HİCİV EDEBİYATI VE HİCİV ÖRNEKLERİ
En etkili şiir türlerinden biridir “hiciv” tarzında yazılan şiirler. Bir kişiyi, bir toplumu ya da bir durumu iğneleyici sözlerle eleştirilmesine “hiciv” denir.
Bu tarzda yazılmış şiirlerin ilk örneklerine Yunan edebiyatında rastlıyoruz. Latin edebiyatında da bu tarzdaki şiirler önemli bir yer tutmaktadır. Ennius, Lıscilius, Horatius, Persius… hiciv şairlerinden bazılarıdır.
Batı edebiyatında çok gelişmiş bir türdür. Divan edebiyatında eleştiri tarzındaki bu şiirlere “hiciv” denirken, Halk edebiyatında “ taşlama” adını almıştır; günümüz edebiyatında “yergi” şiirleri aynı anlamdadır. Batı edebiyatında “satir”, “ satirik” şiirler denilmektedir.
Hiciv tarzında yazılı şiirlerin eğitici bir yönü açıkça bulunmaktadır. Bu yönüyle “didaktik” özellikler göstermektedir.
Hiciv şiirlerini yazıyla yapılmış karikatürlerdir diye de tanımlayabiliriz. Çünkü içerik olarak hiciv şiirleri “ironik”, “ alegorik” özellikler göstermektedir.
Hiciv şiirleri bir kişiyi, bir toplumu eleştirmekle yetinmez; bazen bir düşünceyi, bir nesneyi yermek için de yazılır.
Çoğu kere güldürmek, güldürürken düşündürmek, yermek, övmek, eğlenmek ya da dalga geçmek için yazılır. Birçok halk türküsü, bilmeceleri, fıkraları, tekerlemeleri, destanları, hikâyeleri, atışmaları hiciv özellikleri göstermektedir.
Halk şiirinde hiciv tarzında yazılan şiirlerde anlatım herkesin anlayabileceği açıklıktadır.Söylenilmek istenilen ne ise şair tarafından açık,net biçimde ortaya konulur.
Hiciv tarzında yazan kişiye “heccav” denilmektedir.
15. yüzyıl Bektaşi şairlerinden Kaygusuz Abdal şiirlerinde yaşama tutkusunu, mutluluğunu, özlemlerini ve isteklerini açıkça ortaya koymuştur. Nefeslerindeki canlılık iyi bir tekke eğitimi aldığını göstermektedir. Tasavvuf düşüncesindeki taşkınlığı, neşesi birçok şathiye, hiciv yazmasına neden olmuştur. Aşağıdaki şiir de bunlardan biridir. Sözünü dolaştırmadan açıkça söylemiştir.
“ Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da avradını
Münkir münafıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını
Müfsidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyyit namazın
Kılanın da avradını
Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de avradını
Dağdan tahta getirenin
Mezarına götürenin
Talkınını bitirenin
İmamın da avradını
Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını.”
1770 yılında doğmuş,1847 yılında ölmüş olan Dertli, Bolu’nun Şahneler köyündendir. Önce Halveti tarikatına giren Dertli, daha sonra Bektaşi olmuştur. Saz çalıp türkü söylemeye kızanlara çatmıştır. Özellikle saz çalmayı şeytan işi olarak görenlere verdiği cevap çok meşhurdur.
“Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
Venedik’ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allah’ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde
Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun nesinde
İçinde mi dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde
Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde
Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde.”
1832 yılında Sivas’ın kangal ilçesine bağlı Deliktaş köyünde doğan Ruhsati sözünü budaktan esirgemeyen hiciv şairlerimizin başında gelmektedir. Duygulara, düşüncelere, inançlara şiirinde geniş yer veren Ruhsati, hiciv şiirleriyle de sosyal sorunları dile getirmiştir. Örnek olarak buraya aldığımız bu şiiri sanki günümüz koşullarında yazılmış gibi tazeliğini korumaktadır.
