HALK EDEBİYATI
Halkın edebi zevkini karşılamak için sözlü olarak ortaya konan, kendine özgü bir dili ve söyleyiş biçimi bulunan Türk Edebiyatı’nın ana kollarından biridir. Asıl gelişimini Anadolu sahasında göstermiştir. Halkın meydana getirdiği, halk arasında yetişen saz şairlerinin, tekke şairlerinin meydana getirdiği bir edebiyattır.
Halk edebiyatının kökleri İslamiyet öncesi Türk edebiyatına kadar uzanır. İslamiyetin kabul edilmesiyle birlikte Türk edebiyatı Arap ve Fars edebiyatlarının etkisinde kalmaya başladı. Bu dönemde Halk edebiyatı ikinci planda kaldı. Ama halkın beğeni, duygu ve düşüncesini her dönemde yansıtan şairlerin varlığı ile önemini yitirmeden bugünlere gelindi.
Halk edebiyatının genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
- Halk edebiyatında şiir, diğer türlere göre daha ağırlıklıdır.
- İslamiyet öncesi Türk edebiyatı geleneğini sürdürür.
- Şiirlerin adları ( başlıkları) yoktur. Bu şiirler biçimleriyle adlandırılır.
- Şiirler, “ saz şairi”, “ozan”, “ âşık” adı verilen kişilerce, “saz” (bağlama) eşliğinde söylenir.
- Halk edebiyatı ürünleri sözlü geleneğe bağlıdır; yazılı değildir. Bir “saz” eşliğinde sözlü olarak oluşturulmuştur.
- Şiirler hazırlıksız (irticalen, doğaçlama) söylendiğinden daha çok yarım uyak kullanılmıştır.
- Şiir birimi dörtlüktür. Çok az sayıdaki şiirlerde üç, beş dizeden oluşan birimler kullanılmıştır.
- Kullanılan asıl ölçü “ hece ölçüsü”’dür. Divan şairlerine özenerek “aruz”’la şiir söyleyenler de olmuştur.
- Genellikle “hece ölçüsünün” “7’li, 8’li, 11’li” kalıpları kullanılmıştır.
- Şairler, şiirlerini halkın konuşma diliyle söylemişlerdir. Kullanılan dilin tam olarak “öztürkçe” olduğu söylenemese de, Divan şiiri ile karşılaştırıldığında çok özlü, sade bir dil olduğu da görülecektir.
- Nazım şekli olarak “ mani”, “koşma”, “ varsağı”, “ semai”, “türkü”, “destan” vb. kullanılmıştır.
- Konu olarak daha çok “aşk”, “ ölüm”, “hasret”, “din”, “ayrılık”, “doğa sevgisi”, “yiğitlik”, “ zamandan şikâyet” işlenmiştir.
- Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Anlatılanlar, benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılmıştır. Divan şiirinde olduğu gibi “soyut güzelliğe” değil, “ somut güzelliğe” dayalıdır.
- Halk edebiyatını “anonim halk edebiyatı”, “ âşık edebiyatı”, “ tekke edebiyatı” olmak üzere üç başlık altında inceliyoruz.
Halk edebiyatının bu bölümlerini ana başlıklar altında incelemeye çalışalım:
1. ANONİM HALK EDEBİYATI
Halkın ortak malı olan edebiyatın genel adıdır. Bu edebiyattaki ürünlerin kime ait olduğu bilinmemektedir. Bu edebiyatın içinde yer alan manilerimizin, türkülerimizin, ağıtlarımızın kim tarafından söylendiği bilinmemektedir. Her yapıtın mutlaka bir yaratıcısı vardır. Anonim ürünlerimizin de ilk söyleyeni vardı; ama zamanla bu ilk söyleyen unutulmuştur. Böylece ürünler halkın beğenisinde yaşamaya devam etmiş, anonimleşmiştir.
Anonim halk edebiyatı ürünlerini mani, ninni, türkü, destan, tekerleme, bilmece, masal, karagöz, ortaoyunu, meddahlık, atasözü olarak sıralayabiliriz.
Bu ürünlerde kullanılan dil sadedir. Anlatım sözlü edebiyat geleneklerine uygundur. Süsten uzak, açık, somut bir anlatım kullanılmıştır.
MANİ
Anonim halk şiirinin en küçük nazım biçimidir. Yedi heceden, dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Bazen bu uyak düzeninin xaxa şeklinde olanları da vardır. Manilerin ilk iki dizesi temel düşünceye giriş yapmak için söylenir. Bu ilk iki dizeye “ doldur-boşalt” dizeleri de denilmektedir. Temel duygu ve düşünce son iki dizede dile getirilir. Bazı manilerimizde ilk üç dizenin temel düşünce ile uyumlu olduğu da görülmektedir. Manilerin başlıca konusu “ aşk” konusudur; ama her konuda mani söylemek mümkündür. Niyet manileri, atışma manileri, tarlada çalışırken söylenen maniler, bekçi-davulcu manileri, satıcıların söylediği maniler, cinaslı maniler, âşık hikâyecilerinin söylediği maniler, mektup manileri, düğünlerde söylenen maniler… vardır.
Tam (düz) mani: İlk iki dizesi bazen de ilk birinci dizesi doldurma biçiminde olan manilerdir. Örnek:
“ Uzaktır seçilmiyor
Gönüldür geçilmiyor
Gönül bir top ibrişim
Dolaşmış açılmıyor.”
Kesik mani: Tam (düz) maninin sonuna aynı uyakta iki dizenin daha eklenmesiyle yapılır. Örnek:
“ Ekin ektim bitmiyor
Boya vurdum tutmuyor
Aramızda dağlar var
Elim yâre yetmiyor
Şekerli yemek yaptım
Boğazımdan gitmiyor.”
Karşı-Beri Mani: İki kişinin; daha çok bir kadın, bir erkeğin söylediği manilerdir. Örnek:
Erkek- “ Başına Acem şalı
Kırılsın her bir dalı
Girsin terin altına
İkimizin ikbali.”
Kadın-“ Otur sevdiğim otur
Rize iskemlesine
Yüreğimin derdini
Diyemem hepisine.”
Deyiş Manileri: İki kişinin söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklindedir. Örnek:
- “ Bayırda harmanım var
Sultandan fermanım var
Yiğit isen gel bana
Derdine dermanım var.”
- “ Bayırda harman olmaz
Sultandan ferman olmaz
Ben her kıza gelemem
Her kızda derman olmaz.”
Kesik (Cinaslı) Mani: Birinci dizenin 7 heceden az olduğu, uyakların CİNASlarla kurulduğu manilerdir. Örnek:
“ Böyle bağlar
Yar başını böyle bağlar
Gül açmaz bülbül ötmez
Yıkılsın böyle bağlar.”
