Papaz hikayesini belki duymuşsunuzdur, bilirsiniz!
Üç Kafadar bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. Biri Türk, biri Kürt,diğeri de Ermeni. Ermeni olan aynı zamanda da papaz. Hava sıcak ve bir süre sonra yolda susuyorlar. Bağların olgun zamanı. "İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın"diye bir bağ'a giriyorlar. Bağın sahibi bir Türk ve onu görememişler. Papaz din adamı ya, " burası kimindir? Ayıptır"demiş. Diğerleri,"yahu kaç paraysa veririz"diyerek üzüm yemeye başlamışlar ki, bağın sahibi gelmiş. Bakmış,yabancı birileri üzümünü yiyor. Fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünmüş. Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve papaz olduğu belli. Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış. Üçüncüsü de Türk.
Dönmüş Ermeni'ye, " bak, bu adam Türk, yesin malımı, benim kanımdandır, helali hoş olsun. Bu da Kürt'tür ama yine de din kardeşimdir, peki sen ne demeye yiyorsun benim üzümünü? demiş. Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt'ün hoşuna gitmiş. Adam, diğerleri seyrederken papazı bir güzel dövmüş, kıpırdayacak hal bırakmamış ve yere uzatmış. Bağ sahibi, üç kişiden birini eksiltince Kürt'e dönmüş, "madem müslümansın da niye bağıma giriyorsun? Bu adam benim milletimden, kanımdan. Yediyse afiyet olsun, sana ne oluyor?" diyerek bir güzel onu da dövmüş ve yere uzatmış.
Bağın günahı diğer ikisine kalınca Türk'ün gönlü tam rahatlamış ki, bağ sahibi Türk'e dönmüş ve "ulan hem Türk'sün hem müslüman, aynı kandanız, aynı dindeniz, bana yapılır mı bu?" diyerek Türk'e de vurmaya başlamış.
Türk, dayağı yerken bir ara Kürt'ün yanına devrilmiş,iki yumruğun arasında kulağına, "Biz" demiş "papazı dövdürmeyecektik".
Bu hikayede "bağcı"nın, bilmeden de olsa aslında faşist bir yöntem uyguladığını görmekteyiz. İstersenlz burada faşizm nedir, kısaca değindikten sonra, hikayemizi analiz edelim ve"bağcı"ile faşist devletin- hükümetin yöntem benzerliği ilişkisini kuralım.
Faşizm,kapitalizm emperyalist aşamaya ulaştıktan sonra ortaya çıkan bir yönetim şeklidir. Bu yönetimde, burjuvazinin finans kapital unsurlarının hem kendi ülkelerinde hemde siyasi ve ekonomik açıdan bağımlı kılarak sömürdükleri ülkelerde hak ve özgürlükleri gasp ederek, baskı-zulüm uygulayarak oluşturdukları bir yönetim şeklidir. Finans kapitalin (banka sermayesi ile Sanayi sermayesinin iç içe geçerek, banka sermayesinin egemen olmasıdır. Bir tür modern tefeciliktir) en şovenist unsurlarının hakim olduğu bir yönetim. Kısacası, faşizm, emperyalizmin kanlı silahıdır...Temel yöntemi, baskı-zulüm ve şiddet ile kendisine tehdit unsuru olarak gördüğü her bireyi, her kitleyi ezmek, burjuvazinin ve ağa-babalarının çıkarını, kendisinin de siyasi ikbalini sağlamaktır!
Bu hikayede"bağcı", izinsiz olarak üzüm bağına giren üç kişiyi, tek başına dövemeyeceğini anladıktan sonra, bu üç arkadaşı birlikte hareket etmekten, güç birliği yapmaktan alıkoymak için, hikâyeden de anlaşılacağı üzere,etnisiteyi, milliyeti, dini kullandı. Böylece, bu üç arkadaşı, birbirlerinden farklı oldukları noktalarda ayrıştırarak, birini döverken, diğer ikisinin, kendisiyle olan ortak noktası ve benzerliğini ön plana çıkarmak suretiyle, olaya seyirci kalmalarını sağladı. Bu yöntemi, ikinci kişiyi döverken de en son döveceği kişiye de tekrar farklı bir ortak noktadan girerek uyguladı. Böylece, üç kişiyi tek tek döverek, üçünü de etkisiz hale getirerek amacına ulaştı(!)
Bu hikayeyi ve hikayede kullanılan yöntemi topluma şöyle uyarlamak mümkündür! Kapitalist-emperyalist sistemin yürütücüsü faşist yönetimler, halkı etnisiteye, milliyete, dine, mezhebe, yaşam tarzına bağlı olarak ayrıştırarak,kutuplaştırarak, çatışmacı bir kaotik ortam yaratmak suretiyle kendi düzenini, devir-devranlarını sürekli kılabilmektedir (!)