“Zenginin züğürdün vasfın edeyim
Züğürt nere varsa han da bulamaz
Zengine baklava börek çekilir
Züğürt arpa darı nan da bulamaz
Zenginin yoluna çıkarlar karşı
Aralıkta kalır züğürdün başı
Zenginler giyerler kutnu kumaşı
Züğürt bacağına don da bulamaz
Zenginin yoluna olurlar türap
Züğürt nere varsa her işi harap
Zenginler giyerler kundura çorap
Züğürt ayağına gön de bulamaz
Zenginin faytonu dağlardan aşar
Züğürt düz ovada yolundan şaşar
Zenginin helvası bal ile pişer
Züğürt herlesine un da bulamaz
Zenginin iki üç kat olur damı
Gece şule vermez züğürdün mumu
Kızılırmak gibi zenginin demi
Züğürt damarında kan da bulamaz
Zengin nere varsa ırahat olur
Züğürdün her işi kabahat olur
Zenginin kefeni dokuz kat olur
Züğürt kefenine yen de bulamaz
Rursat bu güftarı yazar bitirir
Züğürdün vasfını yazar bitirir
Zengin zemheride terler oturur
Züğürt ağustosta gün de bulamaz.”
Son dönem Halk edebiyatımızın büyük temsilcilerinden Âşık Veysel de hiciv türünde güzel, başarılı örnekler vermiştir. Sözünü dönderip dolaştırmadan bakın neler söylemiş bir şiirinde.
“Çok uzatma ayağını
Açıkta kalır üşürsün
Temiz kullan boyağını
Sahte boyalar taşırsın
Olmayasın karaktersiz
Çok konuşan yerli yersiz
Adın doğru kendin hırsız
Karanlıkta dolaşırsın
Söyle kime oldun âşık
Gittiğin yollar dolaşık
Yemek yersin kab bulaşık
Hanım sana ne pişirsin
Ağlayanı gülenleri
Gözyaşların silenleri
Topladığın yalanları
Dostun ile bölüşürsün
Veysel eli nideceksin
Herkes ettiğini çeksin
Önüne bak düşeceksin
Doğru gitsen ulaşırsın.”
Şairler her zaman bir kişiyi ya da toplumu ele alıp hicvetmezler. Bazen de eleştirilerini kendilerine yöneltirler. Gerçi bu eleştiriler de yine toplumsal bir yön bulunmaktadır. 10 Temmuz 1923 yılında Kırşehir’de doğan Şemsi YASTIMAN 10 Temmuz 1994 tarihinde Lapseki’de vefat eder. Garip bir rastlantı doğum günü ve ayı ile ölüm günü ve ayı aynıdır. Unutulmaya yüz tutmuş “ destan” ve “taşlama” türünün güzel örneklerini vermiştir. Kendisini de hicvettiği şiirini buraya alıyoruz:
“Allah her kula bir zenahat vermiş
Meğerki bol nasip kismet yazıla
Kimine hoş geçim ganahat vermiş
Kimine hırs vermiş doymaz az ile
Terki diyar ettim on beş yaşımda
Dolaştım bir hayli kendi başımda
Her ne iş tuttuysam felek karşımda
Naçar kaldım paylaşılmaz göz ile
Torpil yoktu kimse yardım etmedi
Küçük memur oldum maaş yetmedi
Ev geçimi hiç de düzgün gitmedi
Ceryan’ı kestiler galdık gaz ile
Tuhafiyeciliği seçtim olmadı
Terzi oldum kestim biçtim olmadı
Kumaş mağazası açtım olmadı
Hep malları güve yedi haz ile
Marangoz olduk el kaptırdık hızara
Tellal olduk kıtlık geldi pazara
Fırıncı oldum yangın çıktı kazara
Malım mülküm harap oldu köz ile
Kasap oldum bereketin adı yok
Kimi et yağsız der kimi budu yok
Aşçı oldum yemeklerin tadı yok
El alemi suya boğdum tuz ile
Berber oldum belediye kapattı
Kahvecilik yaptım sermayem battı