AĞIT
Ölen kişinin /kişilerin ardından duyulan acıyı dile getirmek amacıyla söylenen şiirlerdir. Deprem, sel felaketi, yangın gibi doğal afetlerin yıkımları üzerine söylenen ağıtlarımız da vardır. Ağıt söyleme işine “ ağıt yakma” denir. Ağıt söyleyen kişilere ise “ ağıtçı” adı verilir.
Ağıtlarda ölen kişinin yiğitliğinden, güzel davranışlarından, yaşamındaki önemli olaylardan söz edilir. Belli geleneksel hareketler ( ağlama, kendi vücuduna zarar verme, dizlerini dövme gibi) eşliğinde söylenir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenen ağıtlara rastlamak mümkündür. Hecenin 7, 8, 11’li ölçüsü ile söylenir.
Ağıtlara İslamiyet öncesi Türk edebiyatında “ SAGU” denilmekteydi. Divan edebiyatında ise ağıtlara “ MERSİYE” adı verilir.( Söyleyeni belli olan ağıtlarımız da vardır.) Ağıt örneği:
“ Çeyizim sandıkta basılı kaldı
Kınalar ellerde yakılı kaldı
Bayrağım ağaçta asılı kaldı
Düğünüm mahşere kaldı neyleyim?
Babam resmimi de duvara assın
Yavrum dedikçe de resmime baksın
Ilıdı suyum da getirin tasım
Düğünüm mahşere kaldı neyleyim?”
TÜRKÜ
Halk edebiyatının en zengin türüdür. Anadolu halkı yaşamının tüm izlerini türkülere yansıtmıştır. Acılarını, sevinçlerini, öfkelerini, sevgisini, gurbeti, sılayı… türkülerle dile getirmiştir.
Türküler ezgilerle söylenen anonim halk şiiri biçimidir. Söyleyeni belli olan türkülerimiz de vardır.(Bunlar âşık edebiyatı bölümünde ele alınacak.)
Ezgilerine göre türkülerimiz:
- Usullü (ölçülü) türküler: Bunlar genellikle oyun havalarıdır. “Oturak”, “kırık hava, “ zeybek”,” “karşılama”, “şıkıltım”, “ horon”, “ dattiri”, “ Sümmani ağzı”, “ güzelleme”, “koşma”, “ ninni”, “ taşlama”, “ yiğitleme-koçaklama-” gibi adlarla anılır.
- Usulsüz türküler : Bunlar “ uzun havalar”’dır. “ Ağıt”, “ bozlak”, “Çukurova”, “ hoyrat”, “kayabaşı”, “ maya”, “türkmani” gibi adlar taşıyan çeşitleri vardır.
Konularına göre türkülerimiz çok çeşitlidir: “ Askerlik, aşk-sevi-, eşkıya, derebeyi, doğa, gelin-güvey, gurbet, mizahi, hapishane, iş, kaçakçı, yiğitlik, töre,
tören, ölüm türküleri gibi.
Türküler iki bölümden oluşur. Birinci bölümde türkünün asıl sözleri bulunur ki bu bölüme “ bent” adı verilir. İkinci bölüm “bentlerin” sonunda tekrarlanan dizelerdir. Bu bölüme “nakarat”, “ bağlama”, “kavuştak” gibi adlar verilir. Bentler ve kavuştaklar kendi aralarında uyaklıdır.
Türkülerimiz hece ölçüsü ile söylenir; az sayıda da olsa aruzla söylenmiş türkülerimiz de vardır. Bir örnek:
“Baba ben derviş miyem
Kürkümü giymiş miyem
Ben sevdim eller ala
Niye ben ölmüş müyem
Ah limini limini
Can limini limini
Odan kireçtir senin
Yüzün güleçtir senin
Elin elime değse
Tenin ilaçtır senin
Ah limini limini
Can limini limini
Karşıda kara koyun
Tutun çadıra koyun
Yârinden ayrılanın
Adını heste koyun
Ah limini limini
Can limini limini”
( Bayburt. Kaynak: Şakir ŞENER
Derleyen: Muzaffer SARISÖZEN)
NİNNİ
Annelerin çocuğunu uyutmak için belli bir ezgiyle söylediği anonim ürünlerdir. Anne, çocuğuyla ilgili duygularını, düşüncelerini, özlemlerini, sevincini, üzüntüsünü ninnilere yansıtır.
Ninniler çocuğun duyduğu ilk insan sözleridir. Yumuşaktır, çocuğun tüm benliğini sevgiyle kuşatır. Dünyanın en sıcak, en içten gelen ezgileridir. Çünkü anne kendi canından, kanından bir parça olan çocuğuna söylemektedir bu ninnileri.
Ninnilerin belli bir uyak örgüsü yoktur. Dörtlükler halinde olduğu gibi farklı sayıdaki dizelerden oluşmuş ninnilerimiz de vardır. Çoğu zaman aynı ninnide dizeler arasında tam bir uyak birliği bile olmaz. Örnekler:
“ Uyudukça uykun gelsin
Büyüdükçe aklın ersin
Mevlam sana ömür versin
Ninni yavrum ninni
Hû, hû, hû yavrum
Ninniyle uyu yavrum
Allah sana lütfetsin
En güzel huyu yavrum
Hû, hû, hû canım
Ninniyle uyu canım
Allah versin yavruma
En güzel huyu yavrum.”
“ Salın salın salıncak
Oğlum bir bey olacak
Büyüyüp, okuyacak
Sevgiyi dokuyacak
Nenni yavrum nenni.”
“ Yeri yeri yeriden oğul
Yeri dağları eriden oğul
Ayak nere yürürsen
Yavrularım gelir geriden oğul.”
“Yeryüzünde ufak taşlar
Gökyüzünde uçan kuşlar
Meyve vermez kuru ağaçlar
Ninni yavrum ninni.”
2. ÂŞIK EDEBİYATI
Âşık edebiyatımızın kökü çok eskilere dayanmaktadır. Bu edebiyatın içinde yer alan adların, geleneğe göre uyması gerekli bazı kuralları vardır. Bu kuralları temsilcilerin yerine getirmesi beklenirdi.
Aşığın şiir söyleme gücünü rüyasında “ pirin sunduğu” , “ aşk badesini” içmekle kazandığına inanılır. Bazen de “pir” yerine “sevgilisini gördüğü” motifi karşımıza çıkar bu anlatımda. Rüyada âşık adayının karşınına bir sevgili, bir saz çıkmaktadır. Bazen ak sakallı bir pir” görünür gözüne âşık adayının. Elinde üç dolu bardak vardır; daha doğrusu “tas” vardır. Âşık adayına bu tastan içindeki sunulur. Rüyada sunulan bu içkiye “ aşk badesi”, “ aşk dolusu”,” “erlik badesi”, “pirlik dolusu” denilir. Bunu içen âşık adayı artık belli aşamalara tabii tutularak bir halk aşığı olacaktır.
