​HAMLİK'İN MALI MÜLKÜ TALAN OLDU AMA ŞERBETÇİ OTLARI 150 YILDIR TARLADA DİRENİYOR

Yıl 1956… Köy eğitmeni İsmail Efendinin konağının önündeki dut ağacında iriyarı süt beyazı bir at bağlıydı. Atın parlak uzun yeleleri ve koşum gerdanındaki iki süğüm yeşil boncuk ve boynunda motifli bir yem torbası vardı. Torba dolu arpayı iştahla yiyor, arada bir gürültü olduğunda başını torbayla birlikte kaldıran atın heybeti bütün çıplaklığı ile belli oluyordu.


Bu bakımlı heybetli at Arguvan nahiye müdürü Mustafa’nındı. Konağın önünde atı gören köylüler, “Ula Mıstafa Beğ gelmiş” diye mırıldanır, konağın önünden sessiz sedasız geçerlerdi. Bu sessizlik sevgiden ziyade korkudandı. Müdür Mustafa, Demokrat partidendi. O zamanlar DP Vatan Cepesi adlı bir örgütlenme yapmış, köylerde adamları vardı. Korkunun dağa taşa sindiği bir siyasi ortam vardı ve memleket kan ağlıyordu.
İsmail Efendinin aşağı kapıdaki konağın çift mağlı muhteşem odası tıka basa insan doluydu. Müdür Mustafa konuşma yapacaktı. Büyük bir çilingir sofrası kurulmuş sofranın saygınlığı ve büyüklüğü sufra bezinden belli oluyordu. Beyaz örtü deve kevranı motifler ile süslenmiş ve özel yaptırılmıştı. İsmail Efendinin şeherdeki kadim dostu Ermeni manifaturacı Nihat Bey Halep işi bu sofra bezini özel olarak yaptırmıştı. Bu örtüyü İsmail Efendi ağır misafirleri olduğunda kullanıyordu.
Bu büyük çilingir sofrasında yok yoktu. Kuzu etinden değme çerezlere kadar ve sonunda Halep işi kahve çekme makinesinde ikram edilecek kahvelerin hazırlığı yapılırken enfes kahve kokusu odadaki misafirlerin iştahını açıyordu.
Vatan Cepesinin köydeki temsilcileri Aslan Kızılaslan, Avni Göksu, Mehmet Hüseyin Aslantürk, Hüseyin Adıgüzel (Doktoroğlu), Mehmet Kayhan, Şehen Sevilmiş Müdür Mustafa’ya en yakın oturanlardı. Etrafında yarım ay şeklinde diz çöküp arada bir yeni gelenlere sessiz olmalarını kaş ve göz işaretleri ile tarif ediyorlardı. Hasan Yücekaya (Beböğ) İsmail efendiden sonra Müdür Mustafa’nın en kadim dostuydu ve köyün Muhtarıydı.
Müdür Mustafa hafiften demlenmiş ve arada bir çay bardağındaki rakısını İsmail Efendi, Beböğ ve Haceylin Turanla tokuşturuyor tombul yanakları kıpkırmızı olmuştu. Konuşmaya başlamak için Haceylin Turan’ın, “Ara ver de karlı dağlar ara ver” türküsünü bitirmesini bekliyor, ikide bir yutkunarak konuşmaya hazırlanıyordu.
Büyük sekili odada birden bir ölü sessizliği çöktü. Müdür Mustafa konuşuyordu. “Reisi Cumhurumuz Celal Bayar ve Başbakanımız Adnan Menderes bir genelge gönderdi. Geçen hafta Malatya’da valilikte yapılan toplantıda karar alınmıştır. Valimiz Nazım Arda, DP için çalışmamızı ve Vatan Cepesi üyelerinin muhtarın emrinde, Muhtar ne derse yapmalarını emretmiştir” diyordu. Yutkunup devam ediyordu. “Köyünüzden yapılan ihbar üzerine demirci Vartan köyden sürülmüştür. Bu durum sizi sevdiğimi gösterir” Sizin vatanperver çalışmalarınızı Malatya valimiz Nazım Arda beye arz ettim. Eğitmen İsmail Efendi de bilir ki, biz aslında atadan dededen CHP’liyiz siz de eyle ama ne yazık ki ortam çok kötü Vali beğin ve Ankara’nın dediğini yapmak zorundayız.
Bu toplantı ve kalabalık dağılmıştı. İsmail Efendi Müdür Mustafa’nın kulağına eğilip, “Yav Mustafa Beğ, şu Vartan gitti de şu Hamlik'in tarlası ne olacak?” diye sordu. Sonra anlatmaya başladı…