Meyhaneci oldum dükkân top attı
İçen kaçtı hepsi başka poz ile
Demirci oldum herkes beni haşladı
Gürültüden şikâyete başladı
Çöpçü oldum mahalleli taşladı
Süpürürken evler doldu toz ile
Şoför oldum arabayı devirdim
Pilot oldum uçakları savurdum
Vatman kaptan oldum dümen çevirdim
Hiçbir gün rotam gitmedi düz ile
Müteahhit oldum tez iflas ettim
Avukat oldum hep boş dava güttüm
Gazeteci oldum çok fazla öttüm
Dıhtılar mapusa birkaç söz ile
Doktor oldum tedaviye geldiler
İlaç verdim zehirlenip öldüler
Dişçi oldum suçu bende bildiler
Zayıf giren çıktı şişman yüz ile
Üfürükçü oldum kendim çıldırdım
Müezzin oldum cemaati yıldırdım
İmam oldum yanlış namaz kıldırdım
Müftü el çektirdi işten vaaz ile
Baktım hayırsızım ortada kaldım
Vaz geçtim sanattan başka iş buldum
İnşaata girdim amele oldum
Ta üst kattan yere düştüm hız ile
Vel hâsılı hiçbir işte gülmedim
Meğer kader böyleymiş bilmedim
Bir de hovardalık yapayım dedim
Yedik malı mülkü karı kız ile
Şemsi derki münasip bir iş bulamadım
Gidip bir baltaya sap olamadım
Bağlamadan başka saz çalamadım
Akibet nafaka çıktı saz ile.”
Hiciv şiirleri ile övgü (methiye) şiirlerinin ortak bir özelliği vardır. Her ikisinde de mübalağa (abartı) bulunmaktadır. Methiyelerdeki abartı ele alınan konunun, kişinin lehinedir; hiciv şiirlerinde ise abartı konunun, kişinin aleyhinedir.
Hiciv şiirlerinde bazen doğrudan doğruya konu ele alınmaz. Muhatap alınan kişiyi över gibi görünüp hicvedildiği de olunur. Yani övgüye benzetilerek yergi yapılır. Zor bir anlatımdır bu tarz şiirler. Bunun bir örneğini verelim:
“Fahr-i alemsin velakin fa sı yok
Gevher-i Kaansın velakin ra sı yok
Dilerim Hak’tan bunu ruz u şeb
Sana bir merkeb vere lakin ba sı yok.”
Burada şair muhatabını över gibi görünüyor; ama aslında onu yermiştir. Onu cahil yerine koymuştur. Aslında söylemek istediği şudur. Bakın nasıl bir yorum ortaya çıkacak.
- Dize: “Âlemlerin efendisisin lakin ‘fa’’sı yok. “Fahir” sözcüğünden ‘fa’’yı çıkartırsak geriye ‘har’ kalır ki ‘har’ eşek demektir. Aslında şair “âlemlerin eşeğisin” demek istemiştir.”
- Dize: “ Mücevher kutusunun değerlisisin, lakin ‘ra’’sı yok. Mücevher anlamına gelen ‘gevher’ sözcüğünden ‘ra’’yı çıkartırsak geriye ‘gevh’ kalır ki bu sözcüğün anlamı kene demektir. Yani şair sen mücevher kutusunun değerlisisin yerine, kenesin demek istemiştir. Kene kan emeci bir asalaktır.”
- Dize: “ Dilerim bunu Hak’tan gece gündüz. Buradaki anlatım açıktır ve bir söz oyunu yoktur.”
- Dize: “ Sana bir eşek vereler demek isteyen şair ‘merkeb’’in ‘ba’’sı da olmasın diyor. ‘Merkeb’ sözcüğünden ‘ba’’yı çıkartırsak geriye ‘merk’ kalır ki bu sözcük de ölüm demektir. Yani şair gece gündüz Hak’tan dilerim ki sana bir ölüm vereler demek istemiştir.”
“Medih” türündeki bu başarılı örneğin sözlü anlatımda da var olduğunu biliyoruz. Arap edebiyatında çok bilinen bu örneği de buraya almayı uygun gördüm.