Âşık adayları genellikle bir usta halk aşığının yanında yetişirler. Ustasından hem deyişleri hem de bu deyişlerin icra edilme biçimlerini örenirler. Yani sanatın inceliklerini öğrenmiş olurlar. Âşık meclislerinde, âşıkların devam ettiği kahvelerde ustaları takip ederek sanatın inceliklerini kavramaya çalışırlar. Böylece saygın, adı duyulmuş bir halk aşığı olma yolunda sabırla ilerlemeye çalışırlar. Kendileri de usta bir âşık oldukları zaman yanlarına bir çırak alarak geleneği onlara öretmeye devam ederler.
Halk âşıkları asıl bilgilerini, hünerlerini diğer usta âşıklarla yaptığı “atışmalar”’da göstermeye çalışırlar. “ Atışma” âşıkların bulunduğu bir ortamda, bir kişinin ya da bir başka aşığın “ayak söylemesi” ile başlar. Bu kişinin söylediği “ayağa” yani “uyağa” uygun dörtlükler doğaçlama söylenmeye başlanır. “Atışma” bir aşığın yenilgiyi kabul etmesiyle son bulur.
Halk âşıklarının önemli işlevlerinden biri de halk hikâyeleri anlatmalarıdır. Saz şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların birçoğu çeşitli meclislerde halk hikâyeleri anlatırlar. Usta âşıklar anonim halk hikâyelerini başarılı bir şekilde anlatırken, bazıları da kendi yarattıkları hikâyeleri anlatırlar.
Âşıklık geleneklerinin neler olduğunu tanımak gerekir. Kaybolmaya yüz tutan bu geleneğimizin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
A) MAHLAS ALMA GELENEĞİ: “ Mahlas” şairlerin yazdıkları, ürettikleri şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma adlardır. Belli bir kurala bağlı kalınarak alınır. Kişiliğine, yaşadığı dönemin özelliklerine göre mahlas alındığı gibi, ustası tarafından da bu mahlas verilebilinir. Öyle ki âşıkların çoğunun asıl adı unutulmuştur; onlar mahlaslarıyla tanına gelmişlerdir. Örneğin Dadaloğlu’nun asıl adı Veli; Sümmani’nin asıl adı Hüseyin, Gevheri’nin asıl adı Mehmet’tir.
B) RÜYA SONRASI ÂŞIK OLMA (bade içme) GELENEĞİ: Rüya motifi halk edebiyatının birçok bölümünde karşımıza çıkar. Bu motif halk âşıklarının, şiir söylemeye başlaması geleneğinde de karşımıza çıktığı görülmektedir. Usta bir âşık şiir söylemeye ya ustasına bağlı kalarak öğrenir, ya da rüyasında “pir” elinden “dolu içerek” başlar. “Bade” içilecek herhangi bir sıvı (su, şerbet, su, şarap…) olduğu gibi; yenilecek bir nesne de olabilir ( elma, nar, üzüm… gibi). Aşığa badeyi, “ aksakallı bir pir, üçler, beşler, yediler, kırklar” sunarlar.
C) USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİ GELENEĞİ: Âşık edebiyatının yüzyıllar boyunca yaşatılması usta-çırak ilişkisi sayesinde olmuştur. Usta bir aşığın yanında yetişen âşık, kendi mahlası ile şiir söylemeye başlayınca ustalaşmıştır. Kendisi de yanına bir çırak âşık adayı alarak geleneği ona öğretmeye başlar. Çırak, ustanın yanında sabırla ustalaşmayı bekler. Olgunlaştığı kanaatine varılan çırak, ustasının hayır duası ile tek başına meclise çıkmaya başlar.
D) ÂŞIK KARŞILAŞMALARI (atışma) GELENEĞİ: Atışma, âşıkların topluluk önünde, iğneleyici fakat mizah boyutu içerisinde söyleşmeleridir. Doğaçlamadır. Âşıklar birbirlerine üstün gelmek için verilen ayağa uygun en güzel dörtlükleri söylemeye çalışırlar. Bazen de atışma,soru-cevap şeklinde olabilir. Bir taraf diğer tarafı yenene kadar devam eder.Ustalık göstermek,marifetleri sergilemek için zaman zaman yapılır.
E) LEBDEĞMEZ (dudakdeğmez) GELENEĞİ: Ustalık belirlemek için yapılan bir tür söz söyleme geleneğidir. İçinde “B-P-M-V-F” gibi dudak ve diş ünsüzleri bulunan sesleri kullanmadan şiir söylemedir. Doğaçlamadır. Âşıklar iki dudakları arasına bir iğne koyarak bu hüneri göstermeye başlar. Dudak ünsüzlerini kullanan aşığın hem canı yanar, hem de dudağı hafifçe kanar; böylece hüner sergilemede başarısız olur.
F) ASKI ( muamma) GELENEĞİ: Yine âşıkların hünerlerini sergiledikleri bir söz yarıştırma geleneğidir. Âşık edebiyatı içerisinde özel bir önemi vardır. Muamma, halk şiirinde bir kimsenin ya da bir varlığın adını gizleyen şiir demektir. Âşık, rakibi tarafından bir şiir içerisinde kendisine yöneltilen muammayı bulmak için bir şiirle doğru cevap vermek zorundadır. Hüner istediği gibi zekâ gerektiren bir gelenektir.
G) DEDİM-DEDİ GELENEĞİ: Halk şiirinde kullanılan bir biçimdir. Âşık ve sevgilinin (bazen rakibin) “dedim-dedi” ifadesine bağlı karşılıklı söyleşmeleridir.
H) TARİH BİLDİRME GELENEĞİ: Âşık yerine göre toplumun gözüdür, kulağıdır, ağzıdır. Sosyal olaylardan çoğu zaman kendisini soyutlamaz. Kıtlık, savaş, çeşitli felaketler, ölüm karşısında kendisini topluma karşı sorumlu hisseder. Bu olaylarla ilgili, kendi yaşamı ile ilgili (örneğin doğumu, evlenmesi gibi) tarihleri şiirlerinde bildirir. Bunlar tarihi açıdan önemli belge kabul edilir.
İ) NAZİRE ( benzer) SÖYLEME GELENEĞİ: Nazire, bir şairin şiirini diğer bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde benzer bir biçimde yazma, söyleme demektir. Âşık, sevdiği, etkisinde kaldığı, beğendiği bir başka aşığın şiirine benzer söylemeyi bir küçüklük olarak görmez; diğer âşıklar da bu durumu öyle değerlendirmez.
