Son yıllarda ve özellikle geçtiğimiz haftalarda yani yeni yıla -yılbaşına doğru orta yerlerde dolaşan, cüppeli, sarıklı dinci-yobazlar, meczuplar, lâik yaşam tarzına sahip olan insanlara,belli toplumsal kesimlere karşı kin ve nefret söylemleri ile içlerindeki pislikleri kusuyorlar. Hatta, bu meczupların bir kısmı saraydaki yemek davetlerinde ağırlanmışlardı. Aslında, bu meczuplar, noel ile yılbaşı kutlamalarının farkını bilecek kadar hinoğlu hinler!Peki, siz hiç bu dinci-yobaz takımını, dinci cemaat ve tarikatların yurtlarında oluşan küçücük çocuklara tecavüz edilme olayında tepki gösterdiğini gördünüzmü? Tabiki, görmediniz ve de göremezsiniz.
Son yıllarda, bırakalım lâiklik karşıtı söylemlerin, eylemlerin, saldırıların artmasını, yaygınlaşmasını; artık, laikliği savunan insanlara ve toplumsal kesimlere saldırılar ve tutuklamalar arttı.
Anayasanın 2.maddesinde, Cumhuriyetin niteliklerinden biri olarak lâiklik vurgusu yapıldığı ve bulunduğu gibi; lâiklik 24. maddede de geçmektedir.
Anayasa madde 24:"...kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."
Lâiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olup; lâik devlet de toplum, dinsel ilke ve kurallarla değil, bilim ve akıl temelinde yönetilir. Din ve inanç, bireylerin özgür irade ve vicdanlarına bırakılır. İnanmak yada inanmamak yani dindar olmakta, ateist olmakda bireylerin özgür irade ve seçimine, seçme hakkına bağlıdır.
Lâiklik, özgür irade ile seçme hakkını kullanan bireylerle yaşam bulacağı açısından; laikliğin ön koşulu demokrasi ve buna bağlı olarakta, demokratik, özgür bir toplum ve toplumsal iklimdir. Zaten, ırkçı -faşist ve dinci-yobaz devlet ve toplumlarda, lâiklik, özüne uygun olarak uygulanmaz. Çünkü, bu durum eşyanın tabiatına aykırıdır!
Lâik devlet de, devlet, bütün dinlere, mezheplere, inançlara,inançsızlığa ve dolayısıyla da dindarlara, ateistlere eşit mesafede olup, hiç birinin yanında yada karşısında değildir hatta hiçbiriyle temas halinde değildir(!)
Lâiklik ve seküler yaşam tarzı, insanların barış ve kardeşlik içinde birarada yaşamasının güvencesidir. Bu yargının ne kadar doğru olduğunu kanıtlayan binlerce örnek vardır dünyada ama en güzel ve somut örnek Ortadoğu ülkelerindeki yüzyıllardır ve şu an yaşanan mezhep çatışmaları, iç savaşlar ve kaostur!
Lâik devlet de, eğitim -öğretim sistemi, çağdaş değerlerle, bilimsel ve demokratik ölçütler içinde yapılır. Laik devlet de, zorunlu din dersleri olmaz ve bir dinin yada mezhebin doğmaları, çocuklara -gençlere dayatılmaz, empoze edilmez!!! Oysa, Türkiye'de devlet ve siyasi hükümetler, zorunlu din dersleri ile alevi çocukları-gençleri, Sünnilik mezhebi içinde asimile ederek, alevi öğrencileri, kendi inanç ve toplumsal -geleneksel kültüründen koparmayı amaçladığı gibi, diğer inanç ve mezheplerden olan öğrencileri de, bilimsel düşünüş ve sorgulama yeteneklerinden koparıyor. Bunu, uluslararası düzeyde yapılan eğitimle ilgili araştırmalar ve ortaya çıkan sonuçlardan bilmekteyiz.
Lâik devlet de, Diyanet gibi dinsel nitelikli kurumlar da olmaz! Çünkü, bu kurumlar, devletin ilke ve normları çerçevesinde faaliyette bulunduğundan, din, devletçe şekilllendirilir ve halka dayatılır...Zaten, günümüzde Diyanet, bir fetva kurumuna dönüşmüş olup, bolca, Alevilere, ateistlere hakaret, küfür, aşağılama bağlamında fetvalar yayınlıyor. Özellikle de, Alevileri asimile etmek için ağa -babası siyasi iktidara asimilasyon politikaları üreterek işbirliği yapıyor.