“ Tanınmış Arap şairlerinden biri de İbnî Rumi’dir. Sözünü korkusuzca söylemiştir, kimseden çekinmemiştir. Söyledikleriyle etkili olmuştur. Zamanın veziri Ebülhüseyin de onun eleştirilerinden nasibini almıştır. Bu eleştirilerden bıkıp usanan vezir bir gün şairi evine yemeğe çağırır. Şairin yediği yemeğin içerisine zehir koymuştur. Bir süre sonra şair zehirlendiğini anlar, sofradan hızla kalkar. Vezir alaylı bir ifadeyle sorar:
- Böyle birdenbire kalktın, nereye gidiyorsun?
- Göndermek istediğin yere.
- Öyle ise babama selam söyle.
Sözün burasında şair büyük bir öfkeyle:
- Cehenneme uğrayacak değilim, der.”
Şairin cevabı incelik doludur, “ben cennetliğim, baban ise cehennemdedir.” sözü o zor koşulda söylenen bir söz ustalığıdır.
Divan edebiyatında da hiciv tarzındaki şiirler, anlatımlar çok güzeldir. Bu tarzda başarılı örnekler verilmiştir. Divan şiirinin başarılı şairi Necati içki kullanmayı seven bir şairdir. Kendisini bu özelliğinden dolayı eleştirenlere bir beyit ile ne güzel cevap vermiştir.
“ Ben üzümün suyunu severim, sofu danesin
Zira kimi kızını sever, kimi annesin”
Eskiden hayrat binalarının üzerlerine tarih beyti yazmak bir gelenekti. Böylece o hayratın kim tarafından, hangi tarihte yaptırıldığı bilinirdi. Divan şairleri de hünerlerini bazen düşürdükleri bu tarihlerle gösterirlerdi. Divan şairlerinin büyüklerinden olan Nabi’ye böyle bir tarih düşürme teklifinde bulunmuş şehrin kadısı. Yaptırdığı hayrat da bir abdesthanedir. Nabi’nin zoruna gider bu teklif. Bir iki defa kadıyı başından savar, ama kadı ısrarcı olur. Şairin düştüğü tarih de şöyle olur:
“ Kadı yaptı kademgâh mazarrat kalmasın tende
Dedi tarihini Nabi s.ç.m hayratına ben de.”
Yahya Efendi ise hiciv şairlerinin büyüklerinden Nef’i’ye şaka yoluyla ‘kâfir’ diye takılır. Hicivleri yüzünden boğdurularak öldürülen Nef’i’nin cevabı şöyle olur:
“ Bize kâfir demiş müfti efendi
Dutalım ben ana diyem Müselman
Varıldıkta yarın divan-ı Hakk’a
İkimiz de çıkarız anda yalan.”
Sümbülzade Vehbi yaşadığı dönemde devlet ileri gelenlerini eleştirmekten geri kalmamıştır. Devletin geri kalmışlığını şu dörtlük ne güzel anlatır:
“ Biçare sana müftüne mansub mı verirler
Serraf ile kavl etmiyecek ahz u ataya
Hep rüşvet ile eylediler devleti berbat
Bak şu ulemaya, vükelaya, vüzeraya.”
Şair Zati’nin babasından miras kalmış bir bağı varmış. Yetişen üzümlerin tadı herkes tarafından bilinirmiş. Şairin İt İskender ve Kuş Kasım adlarında iki arkadaşı bulunmaktaymış. Bu iki arkadaş bir gün Zati’ye ait olan bağa girmişler, doyana kadar üzüm yemişler. Daha sonra gördükleri Zati’ye durumu anlatıp, helal etmesini istemişler. Zati de:
— Helal etmeme gerek yok ki, demiş. O bağı babam dikerken ‘it yesin, kuş yesin’ demişti, der.
Merzifonlu Hayati şakayı çok seven bir şairdir. “Posti” mahlasını kullanan şair dostuna sık sık takılırmış. Bir gün arkadaşına şöyle bir pusula yazıp göndermiş:
- “ İt postu, domuz postu dibağ ile pak olur mu olmaz mı?”
Hayati’nin arkadaşından aldığı cevap şöyle olur.
- “ Hayatı da murdardır, mematı da.”