“Bu Ermeni Hamlik zamanında aktarmış. Arapkir’den köylere gelip hem bir şeyler satar hem gizliden tefecilik yaparmış. O zamanlar sıkışık durumda olan köylülere seferberlikte buğda, arpa, para verip senet yapar faiz alırmış. Ödeme güçlüğünden borcunu ödeyemeyenler mülk verirlermiş. Kendisi tehcir sırasında kayıplara karışmış. Bunun üç tane tarlası var, bir tanesi bizim köy altında orda zamanında şerbetçi otları yetiştirir satarmış halen tarla şerbetçi otları ile kaplı” diye anlatırken içki sofrasında bulunanlar pür dikkat dinleyip İsmail efendiyi başları ile tasdik ediyorlardı.
Müdür Mustafa, “Geçen gelmemde de bu durumu anlatmıştın, en büyük tarlasını Aşağı Sülmenli yolundaki 60 Dönümlük yeri Hassoğların Celal’e verdik, Köyünüzdekini de sana verelim, haftaya gel evraklarını hazırlatalım.”
Ermeni Hamlik Arapkir’den, Arguvan’ın köylerine gelir Aktarlık yapardı, Atının sırtında, Baharatından çizmesine kadar ne ararsan bulunurdu, Bizim köyde ve yörede çok sevilir, kimse onun ticaret için sattığına ve kar yaptığına inanmazdı, Köy köy dolaşır Bitki ilaçları ile dertlere derman arardı. Kafası çalışır elleri hünerliydi,
Bizim köyde, köy altındaki tarlada şerbetçi otu yetiştirir onu tam kıvamında derir, kurutur, iri çubuk şeklinde ılık suda tatlandırır, Benzi beti geçmiş hastalara derman dillere tat verirdi. Seferberlik zamanı yoksulluğun, açlığın, hastalığın kol gezdiği bir ortamda Ermeni Hamliğin otları hastalara şifa dağıtırdı. Aşure çorbasında bile Hamlik'in otları kullanılırdı.
Hamlik: En son olarak köyün en zengini Şerifin misafiri olmuş, sabah erkenden atına binip Ektir köyüne doğru kabır ardından aşıp kayıp olmuş, gidiş o gidiş...
Şerife son sohbetlerinde anlattığı, Tahirköy'de İççilin Mustafa’nın, “Arapkir’de olaylar oldu çok Ermeni’yi öldürdüler, mallarını mülklerini talan ettiler gözümle gördüm” dediğini aktarıp benzi beti geçmiş halde sabahın köründe köyü terk etmesi Şerif’i ağlatmış. Kırk yıllık dostunun misafir kaldığı evlere getirdiği hediyeler oyma nakışlı beşikler kötürüm yürüteçleri sattığı bitki ilaçları mallar ve dahası insanlığı gözü önüne gelmiş, el sallarken ağlamıştı.
Arguvan Nahiye müdürü Mustafa’nın zamanında ihale olarak satılan bu tarlalar aynı zamanda köyümüzde son Ermeni mülkleri olur.
Küçükken bizim vız vızı otu dediğimiz sarı muhteşem çiçekleri ve dikensiz pamuk yumuşaklığında olan bu güzel otların döllenmesine siyah iri bir böcek bizim çocuk dilinde 'Vız vızı' dediğimiz yakaladığımızda kibrit kutusuna koyup salladığımızda kalın bir vızırtı sesi çıkarmasından adını alıyordu. Radyo deyip oynadığımız, kibrit kutusunu salladıkça o muhteşem ses tıpkı radyo cızırtısı gibiydi.
Yıllar sonra o otun şerbetçi tatlandırıcı ot olduğunu piyasada fabrikalar kurulup saf şeker gelince bu otun yüzüne bakılmaz olduğunu öğrendik.
“Bu ottan köyde ve civarda başka hiç bir yerde neden yok?” diye sorduğumuz ve sorguladığımızda, bu otların tohumlarını Hamlik'in Arapkir’den getirdiğini ve yetiştirdiğini öğrendik. Seferberlik ve tehcir sırasında Hamlik'in yurdunun yuvasının dağıtılması üzerine tarlanın hazineye geçtiği ve açık artırma ile el değiştirmesine rağmen otlarının halen o tarlanın köşesini bucağını süslediğini de…
Ah dedim ah... Arapkir potini, lehim, yayık, demirci, kuyumcu akla hayale gelmeyecek tarım aletleri… Bu güzel halkın ne çok düşmanı ve neden bu kadar nefret edildiğini öğrendikçe daha çok sevdim işte...
Dermansız hastalara ilaç gibi yarayan benzini betini yerine getiren bu güzel ot görmeye değer pamuk kadar yumuşak dikensiz enfes aroması olan bu otların neredeyse o tarlada da nesli tükenmek üzere. O otlar tükendikçe insanlık da tükeniyor…

Kaynak: Süleyman Özerol
 

 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56