kuşaklara aktarmıştır. Anlatılan bu öyküler hepside insanın yüreğin de bir acıma ve merhamet duygusu uyandırıyor. Dinlediğiniz bu öyküleri bir kez daha hatırlayıp vicdanınızın sesine kulak verdiğinizde “Ermenilerden Özür Dilemeniz” için yeterli bir neden olduğunu görürsünüz. Ben anneannemin bana anlattığı bu öyküden yola çıkarak, bugün vicdanımın sesine kulak verip tüm bu yapılanlar için  ERMENİLERDEN KENDİ ADIMA ÖZÜR DİLİYORUM.
                                                                               Rıza PARLAK
                                                                              24 NİSAN / MERSİN
 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56