J) SAZ ÇALMA GELENEĞİ: Saz, aşığın bir yerde ilham kaynağıdır. Şiirlerinin daha etkili biçimde dile getirilmesi için vazgeçemeyeceği en önemli unsurdur. Geleneğe bağlı halk aşığı nereye giderse gitsin sazını da birlikte götürür. Ona olan bağlılığını göstermek için sazını göğüs hizasında tutarak meclisteki kişileri selamlar. Sazını çalmadığı zaman el değmeyecek bir duvara asar.
Not: Âşık edebiyatı nazım biçimlerine geçmeden önce bu sıraladığımız maddelerden örnekler verelim:
LEBDEĞMEZ ÖRNEĞİ:
Arifi – “ Ey arkadaş yol karşına gelince
Kendi gözlerinde gör yarasını
Onun aşkı seni derde salınca
Gerçekten anlarsın yar yarasını
Dadaşoğlu- “ Derde düşenlerin haline yazık
Yetiş ilaç ile sar yarasını
Eğer dostun atarsa sana kazık
Ne acı ne yaklaş sar yarasını.”
Arifi- “ Senin için nara kendini yaksa
Yanına doğru yanan ışıksa
Eğir ki o sana gerçek âşıksa
Getir kendi yüzün sür yarasını.”
Dadaşoğlu- “ Yara derin olsa dertli neylesin
Dosta yaresine halin söylesin
Yaradan derdine ilaç eylesin
Atarsa içinden kir yarasını.”
( Şiiri okurken dikkat edin, dudak ünsüzlerinin kullanılmadığını göreceksiniz. Zor bir şiir söyleme geleneğidir.)
BİR ATIŞMA ÖRNEĞİ
(Bu atışma Sultan Mehemmed ile Teslim Abdal arasında yapılmıştır. “Sultan Mehemmed” , “ Derviş Muhammed”’in bir diğer mahlasıdır.)
Teslim Abdal- “ Yüz seksen saatte kâmil erişen
Fehmeyle göreyim o kangı erdir?
Otuz devir dönüp yârle buluşan
Fehmeyle göreyim o kangı erdir?”
Sultan Mehemmed- “ Kamil onbeş gündür yüz seksen saat
Onda kâmil olan er değil midir?
Otuzunda şemesinen konuşan
Senin yar dediğin ay değil midir?”
Teslim Abdal- “ Eğer âşık kabul ise dileğin
Ta baş mertebedir senin yulağın
İki kapısı var çarkı feleğin
Fehmeyle göreyim kangısı dardır?”
Sultan Mehemmed- “ Sabahtan bir kapı doğar açılır
Şavkı şu cümle cihana saçılır
Ol kadar dardır ki müşkül seçilir
Gün battığı kapı dar değil midir?”
Teslim Abdal- “ Seksen bir haraban doksan bin yapı
Yeryüzünde vardır onların hepi
Birinden açılır kıymetli kapı
Fehmeyle göreyim o kangı şardır?”
Sultan Mehemmed- “ Heman şu dünyaya dolmuş duruyor
Bir yanında alıp alıp vuruyor
Cümlemizin kısmetini veriyor
Hak ulu bezastan şar değil midir?”
Teslim Abdal- “ Bir pınarı vardır üç lezzet verir
Birisi kaynar da ikisi durur
Gâhî gâh olur da üçü de kurur
Fehmeyle göreyim o ne pınardır?”
Sultan Mehemmed- “ Dediceğin bulut Muhammet Ali
Çeşmesi kudretten kaynıyor gölü
Birisi ırahmet birisi dolu
Bir gözünden yağan kar değil midir?”
Teslim Abdal- “ Teslim Abdal ey der şunda durayım
Arifler ne haber verir göreyim
Sana bir yuhacık haber sorayım
Deryanın altında kaç şehir vardır?”
Sultan Mehemmed- “ Sultan Mehemmed’im vechinde zahir
Ezelden de çektim böyle bir kahir
Deryanın altında altıbinşehir
O da eyliğinen var değil midir?”
Bu hem atışma türüne hem de askı(muamma) türüne güzel bir örnektir. Ayrıca bu atışma örneği, soru-cevap şeklinde gerçekleşmiştir.
BİR ASKI (Muamma) ÖRNEĞİ
Soru – “ Baş değil başı bir başak değil
Yenilir şey değil yumuşak değil
Çokça var evde vuslat çizgisi
Kuşak misali amma kuşak değil”
Sorunun Çözümü – “ Başak olmasa da başı var onun
Her evde eşyada eşi var onun
Çivi muammaya öyle çakılmış
Dünyada daha çok işi var onun.”
( Muammanın cevabı: Çivi)
DEDİM-DEDİ ÖRNEĞİ
“ Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun, dedi ki yok yok
Ak elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır, dedi ki yok yok
Dedim inci nedir, dedi dişimdir
Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir, dedi yaşımdır
Derdim daha var mı, dedi ki yok yok
Dedim Erzurum nen, dedi ilimdir
Dedim gider misin, dedi yolumdur
Dedim Emrah nedir, dedi kulumdur
Dedim satar mısın, söyledi yok yok.” ( Erzurumlu Emrah)
TARİH DÜŞÜRME ÖRNEĞİ
“ Genç yaşında felek vurdu başıma
Aldırdım elimden iki gözümü
Yeni değmiş idim yedi yaşıma
Kayıbettim baharımı yazımı
Bağlandım köşede kaldım bir zaman
Nice kimselere dedim el’aman
On onbeş yaşıma girince hemen
Yavaş yavaş düzen ettim sazımı
ÜÇ YÜZ ONDA gelmiş idim cihana
Dünyaya bakmadan ben kana kana
Kader böyle imiş çiçek bahana
Levh-i kalem kara yazmış yazımı
Geçirdim ömrümü hevayı heves
Derdim bir kimseye değildir kıyas
Her zaman her vakit kalbimde bu yas
Çarh-ı devran güldürmedi yüzümü
Bir vefasız zalım yâre bağlandım
Tarih ÜÇYÜZ OTUZ BEŞTE evlendim
Sekiz sene bir arada eğlendim
Zalım kâfir yetim koydu kuzumu
Ele geniş bana dünya dar oldu
Tahammülsüz gönlüm bir karar oldu
Günüm zindan gecelerim zar oldu
Kader ile bölemedim kozumu
Veysel der dünyaya ben niye geldim
Her zaman ağladım ne zaman güldüm
Gönlüme teselli kendimde buldum
Sabır ile teskin ettim özümü.” ( Âşık Veysel ŞATIROĞLU)
Tarih bir şiirin ilk dörtlüğünde bulunabildiği gibi, dörtlükler arasına da serpiştirilmiş olabilir.Âşık Veysel, bu şiirinde doğumu ve evlenme tarihini söylüyor.
ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
KOŞMA
Halk edebiyatının en çok sevilen ve kullanılan nazım biçimidir. Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla söylenir. Dörtlükler halinde düzenlenen koşmanın, dörtlük sayısı genellikle 3–5 arasındadır. İlk dörtlüğün uyak düzeni xaxa şeklinde ya da aaab şeklinde olur. Diğer dörtlüklerin ilk üç dizesi kendi arasında, dördüncü dize ise birinci dörtlüğün son dizesi ile uyaklıdır. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında “ koşuk” türünün devamıdır. Koşmaların Divan şiirindeki karşılığı ise “Gazel”’dir.
Koşmalar işlediği konulara göre değişik adlar alır. Bunlar sırasıyla şu şekildedir:
A) GÜZELLEME: Sevi (aşk), hasret, ayrılık, doğa sevgisi gibi konuları lirik ( coşkulu) ifadelerle işleyen koşmanın türüdür. Bu konuda en güzel örnekler Karacaoğlan tarafından verilmiştir. Örnek:
“ Ela gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil
Yeğin ey sevdiğim sen seni düzet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver badeye bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil
Karac’oğlan der ki olup ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ele vasıl olunca
Dostlardan haberim al memil melil.” ( Karacaoğlan)
B) KOÇAKLAMA ( Yiğitleme) : Yiğitçe bir söylemle savaş, kahramanlık konularını ele alan koşmanın türüdür. Coşkun bir söyleyiş vardır. Anlatımda yer yer betimlemeler(tasvirler) bulunur. En güzel örneklerini Köroğlu ve Dadaloğlu’nun şiirlerinde buluruz. Örnek:
“ Sana derim sana Hasan Kalesi
Alt yanından dövüş oldu yön oldu
Yiğit olan yiğit çıktı meydana
Koç yiğitler Arap ata bin oldu
Akşamki gördüğüm şu kara düşler
Hesaba gelmedi kesilen başlar
Eyerlen atımı küçük kardaşlar
Hünkâr tarafından bize gel oldu
Akşamınan ikindinin arası
Aldı beni şu düşmanın yarası
Ecel geldi ölmemizin sırası
Ağladı il oba gözü kan oldu
Dadaloğlu’m der ki belim büküldü
Gözümün gevheri yere döküldü
Üç yüz atlı ile cenge dıkıldı
Yüzü geldi iki yüzü dön oldu.” ( Dadaloğlu)
C) TAŞLAMA: Bir kişinin ya da toplumun aksayan yanlarını göstermek, eleştirmek amacıyla yazılan koşmanın türüdür. Seyrani bu türün başarılı örneklerini vermiştir. Örnek:
“ Mahkeme meclisi icad olduğu
Çeşme-i rüşvetin akmaklığından
Kaza bela ile âlem dolduğu
Kazların kadıya uçmaklığından
Selefin rüşvetle hüccet yazması
Halefin anlayıp hükmün bozması
Yıkılan binanın birden tozması
Asıl sermayenin topraklığından
Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü
Çobanın sütedir koyun güttüğü
Toprağın Habil’i kabul ettiği
Şüphesiz yüzünün yum’şaklığından
Dünyadan ahrete gidip gelmemek
Olmasa iktiza eder ölmemek
Balık baştan kokar bunu bilmemek
Seyrani gafilin ahmaklığından.” ( Seyrani)
D) AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıyı yansıtmak amacıyla yazılan koşmanın türüdür. Anonim olduğu gibi yaratıcısı belli olanlar da çoktur. Her dönemde, her yerde ağıt türünde şiirlere rastlamak mümkündür. Örnek:
“ Vardım nazlı yârin ziyaretine
Dedim kalk gidelim dedi varamam
Dedim bu kadar mı vazgeldin benden
Dedi vazgelmedim ama varamam
Dedim kuzulara nasıl dayandın
Dedi evvel Allah sana güvendim
Dedim aşkın ile odlara yandım
Dedi biliyorum ama varamam
Dedim senin ile ahdım var idi
Dedi ki dünyada bahtım yar idi
Dedim benden gönlün ne tez farıdı
Dedi farımadı ama varamam
Dedim Ruhsat mıdır elde iradın
Dedi ki mahşere kaldı muradım
Dedim beni kabirde mi aradın
Dedi arıyorum ama varamam.” ( Ruhsati)
DESTAN
Halk şiirinin en uzun nazım türüdür. Bazı destanlarda dörtlük sayısı 100’ün üzerindedir. Çoğunlukla 11’li hece kalıbıyla söylenir. Uyak örgüsü koşma ile aynıdır. Savaş, deprem, yangın, hastalık, eşkıya ve ünlü kişilerin yaşamlarını konu olarak alır. Bunun yanı sıra bitkiler, hayvanlar üzerine söylenilmiş destanlar da vardır. Bazen de mizahi bir durumu konu alır destanlar. Yani tüm bu yönleriyle toplumsal bir boyutu vardır destanların. Yakın zamana kadar, Anadolu’nun bir çok yerinde “yakılmış destanlar”ı sokak aralarında bağırarak okuyanlar ve bunları satanlar vardı. Bu güzel gelenek maalesef zamana yenik düştü. Örnek:
“ Bir gemi yaptırdım ayrık otundan
Bin pare top düzdüm taze soğanı
Mısır darısından hesapsız gülle
Niyetim fethetmek Firengistanı
Bin karga getirdim gemiye bekçi
Ak ipekli örümcekler yedekçi
Yüz bin serçe yazdım topçu tüfekçi
Sivrisinek oynar kılıç kalkanı
Reis karıncalar dikti sereni
Kepenekler çıktı açtı yelkeni
İşaret hocası fındık faresi
Kertenkele forsa dikti dumanı
Yeşil ördek sıva kısa bacaklı
Keklik topçu başı kızıl ayaklı
On bin karabatak yalın bıçaklı
Martılar geriden sezer düşmanı
Tavşan komaz zira işi ihmale
Ne bakarsın tilki ile çakala
Sansar ile kedi gelmez icmale
Bunların ikisi cenk kahramanı
Ağ yuvası martıları pusuya çekti
Çarkacı pireler ortaya çıktı
Nohudun güllesi dağları yıktı
Kör köstebek attı vurdu nişanı
Arılar silahın çekti meydana
Hücum eylediler geçen kervana
Tosbağalar cevlan etti her yana
Zapt ettiler baştanbaşa ormanı
Emretti ayılar geldi divandan
Koca maymun asker çıktı bir yandan
Kurt askerleri püskürttü ormandan
Eşek kulak dikti bastı figanı
Arslan ile cenk eylemek pek müşkül
Bin deve gönderdim sevgili öncül
Çekince kılıcı bokluca bülbül
Tahta kehlesinden saçtı al kanı
HENGAMİ destanın vasfın eyleyem
