Malatya Belediyesinin yıkımından üç gün sonra, pazar sabahı Kiltepe’deki Ermeni mezarlığına gidiyorum. Doğu kapısından girmiyorum bu kez. İnşaat için yeni açılan, kapı niyetine önüne iki sac dayanan batı yanından giriyorum.
Belediye yıkım ekibi, aynı günün gecesi, molozları taşımıştı. Şimdi orada bir büyük temel betonu kalmış. Kuzey duvarının dibinde, yerden bir yanı yüksekte durur vaziyette diğerine göre daha küçük bir beton tabla… Bir de temelin doğusunda yarısı yok edilmiş bir kubbe parçası. Kentteki pek çok otobüs durağının kubbeli oluşu geliyor aklıma.
Bunların dışında çevrede inşaat kalıp tahtaları, demirler, sac profiller… İnşaat için çekilen su borusuna yerden yüksekte bir de musluk takılmış. Bunun çevresi kalıp şeklinde buzla kaplı. Harcanan suyun bedelini, mezarlıktan sorumlu olmayan Ermeniler; mezarlıktan sorumlu olan Malatya Belediyesine ödüyor.
Mezarlıklara yapılacakbirimlerin en fazla 7,5 metre yükseklikte, 250 metre kare genişlikte olabileceğini öğreniyorum bu arada.
MalatyaHAYDer’in, Ermeni mezarlığına yaptırdığı biriminse yüksekliğinin 5,5 metre, genişliğininse 236 metre kare olduğunu öğreniyorum.
Mevzuata aykırı yapılaşma diyerek kamuoyunu yanlış bilgilendirip hainliklerinden şikâyetçi olanlara, farkında olmaksızın haklı kapı açmak durumunda kalanlara duyurmak istiyorum.
Mezarlık bekçisi Naciye Hanım, hemen geliyor yanıma. Sadece kendileri için yapılan yeni konutun yıkımına değil, tüm emeklerin, umutların yıkımına üzüldüğünü söyleyerek sözlerini sürdürüyor: “İşçiler, bu soğukta bile çalıştılar. Hayırseverlerin bağışlarıyla yapılan çok güzel bir binaydı. Elektrik ve su tesisatı bile döşenmişti. Küçük bir yerdi zaten. Kime ne zararı olmuştu ki o kadar emeği, masrafı çöpe attılar?
Ben, yanlışlıkla yıkıldığına inanmıyorum. Bir bile değil, üç kepçe, aynı anda saldırdı binaya. Üçü üç yandan kısa sürede yerle bir etti. Bu çevredeki insanlar, belediyeye şikâyet etmişler, kiliseye benziyor, diye. Kiliseye benzemiyordu. Kaldı ki kiliseye benzemesi yasak mı, günah mı, ayıp mı?
Bak, bu şikâyetçiler, muratlarına erdiler. Şimdi yıkılan binadan arta kalan demirleri, tahtaları çalıyorlar. Gece, bu soğukta inşaat artıklarını nasıl bekleyelim sabaha kadar? Gündüz görüp peşlerinden koşuyorum demir- tahta hırsızlarının. Gece başa çıkamıyorum. Bunlardan ben sorumluyum; hurda da olsa bana emanet.
Mezarlığa çok gerekliydi bu yapı. Burada bekçi olmazsa ağaçları kökünden keserler. Mezar taşlarını paramparça ederler. Biz burada beklediğimiz halde çevreden gelen saldırılarla baş edemiyoruz.
Küçücük bekçi evi gözüne batanlar, sikâyet ederek bitmiş binayı yıktıranlar, şimdi kına yaksınlar…”
Naciye Hanım’a söylemiyorum; ama anlattıklarından belleğimde bir fotoğraf oluşuyor. Tavalarda, taslarda, guşganalarda, kazanlarda kına ıslatılmış… Islatılan kınayı karıştırabilecekleri kaşık bulamayan insanlar, belediyeye bu yapıyı şikâyet ederek yıktırmış. Şimdi de yıkıntıdan arta kalan tahtaları, demirleri çalarak her yanlarına yakacakları guşgana dolusu kınaları, çaldıkları demir ve tahtalarla karıştırıyorlar…
İyi ki belediyemiz, çevredeki müzevirleri dinlemiş de Malatya Ermeni mezarlığına hayırsever Ermenilerin bağışlarıyla yaptırdıkları ölü yıkama yeri, bekçi konutu ve son dua yerini yıktırmış. Yoksa çevredeki müzevirler, her bir yanlarına yakacakları kınaları neyle karıştıracaklardı?
Sultan KILIÇ