Şair Fitnat Hanım ile Şair Haşmet arasında geçen nükteli anlatımlar çoktur. Bunlardan biri şöyledir:
Fitnat Hanim kurban bayramı için, kurban alacakmış. Yolda karşılaştığı Haşmet ile aralarında şöyle bir konuşma geçer. Şair Haşmet:
- Kabul buyurursanız bu sene kulunuzu kurban ediniz.
Bu söz üzerine Fitnat Hanım şöyle der:
- Teşekkür ederim, ama kabul olunamazsınız, boynuzunuz yok, der. Aldığı bu cevap üzerine Şair Haşmet karşılık verir:
- Ama hanımefendi, devlethanenizde bir gece kalayım, bu kusur da telafi edilir.
Şairler hazırcevap oluşları ile bilinir. Şair Kazım Paşa yolda giderken şakacılığıyla tanınan Aziz Efendi ile karşılaşır. Aziz Efendi eşeğine binmiş daireden eve gitmektedir. Bu karşılaşmada aralarında şöyle bir konuşma geçer. Aziz Efendi eşeğine hitapla:
- Öp paşa babanın elini, deyince Şair Kazım Paşa elini eşeğin ağzına doğru götürür ve sonra ekler:
- Aziz ol, der.
Hiciv edebiyatı denilince Şair Eşref’in adı anılmadan geçilmez. Hem şiirleriyle hem de nükteli cevaplarıyla bu alanda önde gelmektedir. Meşrutiyet devrinde, meclise ipini koparan kişilerin gelip dolduğunu görünce kendini tutamaz ve şunları yazar.
“İd-i hürriyeti tebrik ederim ihvana
Bu değil millet için doksan üç’ün ihsanı
Kapısı öyle kolaylıkla kapanmaz, zira
Zorla açtık bu sefer Meclis-i Mebusan’ı
Var lüzumu bize Meclis-i Mebusan’ı
İçine dâhil olanlar ne olursa olsun
Doksan üç vak’asını eylemesin de tanzir
Yüzde doksan üçü isterse eşekle dolsun.”
Şair Eşref İzmir’de bulunduğu bir gün yolda vali Kamil Paşa ile karşılaşır. Hoşbeş ettikten sonra Kamil Paşa yakında Mısır’a gideceğini, gelirken şaire bir eşek getireceğini latife yoluyla söyler. Aradan hayli zaman geçer, yine bir gün yolda ikisi karşılaşır. Kamil Paşa şaire hitaben:
- Seni gördüm de aklıma geldi, sana eşek getirecektim, ama unuttum, der.
Şair Eşref hiç bozuntuya vermeden cevabı yapıştırır.
- Önemli değil paşam, siz geldiniz ya, yeterli, der.
Yine bir gün Şair Eşref yolda şair Raif Bey ile karşılaşır. Raif Bey kısa boylu olduğu için “Cüce Raif Bey” lakabı ile bilinir. Raif Bey dert yanar.
- Ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Gırtlağıma kadar borç içerisindeyim.
Şair Eşref gülümseyerek cevap verir.
- Haline şükret. Ben de borçluyum. Üstelik ben senden üç kat uzunum, der.
Divan şairleri kadar Halk edebiyatının usta şairleri de hiciv türünde başarılı örnekler vermiştir. Bunlardan bazılarını yazımızın giriş bölümünde örneklemiştik. İnandığı dava uğruna idam edilmeyi göze alan Pir Sultan Abdal’ın da ‘taşlamalarından’ örnek vermeden olmaz düşüncesindeyiz. Bu koca şairin sözlerine kulak verelim:
“Koca başlı koca kadı
Sende hiç din iman var mı
Haramı helali yedi
Sende hiç din iman var mı
Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
İman eder, amel etmez
Hakk’ın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle kör şeytan var mı
Pir Sultan’ım, zatlarımız
Gerçektir şöhretlerimiz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde yalan var mı.”