Şu anki Diyanet, Türk -islam faşizminin savunucusu ve bir propaganda merkezidir. Türkiye'nin lâik devlet olabilmesinin temel koşullarından biri de, Diyanet'in lağvedilmesidir!
Aslında, ülkemizde bugüne kadar lâiklik, gerçek anlamı ve özüne uygun uygulanmadı ama bugünkü durumla karşılaştıracak olursak şayet,yinede iyi -kötü uygulanıyordu diyebiliriz(!) Bu iktidar döneminde ise lâiklik, tamamen rafa kaldırıldı ve ismi olan, cismi olmayan bir hale dönüştürüldü!
"Lâiklik, dinsizliktir"söylemi, büyük bir yalan olup, gerçekle ilgisi yoktur! Tam tersine, lâiklik,dindar insanlar açısından inanç ve ibadet özgürlüğü olduğu gibi;dinsel inancı olmayan,bir dine mensup olmayan,ateist insanlar açısından da inanmama özgürlüğüdür!
Din, toplumsal bir olgu olup, lâik toplumda dinin inanç ve ibadetlerinin ister bireysel yaşanması,isterse ibadethanelerde, ibadetin toplulukla yapılması iradi bir olaydır.Hala alevilerin ibadethanesi olan Cemevlerinin yasal statüsü yok! Anayasal güvencede olan eşit yurttaşlık yasası yok!
Bu açıdan diyebiliriz ki, ne demokrasisi, ne laikliği!!!
Lâiklik,farklı dinlerin, mezheplerin; inananların, inanmayanların birarada barış, kardeşlik, huzur içinde özgürce, onurluca yaşamaları olup, dinci-yobazların,din tacirlerinin,şarlatanların ise korkulu rüyasıdır! Çünkü, lâik toplumda akıl ve inanç ayrışmış olup, birbirlerini baskılamaz. Dinsel inançlar, değerler sömürü alanında pazarlanmaz çünkü, lâiklik de toplumsal alan ve devlet yönetimi akla ve bilime dayanır,inançlar ise bireylerin manevi dünyasında, vicdanlarında yaşanır!
Din, ne zaman ki, siyasette, ticarette çıkar ve bir sömürü aracına dönüşür ve egemen sınıflar dini, toplumu uyutmak için afyon olarak kullanırlarsa, o toplumda akıl ve bilimden kopma başlayarak, bireyler tebaaya dönüşür,diktatoryal yönetim kurulur.
Hâce Bektaşi Veli ne de güzel söylemiş: "Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır"diye...Bizde, ekleme yapalım isterseniz. Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlık olduğu gibi, bataklıktır, çamurdur, kan, göz yaşı, barbarlıktır...
Lâik ülkelerde bireyler, lâik olmak zorunda değiller ama kamu hizmetlerinde görevli olan siyasiler ve bürokratlar, düşünce, tutum -davranış ve eylemlerinde "lâik"olmak, seküler davranmak zorundadır. Lâiklik karşıtı söylemler ileri sürenler, dinsel devleti /şeriatı övenler, " bu benim kişisel görüş ve kanaatim"deme hakkına ve cüretine sahip değildir(!)Maalesef, Türkiye, hukuk devleti olma niteliğini kaybettiğinden, bu açıklamayı yapanlar hakkında hiçbir yasal işlem yapılmıyor.
Özellikle,devletin üst kademesinde bulunan siyasilerin ve bürokratların, halkı, din, mezhep, yaşam tarzı üzerinden ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı kin ve nefret söylemleri ülkenin toplumsal barışını dinamitliyor . Bu toprakların özünde olan sevgi, hoşgörü, anlayış giderek yok oluyor ve kutuplaşma, yer yer zihinsel - duygusal ve toplumsal düzeyde kopmalara,çatışmalara evriliyor. Bu ise ülkemizin "Ortadoğulaşma"sürecine girdiğinin bir göstergesidir!
Ortadoğu'nun en bariz özelliği ise din, mezhep çatışmaları, iç savaşlar ve kaostur!