Faşist yönetim açısından en büyük tehdit sınıf bilinçli işçiler ve emeğin örgütlü gücüdür. İşte bu açıdan işçi örgütlenmeleri, sendikalar saf dışı edilir yada baskı ve devlet aygıtının, sivil faşist güçlerin şiddeti ile kendi yönetimine bağımlı kılınır.
Sistemin - düzenin yani faşist yönetimin bekası için potansiyel tehlike olarak algılanan sendikal örgütlü işçi sınıfı mücadele dışı bırakıldıktan sonra bir başka tehlike arzeden hedefe yönelir.
Bu hedef ülkenin sosyo-ekonomik, sosyo-politik konjoktürel koşullarına bağlı olarak belirlenir. Bu hedefte, sosyal, kültürel, ekonomik, demokratik hakları bağlamında ezilen bir ulus-halk olabileceği gibi;inanç-ibadet sistemi, egemen dinsel anlayışa, zihniyete ters düşen bir mezhep te olabilir. Yine,faşizm, insanları cinsiyet ayrımcılığı tarzında, özellikle erkek-egemen, ataerkil kültür bağlamında kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve katliamlarda gerçek iğrenç yüzünü ortaya koyar. Ayrıca, faşizm, yaşam tarzı üzerinden belli toplumsal kesimleri baskı, sindirme, korkutma ile özgürlüklerini(!)ortadan kaldırır.
Bu açıdan, faşizmin baskı ve zulmü altında bulunan bütün kitleler,(demokratlar, ilericiler, kürtler, aleviler,solcular, sosyalistler, komünistler,bilimum muhalifler...)kendi temsilcileri, örgütsel yapıları ile "armudun sapı, üzümün çöpü"demeden ortak hedefler ve temel değerlerde birleşerek, güç birliği yaparak, ittifaklar kurarak, geniş halk kitlelerini kucaklayacak tarzda bir DEMOKRATİK DİRENİŞ CEPHESİ ( DDC ) kurmalı. Anayasal ve demokratik bir hak olan direnme hakkını, demokratik yollardan (! ) pratiğe aktarmalıdır . Bu eylemlerle kitleler kendi iradesini ortaya koymalı ve geleceğine sahip çıkmalıdır. Topluma umut aşılamalı ve baskı-zulümü bertaraf ederek özgürlüğünü kazanmalıdır.
ORTAK AMAÇ : Hak ve özgürlükleri, laikliği, çağdaşlığı, demokrasiyi, parasız, bilimsel ve demokratik çağdaş eğitimi, kadın haklarını, Kürt'lerin hak ve özgürlüklerini, Alevilerin, inanç-ibadet hak ve özgürlüklerini, yurttaşların can ve mal güvenliğini,ülkenin dış itibarını, güvenilirliğini, ekonomik refahı,gelir dağılımı adaletini,herkesin yaşam tarzına uygun yaşamasını, doğa katliamının önlenmesini, özgür basın yayın organları ile halkın haber alma özgürlüğünü sağlamak.vb...
TEMEL DEĞER : İnsana, doğaya ve hatta hayvanlara ait olan / olması gereken hak ve özgürlükleri savunmaktan ve faşist dikta yönetimine karşı direnmekten daha temel DEĞER ne olabilir ki!
Şu anda ülkemizin tek çıkış yolu budur. Bertolt Brecht'in çok anlamlı ve sanki bu günler için söylenmiş sözüne kulak verelim:
" Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar"
Kapitalist-emperyalist sistem yürütücüsü faşist yöneticilerin aslında ne vatan ne de millet kaygısı ve sevgisi yoktur! Bilakis, onların tek kaygısı sermaye sınıfının kârı ve kendilerinin siyasi ikballeri, kişisel-ailesel hatta sülalesinin çıkarlarıdır!!!
Siz bakmayın onların vatan - millet söylem ve yalanlarına. Onlar sadece şovenist - ırkçı bir toplum ve iklim oluşturuyor,halkı uyutmak için de dini afyon olarak kullanıyorlar çünkü, bu işlerine geliyor. Bu azgın sömürü düzenlerini,vahşi kapitalist sistemi, devir-devranlarını sürekli kılabilmek,biat kültürü ile halkı kendilerinin kulu-kölesi yapmak için kullandıkları bir yöntem!
Bunların yalanlarına karşı en güzel cevap ve gerçek yüzlerini ortaya koyan, Nazım Hikmet'in şu şiiri olsa gerek!
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı,
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
-çürüyen diş,dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
ve elbette ki, sevgilim, elbet
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman
Aydınlık bir ülkeye, direnişle...
Umut ta kalın, dirençli olun.
Hüseyin Yalçın ( Sosyolog )
NOT : Bu makalem Kasım 2016'da Malatya Son Nokta gazetesinde köşe yazımda yayınlandı.