Pir Sultan Abdal’dan sonra idama çarptırılan ikinci halk ozanı Seyrani’ dir. Cezası daha sonra sürgüne çevrilmiştir. Haksızlığa, rüşvete, kıyıcılığa, ikiyüzlülüğe, kaba sofuluğa, ahlaksızlığa tahammül edememiştir. Gözünü budaktan sakınmadan yergilerini söylemiştir. Şiirlerindeki konular bugün bile güncelliğini yitirmemiştir.
“ Pintinin dik kulaklısı
Boynu yoğun eşek olur
Pek mülayim yolaklısı
Sanma tunçtan gevşek olur
Yolda koşar ive ive
Çarığını geve geve
Top vaktinde olur deve
Yük vaktinde köşek olur
Dök Seyrani gözden yaşı
Sağlıktır her işin başı
Merdin eşiğinin taşı
Kuş tüyünden döşek olur.”
Halk şairlerinin hayatları hakkında yeterli bilgiye bazen ulaşamıyoruz. Yurdun değişik yörelerinde yaşayan aynı isimli birden fazla halk şairi olabiliyor. Durum böyle olunca şiirlerin birbirine karışması doğal karşılanıyor. Titiz bir çalışmayla, yeni bilgilere ulaşıldıkça hangi şiirin gerçekten hangi şaire ait olduğu bilgisine ulaşabiliyoruz. Halk şiirimizde 5 ayrı Teslim Abdal olgusuna ulaşılmıştır. Bunlardan biri de Elazığ’ın Baskil ilçesine bağlı Şeyh Hasan Köyü’nde yaşayan olanıdır. Bu köyün şimdiki adı Tabanbükü Köyü’dür. O’nun güzel bir taşlama örneğini buraya alıyoruz. Bu şiirde şairin yaşadığı yöreyi ele veren ip uçları da bulunmaktadır.
“ Hırıl hırıl hırlasınlar
Bize taş atıp ürenler
Eşek olsun zırlasınlar
Bize taş atıp ürenler
Bir keleşte uşak olsun
Çingeneye kuşak olsun
Malatya’ya eşek olsun
Bize taş atıp ürenler
İçi dışı soğuk olsun
Didilenmiş tavuk olsun
Eğribük’e tavuk olsun
Bize taş atıp ürenler
Kilisede puta dönsün
Ters nallanmış ata dönsün
Uyuz olmuş ite dönsün
Bize taş atıp ürenler
Teslim Abdal der onmasın
Dünyada murat almasın
Ahrette iman bulmasın
Bize taş atıp ürenler.”
Tanzimat edebiyatı döneminde de hiciv alanında çok sayıda örnekler verilmiştir. Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdulhak Hamit, Muallim Naci bu dönemde ilk aklımıza gelen isimlerdir. Daha sonra Servet-i Fünun döneminde İsmail Safa, Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit Yalçın ve daha birçokları şiirleriyle, nükteleriyle hiciv edebiyatımıza katkıda bulunmuşlardır. Bu iki dönemden birer örnek verelim. Namık Kemal, Osmanlı’nın arka arkaya büyük toprak parçalarını kaybetmesi üzerine sözünü esirgemeden şunları söyler:
“Edepsizlikte tekleriz
Kimi görsek etekleriz
Hak’tan ümit bekleriz
Ne utanmaz köpekleriz
Gitme vatan gavgasına
Yetiş rütbe yağmasına
Daldık dünya sefasına
Ne utanmaz köpekleriz
Biz bakmadan sağ u sola
Düşman girdi İstanbul’a
Vatan’ı sattık bir pula
Ne utanmaz köpekleriz
Dalkavuklukta irtikab
İşte etti bizi harab
Sen söyle ey Şevketmeab
Ne utanmaz köpekleriz
İnsan mı neyiz seçilmez
Bir zehiriz ki içilmez
Tavrımızdan da geçilmez
Ne utanmaz köpekleriz
Vatanın girdik kanına
Leke getirdik şanına
Topumuzun b.k. canına
Ne utanmaz köpekleriz.”
Osmanlı’yı Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa 1. Dünya Savaşı’na sürüklemişlerdir. Bunlardan Enver Paşa’nın babası Ahmet Paşa saf yaratılışlı biridir. Bir toplantıda şöyle bir konuşma yapar.