Bu ise, emperyalist devletlerin böl-parçala -yönet politikası ile bu ülkelerin tahakküm altına alınması, bazende açık işgaldir!!!
İşte, bu iklimden beslenen dinci-yobaz örgüt mensupları, İstanbul'un merkezinde gece kulübü Reina'da katliam yapıyor, onlarca insanı hunharca katlediyor ve onlarca insanı da yaralıyorlar. Aslında, bu katliamdaki amaç, lâik-seküler yaşam tarzı olan insanlara, belli toplumsal kesimlere gözdağı vermek, korkutmak, yıldırmak, sindirmek ve toplumsal yaşam alanlarından koparmaktır! Zaten, terörün amacıda budur. Hedef seçilen mekân ve kitleye baktığımız zaman bu katliamın fundamantalist / radikal / siyasal İslamcı gruplar tarafından gerçekleştirildiği ayan - beyan ortada. Zaten, Işid mensubu bir terörist olduğuda saptandı.
Laikliğin ne kadar elzem bir konu olduğu 15 temmuz dinci-faşist darbe girişimi(!)İle bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Bilim ve Teknoloji özgür aklın ürünüdür!Özgür akıl ise ancak lâik toplumsal sistem içinde insanlığa yararlı,teknoloji ile yaşamı kolaylaştıran üretimler oluşturur. Lâik toplumsal sistem, aklı özgür kılarak, bilim ve teknoloji oluşturduğu gibi, aynı zamanda bireyleri, batıl inançlardan,hurafelerden kurtararak, vicdani kanaatlerini geliştirir, ahlâkî bir kişilikle erdeme ulaştırır.
Victor Hugo'nun deyimiyle: "Vicdan,insanın içindeki Tanrı'dır"
Hangi siyasi rejim, hangi siyasal yönetim sistemi olursa olsun, şayet, laiklik ilkesine, uygulamasına dayanmıyorsa, orada, insan onuruna açık bir saldırı vardır! Aslında, laiklik, toplumsal; inanç ise bireyseldir. Lâiklik, toplumsal alanda aklın özgürleşmesi, inancın insan vicdanında yaşanır olma güvencesidir. Aklın özgürleşmesi, inanç-inançsızlık seçimini ve inanç -inançsızlığıda özgür kılacağından, insanlar birey haline dönüşür ve böylece bireyler, akıl -mantık çerçevesinde bir düşünüş tarzı ve buna bağlı olarakda, özgür bir davranış -eylem gerçekleştirirler!!!
Aklı özgürleşen, düşünme yetileri gelişen insanlar, zaten, inancın -dinin, Tanrı ile insan arasında manevi bir ilişki olduğu algısal kapasitesine ulaşacaktır!
Böylece, kendi inancını -dinini çevresine dayatan bir yobaz değil, inancını kendi iç dünyasında yaşayan erdemli bir insana dönüşecektir.
İşte bu açıdan lâiklik, hem bireysel hem de toplumsal bir onurdur!
Lâiklik,çağdaş yaşam tarzına sahip olan aydın düşünceli insanlar için hayati önemde olan bir kavram iken; karanlık düşünceli yobazlar için ise ürkütücü bir kavramdır...Yazımı, bir fıkra ile noktalıyorum:
Dönemin Başbakanı,saç traşı olmak için berbere gitmiş.
Berber sormuş:
-Başbakanım, lâiklik konusunda ne düşünüyorsunuz?
Başbakan,duymazdan gelmiş.
Berber, beş dakika sonra tekrar sormuş:
-Lâiklik hakkında ne düşünüyorsunuz?
Başbakan,yine duymazdan gelmiş.
Berber,beş dakika sonra yine sorunca:
-Lâiklik hakkında ne düşünüyorsunuz?diye
Başbakan,sinirlenmiş ve
-Sana ne ulan laiklikten...Artistlik yapma, işine bak diye azarlamış adamcağızı...
O da gülerek karşılık vermiş:
-Öyle demeyin Başbakanım...Lâiklik sözünü duyunca, saçlarınız diken diken oluyor.
Daha kolay kesiyorum.
Umut ta kalın, dirençli olun.
Hüseyin Yalçın ( Sosyolog )
NOT : Bu makalem, ocak 2017 'de Malatya Son Nokta gazetesinde köşe yazımda yayınlandı.