HAYATIMIZDAN BİR MAHSUNİ ŞERİF GEÇTİ

Yıllar su gibi akmış. Daha dün gibi geliyor ama Mahsuni Şerif’i bizler Hacıbektaş’taki toprağına yolcu edeli 16 yıl oluyor. Cenaze töreni kalabalığı onun sözünün gücüne, sesinden yayılan ışıltıya yakışır cinstendi. Küçük bir bozkır ilçesi olan Hacıbektaş’a  19 Mayıs 2002 tarihinde yüz binden fazla insan akın etmişti. Hacıbektaş’ın bakkalında, marketinde ekmek ya da atıştırmalık yiyecek mahiyetinde bir şey bulmak o gün olanaksız haldeydi. Mahsuni’nin yolculuğuna yakın olma aşkına yurdun dört bir yanından gelen on binlerce kişi açlığa, susuzluğa aldırmadan, onun Hacıbektaş’ı çınlatan türküleri eşliğinde günboyu dimdik ayakta kalmayı başarmıştı.

Buradan hareketle aslında olarak belirtmek istediğim çocukluk dönemimim Mahsuni’si ve biraz da memleket toprağımızın o günkü havasıdır. Kuşkusuz hepimiz sanayi devrimini ve aydınlanmayı yaşamamış bir ülkenin çocuklarıyız. Yoksulluk kadar cehaletin de yırtılma sancısının yaşandığı altmışlı yıllarda ben çocuktum. Mahsuni’nin “aman köyüm” türküsü gerçekten köy karanlığının ortasına bence bomba gibi düşmüştü. “Üç jandarma bir karakol/Yumurtası tavuğu bol/Ne okul ve de bir yol/Aman köyüm dertli köyüm, köyüm köyüm yiğit köyüm.” Madem Mahsuni diye bir ozan memleket gerçekliğine tercüman olmuştu, o halde ne yapıp edip dinlemeliydik onu. Köyde birkaç plakçalar vardı ve sürekli Mahsuni çalıyordu. Zaten durumu iyi olanlar aygıtı Mahsuni’yi dinlemek için ne yapıp edip almışlardı. Köyün ortasında çalınan plak son sesine kadar açılır, diğer baştaki de işitirdi. İşi olmayanlar ise plak çalınan evin penceresinin önüne yanaşarak yüreklerini bir güzel gönendirirlerdi.   

Genç ve pırıl pırıl bir ses köylünün ruhunun derinliklerine iniyor, her yerde, her köşede Mahsuni türküleri söyleniyor. Okulda müzik dersinde de Mahsuni türkülerini söylüyoruz. Öğretmen bana en çok “kanadım değdi sevdaya” parçasını söyletiyor. Ben ise daha çok “Yine bahar gelmiş nedir yaradan” diye başlayan bayılıyorum.  Hemen hemen hepimizin ezbere bildiği ise “Beni yücelerden seyreden dilber” türküsüydü. Böyle olduğu için bu türküyü her yerde koro halinde söylüyoruz. Ve bunlar Mahsuni’nin köyümüzdeki ilk parçaları.  Bizim için salt bir türkü değil; bilgi, bilinç, umut ve ışık kaynağıydı bizlere.

Babam tutkulu bir dedeydi. Eski ve yeni harfli yazılı şiir ve dini hikaye kitapları vardı. Çalıp söylemeyi, çocuklarına deyiş, türkü öğretmeyi, semah ettirmeyi çok severdi. Mahsuni gibi bir aşığın ortaya çıkması adeta başını döndürmüştü ki onu görmek için ta Elbistan’a gitmişti. Kiminle, hangi kişi ya da araçlarla gitmişti bilmiyor, hatırlamıyorum ama döndüğünde onun kısa boylu biri olduğunu etrafındakilere anlatıyordu. Babamın anlatımında o gürül gürül sesin kısa boylu birinden çıkıyor olmasının yarattığı bir şaşkınlık vardı sanki. Benim de ilgimi anlatımın bu yönü çekmişti

Ve bundan bir ya da birkaç yıl sonra Mahsuni’nin bir gün bizim köye de geleceği söylenmişti. Belki benim gibi bilen ve hatırlayanlar da vardır. Mahsuni o kadar çok sevilen bir âşıktı ki herkes ona bir şekilde yakın olmak istiyordu. Bunun yolunu da hayranları onu kirve yapmakta buluyordu. Çocuklara Mahsuni adı konuluyordu. Elbistan dışında başka yörelerden onu kirve tutanlardan biri de bizim köyde çocuğuna Mahsuni ismini koymuş olan Almancı bir aileydi.
 
Mahsuni’nin bizim köye gelecek derken yolda olması hepimiz için inanılmaz bir şeydi. Ortalık mahşeri bir kalabalık. Sanırım salt bizim köyden değil etraftaki köylerden de köyümüze gelenler olmuştu. O gün sanki köyde hayat durmuş, herkes yaz ortasında işini gücünü bırakmış Mahsuni’yi bir şekilde görmenin derdine düşmüştü.

Köyümüzde yukarı kayanın paralelindeki evin önü çok kalabalıktı. Mahsuni taksi tarzı bir araçla geldiğinde ortada büyük bir yaylanma oldu. Herkes görmek ve dokunmak istiyordu. Tabi biz çocukları kim hesaba alır! Ne zamanki ön tarafa geçip ne var ne yok görmek istiyoruz ancak yetişkinler koltuğumuzdan tuttuğu gibi sizi arkaya atıyor. Mahsuni araçtan inip kirvesi eşliğinde eve yöneldiğinde onu görmek isteyenler ayrı bir izdiham yaşadı. İçeri geçebilen yetişkinler içeri geçti. Biz çocuklar da pencerenin önüne birikip içeriyi seyreden kalabalığın arasından nafile bir şekilde Mahsuni’nin yüzünü bulmaya çalıştık ama göremedik.  Görenler de onu ancak babam gibi kısa boyuyla tarif edip duruyor.

Gün geçtikçe Mahsuni’nin yeni çıkmış plakları eşliğinde daha çok Mahsuni türküsü bilip söyler olmuştuk. Sanırım “Amerika Katil” türküsü onun çorak toprakları sulayıp doyurduğu gibi doyduğumuz türkülerinin, siyasal duruş ve yeri bakımında bir doruk noktasıydı.  Bıçak gibi sözleri, gürül gürül akan nehirler gibi ezigileri geçti ve geçiyor zamanımızdan. 

2002 yılı 19 Mayıs’ında onun cenazesinin peşinden İstanbul’dan Hacıbektaş’a yol alırken çocukluğumun geçtiği döneme,  onun ilk parçalarıyla düşürdüğü aydınlığı ve umudu düşündüm. Yol aldığımız otobüste ise onun son albümünden parçalar, o sesinin sahibi için ağıt gibiydi.  “Mahsuni yanıyor derdo bitti baharı/Bahar ayları merdo merdo soldu dağları, yeşil bağları”
 

 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56