Uykusuz bıraktı beni neyleyem
Eksiği var ise daha söyleyem
Hiç kimse söylemez böyle yalanı.” ( Hengami)
VARSAĞI
Hece ölçüsünün 8’li kalıbıyla söylenen şiirlerdir. Güney Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri, daha çok koçaklamayı andıran şiirlerdir. Dörtlük sayısı ve uyak örgüsü koşma ile aynıdır. Varsağılar, âşık tarzı halk şirinin bir diğer biçimi olan SEMAİ’lere çok benzer. Varsağılar daha yiğitçe, mertçe bir eda ile söylenir. İlk dörtlükte “ bre, behey, hey, hey gidi…” gibi ünlemler kullanılır. Bu yönüyle Semai’lerden ayrılır. Daha çok Karacaoğlan güzel örneklerini vermiştir. Örnek:
“Bre ağlar bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim
Aman hey Allahım aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzde çayır çimen
Bitmeden bir dem sürelim
Buna felek derler felek
Ne aman bilir ne dilek
Ahir ömrümüzü helek
Etmeden bir dem sürelim
Karac’oğlan der ki canan
Güzelim sözüme inan
Bu ayrılık bize heman
Ermeden bir dem sürelim.” ( Karacaoğlan)
SEMAİ
Hece ölçüsünün 8’li kalıbıyla söylenen şiirleridir. Uyak düzeni ve dörtlük sayısı koşma ile aynıdır. Semailer kendine özgü özel bir ezgi ile söylenir. Semailerde çoğunlukla sevi(aşk), doğa güzellikleri gibi konular işlenir. Karacaoğlan’ın semai türünde söylediği örnekler çok güzeldir. Örnek:
“ Ala gözlü nazlı dilber
Halimden haberin var mı
Seni eller alıyorlar
Zulümden haberin var mı
Güzeller yola düzüldü
Aşıkın bağrı ezildi
Yürü kemerin çözüldü
Belinden haberin var mı
Atlılar yurdu aşıyor
Badeler doldu taşıyor
Yavru turuncun düşüyor
Koynundan haberin var mı
Karac’oğlan budur halim
Neylemeli dünya malın
Binboğa’dır benim ilim
İlimden haberin var mı.” ( Karacaoğlan)
TÜRKÜ
Türkü ile ilgili genel bilgileri Anonim Halk Edebiyatı bölümünde vermiştik. Aynı bilgileri burada tekrar etmedik. Türkülerimizin bir bölümü anonimdir, bir bölümümün ise söyleyeni yani yaratıcısı bellidir. Anonim türküye örnek verilmişti; burada ise söyleyeni belli bir türkü örneği verelim. Örnek:
“ Ne ağlarsın benim zülfü siyahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Göklere erişti figanım ahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Bir gülün çevresi dikendir hardır
Bülbül har elinden ah ile zardır
Ne olsa da kışın sonu bahardır
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Daimi’yem her can ermez bu sırra
Gerçek kâmil olan yeter o nura
Yusuf sabır ile vardı Mısır’a
Bu da gelir bu da geçer ağlama.” ( Âşık Daimi - İsmail AYDIN-
NOT: Divan şiiri ile ortak kullanılan nazım şekilleri de vardır. 17. yüzyıldan sonra bazı halk âşıkları divan edebiyatı nazım şekillerini de kullanmaya başlamışlardır. Yine bazı halk âşıkları divan şairlerinin kullandığı kalıplaşmış ifadeleri (mazmun) de almışlardır.
Divan şairleri ise üzülerek belirtelim ki halk âşıklarının bu güzel eserlerini her dönemde hor görmüşlerdir. Onları değersiz bulmuşlar, sözlerin edebi değeri olmadığını söylemişlerdir.
Başta Âşık Ömer olmak üzere Divan şairlerini taklit etmek isteyen halk âşıklarımız da olmuştur. Saz şairleri, aruz ölçüsüyle “ selis, divan, kalenderi” türlerinde şiirler söylemişlerdir.
SELİS: Halk şiiri nazım şeklidir. Aruzun feilâtün/feilâtün/feilâtün/feilün kalıbı ile yazılır. Uyak düzeni a aba ca… Şeklindedir. Örnek:
“ Benden özge sana yok âşık-ı âvâre güzel
Sûziş-i firkat ile yakma beni nâre güzel
Dün gece dîde-i hurkâr ile ettikte nigâh
Ciğerim başına açtın yine bir yâre güzel.” ( Nuri)
KALENDERİ: Halk şiiri nazım şeklidir. Gazel biçimdedir. Uyak düzeni a aba ca… şeklindedir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderi, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitleri bulunur. Örnek:
“ İçtin mi cânım mestâne durursun
Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun
Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir
Böyle güzelin hâtırı vîrâne durursun
Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var
El bağlı efendim kime divâne dudursun
Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün
Nettin eşini ey peri bir dâne durursun
Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi
Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun
Öldürmek ise Nûri kulun kasdına söyle
Çek hançeri öldür a paşam ne durursun.” ( Tokatlı Nuri)
3. TEKKE EDEBİYATI
Halk edebiyatının “tasavvufi halk edebiyatı” da denilen bu dalı 12. yüzyılda Ahmet Yesevi ile başlamıştır. Anadolu sahasındaki ilk ve en önemli temsilcisi Yunus Emre olmuştur. Günümüze kadar çeşitli tarikatlarla birlikte varlığını devam ettirmiştir.
Tekke edebiyatının dili âşık edebiyatının diline göre ağır, Divan şairlerinin diline göre sade, ikisinin arasında orta bir dildir.
Temsilcileri hece ölçüsü ile yazmışlardır;ama aruz ölçüsüyle yazanlar da vardır.Tekke şiirinin genel adı,özel bestelerle okunan ve tarikatlara göre değişik adlarla anılan ilahilerdir. Nazım birimi dörtlüktür;ama beyitler halinde yazılanlar da vardır.
Tekke edebiyatının düzyazı(nesir) bölümü de gelişmiştir. Evliya mekıbeleri,efsaneler ve tasavvuf büyüklerinin yaşamlarını anlatan eserler verilmiştir.
Dini tasavvufi düşünceyi yaymak gayesi ile gelişmiştir.
Konusu Allah aşkı, Vahdet-i Vücut düşüncesidir. Bunun yanı sıra Hz. Muhammed, Hz. Ali ve 12 İmamlar sevgisi de yoğun biçimde işlenmiştir.