- Allah günahımı affetsin. İçki kullandım, ama harama uçkur çözmedim, der. O esnada mecliste bulunan Süleyman Nazif şöyle der:
- O uçkuru keşke helale de çözmeseydiniz.
Bu nükteyi daha sonra işiten Enver adlı bir şair şu dörtlüğü söyler:
“ Geçenlerde demiş Ahmed Paşa bir bezm-i işrette
Harama çözmedim uçkur, zinayı etmedim terviç
Demiş erbab-ı meclisten hemen bir nükteperver zat
Paşam keşki o uçkuru helale çözmeseydin hiç.”
1868–1949 yılları arasında yaşayan Rıza Tevfik de kalemine hakim olmak istemeyen, sert eleştirileriyle tanınan bir şairimizdir. Süleyman Nazif, onun şiirlerinden biriyle alay edince şairden şöyle bir cevap alır:
“Ben çetin bir kayayım, bu vahşetgehte
Bana çarpan poyraz yeli kırılır
Dizime çıkmadan dağılır gider
Çirkabı zilletin seli kırılır
Beni dişliyemez yılanlar bile
Sürtünür,kaşınır,geçer hergele
Yumruk,şamar vuran küstahın hele
Demirden olsa da eli kırılır
Fikrimi sarsmadı şimdiye değin
Arsızca sözleri bilmem ne beyin
Bana çifte atan şaşkın eşeğin
Kendi çiftesile beli kırılır
Bendedir şivesi âşık ağzının
Ona sesi uymaz yaban kazının
Öyle hödüklerin bozuk sazının
Namım anıldıkça teli kırılır.”
Neyzen Tevfik de bu alanda diğerlerinden geri kalmaz. İçki içmeyi pek çok seven Neyzen’in başından şöyle bir olay geçer:
İstanbul Aksaray’da kiraladığı bir evde oturmaktadır. Meyhaneden geç vakit ve oldukça içkili çıkan Neyzen ara sokaklarda evinin yolunu şaşırır; evini bir türlü bulamaz. Rastladığı gece bekçisine sorar:
- Bekçi baba Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor. Sen onun evinin yerini biliyor musun?
Bekçe şaşkınlık içerisindedir.
- Beyim, Neyzen Tevfik sensin, der.
Neyzen Tevfik de:
- Ben sana Neyzen Tevfik miyim değil miyim diye sormadım. Onun evini sordum, der.
Sözü daha fazla uzatmadan yazıyı bu noktada bitirmek istiyorum. Milli Edebiyat döneminden, günümüz edebiyatına kadar uzanan süredeki hiciv edebiyatını bir başka yazıda örnekleriyle ele almak istiyorum. Yüzlerce şairimizin sayısız hiciv örneklerinden bir tutam aldım. Unuttuklarımız olmadı, ama yazının boyutunu düşünerek yer veremediğimiz şairlerimiz çok oldu. Yazımızı son birkaç cümle ile bitirelim.
İnsanlarda ahlaksızlık var olduğu sürece, haklıdan değil de haksızdan yana olma eğilimi devam ettikçe o kişileri de hicvetme devam edecektir. Önemli olan hiciv şairinin tutarlı olmasıdır. Haklı nedenlerle hiciv yapıyorsa, bu kötülükleri ortaya çıkarıyor demektir. Şair, yaptığı hicivlerde haksız ise, yapılan iş karalamaktan, küfür etmekten, hakaret etmekten öteye gitmez.
Mizah her dönemde ciddi bir savunma aracı olarak kullanılmıştır. Baskıya, zulme karşı kullanılan bu silah, karalama boyutunda kullanılırsa geri teper; o silahı ateşleyeni yaralar.
Şair, hicivleriyle iç dünyasında rahatlar. Yolunda gitmeyen olguları görünce bunları eleştirir; eleştirilerini başkalarıyla paylaşmak ister. İşte, mizahın güzel yanı da budur. Herkesin yapılan eleştirilerden dostça bir çıkarımda bulunabilmesidir.
Mehmet Ali ÖZÇAMUR
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
gördüğüm en iyi hiciv örnekleri