Şairler hem divan edebiyatının hem de halk edebiyatının nazım şekillerini kullanmışlardır.
Tekke şiirinin en güçlü temsilcisi Pir Sultan Abdal olmuştur.
TEKKE EDİBİYATININ NAZIM ŞEKLLERİ
İLAHİ
Allah sevgisini işleyen ya da Allah’a yalvarmak amacıyla söylenen dini konulu şiirlerdir. Kendine özgü bir ezgi ile okunur. Hem koşma, hem semai biçiminde yazılır. Hece ölçüsüyle yazılmıştır; ancak aruzla yazılmış olanlar da vardır. Hecenin 7’li, 8’li ve 11’li kalıpları kullanılmıştır. İlahi denilince aklımıza ilk gelen kişi Yunus Emre’dir. Örnek:
“ Söyle hayran eyle beni
Aşkın oduna yanayım
Her kancaru bakar isem
Gördüğüm seni sanayım
Senin kokun duydu canım
Terkini urdu cihanın
Hergiz bilinmez mekânın
Seni kanda arayayım
Kaynar denizleyin canım
Oynar gemileyin tenim
İki deniz arasında
Gark olayım uşanayım
Yedi deniz geçer isem
Yetmiş ırmak içer isem
Susuzluğum kanmaz benim
Dost şerbetiyle kanayım
İlm-i hikmet okuyanlar
Aştan mahrumdürür anlar
Mansur oldum asın beni
Ko dillerde söyleneyim
Yunus Emre’nin bu sözü
Cana doldu avazesi
Kördür münkirlerin gözü
Ben nicesi göstereyim.” ( Yunus Emre)
NEFES
Bektaşi-Alevi âşıklarınca yazılan, söylenen tasavvufi şiirlerdir. Peygamber Efendimiz ile Hz. Ali’ye övgüler vardır. Dili sade olan nefesler, 7,8 ve 11’li hece kalıplarıyla söylenir. Çok az sayıda aruzla yazılı olanları vardır. Uyak örgüsü koşmaya benzer. Bu türde Pir Sultan ilk aklımıza gelen addır. Örnek:
“ Gafil durma şaşkın bir gün ölürsün
Dünya sana baki değil ne fayda
Ettiğin işlere pişman olursun
Pişmanlığın ele girmez ne fayda
Bir gün seni iletirler evinden
Hak’kın kelamını kesme dilinden
Kurtulamazsın Azrail’in elinden
Türlü türlü yolun olsa ne fayda
Söylersin de sen sözünden şaşmazsın
Helalini haramından seçmezsin
Kepeğin tükenir su da içmezsin
Hep deryalar senin olsa ne fayda
Teslim Abdal der çöksem otursam
Cümle varlığımı ele getirsem
Şu yalan dünyayı zapta getirsem
Hep dünyalar senin olsa ne fayda.” ( Teslim Abdal )
NUTUK
Bektaşi-Alevi şairlerince yazılan, söylenen şiirlerdir. Tekkelerde pirlerin ( mürşit’lerin) tarikata yeni giren dervişlere ( mürit’lere) tarikat derecelerini, adabını öğretici mahiyette söyledikleri şiirlerdir. 11’li hece ölçüsü ile söylenir. Örnek:
“Tövbekâr ol gönül tarikatten çıkma
Namertten şefaat şifadar olmaz
İyilik eyle sakın bir gönül yıkma
Görüşme kötüyle onda ar olmaz.
Dinleme dünyanın kıyl ü kalini
Düşürme üstüne el vebalini
Gözetle kâmilin bir kemalini
Zira böyle kişi bahtiyar olmaz
Namertler içinden hicret et durma
Yapacağın hayrı kimseye sorma
Kişizadelikle kendini kurma
Mezar taşı ile iftihar olmaz
Hissemend ol kâmillerin sözünden
Başka yoktur kazan özü özünden
Evlat düşse atasının gözünden
Huda razı olup berhudar olmaz
Münafıkın yeri her dem nar iken
Düşman olsa korkma Mevla var iken
Bir adamın ezel vakti var iken
Sonu yoksul olsa gözü dar olmaz
Yoksulluk dediğin ömürü söker
Katranı kaynatsan olur mu şeker
Cinsi bozuk adam cinsine çeker
Aslı kara demir gevherdar olmaz
Sözü geçmez bir mecliste gedanın
Bahtı kara olup vatan-cüdanın
Sonu karanlıktır haramzadenin
Çalıp çırpma ile kesb-i kar olmaz
Sümmani ah edip sararıp solma
Gelen Tanrı’dandır kimseden bilme
Sevilen bir yere çok gidip gelme
Kesilir muhabbet itibar olmaz.” ( Sümmani)
DEVRİYE
Genellikle Bektaşi-Alevi şairlerince söylenen şiirlerdir. İnsanın var oluşunu anlatan tasavvufi konulu şiirlerdir. Felsefi konuları ele aldığından anlaşılması zor olan şiirlerdir. Yorumlamak için iyi bir tasavvuf kültürü almak gerekir. 11’li hece ölçüsüyle söylenir.
Devir kuramını anlatır. Devir kuramı, Hz. Muhammed’in “ Ben nebi iken Âdem su ile çamur arasındaydı.” hadisi ile ilgilidir. Mutasavvıflara göre vücut halindeki Muhammed, yeryüzüne sonradan gelmiştir. Hâlbuki ruh halindeki Muhammed ezelden beri var idi. Vakti gelen ruh maddi âleme iner. Önce “cemadata ( cansız varlıklara),sonra “nebata” ( bitkilere), hayvana, insana, en sonunda da “ insan-ı kâmil”’e geçer. Oradan da Allah’a döner ve O’nunla birleşir. Bu inişe “nüzul”, tekrar Allah’a dönüşe de “ huruç” denir. Bu iniş ve çıkışları anlatan şiirlere Devriye denir. Örnek:
“Cihan varolmadan ketm-i âdemde
Hak ile birlikde yekdaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
Anasırdan bir libasa büründüm
Nar ü bad ü hak ü abdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben
Ademi’in sulbünden Şit olup geldim
Nuh-i nebi olup Tufana girdim
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben
İsmail göründüm bu zaman ey can
İshak Yakup Yusuf oldum bir zaman
Eyyub geldim çok çağırdım el’aman
Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben
Zekeriya ile beni biçtiler
Yahya ile kanım yere saçtılar
Davut geldim çok peşime düştüler
Mühr-i Süleyman’ı çok taşıdım ben
Mübarek asayı Musa’ya verdim
Ruhulkudüs olub Meryem’e erdim
Cümle evliyaya ben rehber oldum
Cibril-i Emin’e sırdaş idim ben
Sulb-i pederinden Ahmed’i Muhtar
Rehnümalarından erdi Zülfikar
Cihan varolmadan Ehl-i beyt’e yar
Kul iken zat ile sırdaş idim ben
Tefekkür eyledim ben kendi kendim
Mucize görmeden imana geldim
Şah-ı Merdan ile Düldül’e bindim
Zülfikar bağladım tîğ taşıdım ben
Saha küm hamrinden içildi şerbet
Kuruldu Aynicem ettik mahabbet
Meydana açıldı sırr-ı hakikat
Aldığım esrarı çok taşıdım ben
Hidayet irişti bize Allah’tan
Biat ettik cümle Resulluhlah’tan
Haber verdi bize seyrifillah’tan
Şah-ı Merdan ile sırdaş idim ben
Bu cihan mülkünü devredib geldim
Kırklar meydanında erkâna girdim
Şah-ı Velayet’ten kemerbest oldum
Selman-ı Pak ile yoldaş idim ben
Şükür matlabımı getirdim ele
Gül oldum feryadı verdim bülbüle
Cem olduk bir yere Ehl-i beyt ile
Kırklar meydanında ferraş idim ben
İkrar verdik cümle düzüldük yola
Sırrı faş etmedik asla bir kula
Kerbela’da İmam Hüseyin ‘le bile
Pak ettim dameni gül taşıdım ben
Şu fena mülküne çok geldim gittim
Yağmur olub yağdım ot olub bittim
Urum diyarını ben irşad ittim
Horasan’dan gelen Bektaş idim ben
Gâhî nebi gâhî veli göründüm
Gâhî uslu gâhî deli göründüm
Gâhî Ahmed gâhî Ali göründüm
Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben
Şimdi hamdülillah ŞİRİ dediler
Geldim gittim zatım hiç bilmediler
Sırrımı kimseler fehmetmediler
Hep mahlûk kuluna kardaş idim ben.” ( Şirî)
ŞATHİYE
Bektaşi-Alevi şairlerince söylenen şiirlerdir. İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu şiirlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili kavramlara yer verdiği görülecektir. Anlaşılması için köklü bir tasavvuf kültürü edinmek gerekir. Tasavvuftaki kavramları, terimleri bu anlamda öğrenmek gereklidir, bu şiirleri yorumlamak için. Örnek:
“Âdem’i balçıktan yoğurdun yaptın
Yapıp da neylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı saldın cihana
Salıp da neylersin bundan sana ne
Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
Katran kazanını döküver gitsin
Mümin olan kullar didara yetsin
Emreyle tamuyu yutsun
Söndür şu ateşi bundan sana ne
Sefil düştüm bu âlemde naçarım
Kıldan köprü yaratmışsın geçerim
Şol köprüden geçemezsem uçarım
Geçir kullarını bundan sana ne
Kaygusuz Abdal der cennet yarattın
Cehenneme nice kulları attın
Nicesin ateş-i aşk ile yaktın
Yakıp da neylersin bundan sana ne.” ( Kaygusuz Abdal)
YÜZYILLARA GÖRE HALK EDEBİYATI TEMSİLCİLERİNDEN BAZILARI
13. YÜZYIL
Hacı Bektaş Veli
Yunus Emre
14. YÜZYIL
Abdal Musa Sultan
Âşık Paşa
Eflaki Dede
Hacı Bayram Veli
Hamid-i Veli
Kızıl Deli ( Seyit Ali Sultan)
Said Emre
15. YÜZYIL
Abdürrahim Tırsî
Âşık Tennuri
Balım Sultan
Emir Sultan
Eşrefoğlu Rumi
Kaygusuz Abdal
16. YÜZYIL
Armutlu
Âşık Garib
Aziz Mahmud Hüdai
Azmi
Bahşi
Geda Muslu
Hasan Dede
Hatayi
Hayali
Kaygusuz Vizeli Alaaddin
Kazak Abdal
Kerem
Koyun Abdal
Köroğlu
Kul Çulha
Kul Himmet
Kul Hüseyin
Kul Mehmet
Kul Yusuf
Muhyiddin Abdal
Öksüz Dede
Pir Sultan Abdal
Seyyid Nizamoğlu
Sururi
Usuli
Ümmi Sinan
17. YÜZYIL
Abdal ( Kul Budala)
Âşık miskin
Dedemoğlu
Derviş Halil
Ercişli Emrah
Gevheri
Karacaoğlan
Kâtibi
Kayıkçı Kul Mustafa
Kul Nesimi
Kuloğlu
Âşık Ömer
Gaybi
Teslim Abdal
Virani
18. YÜZYIL
Âşık Abdi
Âşık Ali
Âşık Bağdadi
Âşık Halil
Âşık Kamil
Âşık Süleyman
Balasan
Derviş Muhammed
Güzide Ana
Hocaoğlu
Hükmi
Mecnunu
Meftuni
Şermi
Kul Himmet Üstadım
Talibi
19. YÜZYIL
Agahi
Aşıki
Âşık Bahri
Celali Baba
Ceyhuni
Dertli
Derviş Ali
Deli Boran
Erzurumlu Emrah
Esiri
Feryadi
Gedai ( Tokatlı)
Gündeşlioğlu
Âşık Hüseyin
Kâmili
Âşık Kemali
Kemter Baba
Kusuri
Mazlumi
Mesleki
Muhibbi
Âşık Nuri ( Tokatlı)
Ruhsati
Âşık sadık Baba
Serdari
Sefil Sıtkı
Sümmani
Şah sultan
Âşık Şem’i
Şenlik
Turabi
Âşık Veli
Zihni
20. YÜZYIL
Âşık Ali İzzet Özkan
Ali Kızıltuğ
Âşık Gülabi
Beyhani
Âşık Daimi
Davut Sulari
Derdimend
Devrani
Âşık dursun Cevlani
Efkari
Emsali
Âşık Fehmi Gür
Âşık Ferrari
Âşık Feymani
Gufrani
Âşık Kul Ahmet
Kul Sabri
Hicrani
Âşık Huzuri
Âşık Hüdai
Âşık Hüseyin Çırakman
İcazet
İlhami Demir
Mahmut Erdal
Âşık Mahzuni Şerif
Âşık İhsani
Âşık Miskini
Murat Çobanoğlu
Muhlis Akarsu
Musa Merdanoğlu
Müdami
Nesimi Çimen
Nihani
Âşık Reyhani
Sefil Selimi
Kelkitli Serdari
Şemsi Yatsıman
Âşık Şeref Taşlıova
Talibi Coşkun
Âşık Yener
Âşık Yoksuli
Âşık Ali Özfırat
Âşık Veysel Şatıroğlu
Mehmet Ali ÖZÇAMUR
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
MALATYA