Sn. KAZIM BAŞIBÜYÜK BEYEFENDİ İLE RÖPORTAJ

          Kawnıx (kavnığ) Şotıkan’ın bir mezrasıdır. Kuzeye bakan çanağı Ovacık yaylasından gelen çay, tam ortasından ikiye böler. Ovacık yaylasından beslenen çay çok derin kalyon oluşturarak akar. Kawnıx’a hayat sunar. O yüksek rakımda sebzelerin ve meyvelerin en lezizini sunar. Buz gibi suda beslenip hayat bulan balıkları çok farklı bir tür olup, renk renk pullara sahiptir. Bence dünyanın en leziz balıkları burada yaşarlar. Çay sesli akar. Mezraya fon müziği olur. Ancak hiçbir müzisyen, benzer ihtişamda bir eser yaratamadı. Dağların tepelerine ulaşa bilmek için didinen kavak ağaçlarının, kuzey rüzgârları ile dansından çıkan ritm çayın çıkardığı o muhteşem müziğe yapraklarıyla alkış tutarken, leyleklerin gıptasına yol açar. Leyleklerin keyiften şakırdaması tüm canlıları devinime ulaştırır. Karşı yamaçtan, bir çoban, duduğunu çalmayıversin, içsel duygular dağların tepeleriyle yarışır. 

       Çevre mezra ve köylerin buğdayı bu çayın değirmeninde un olur. Değirmen taşının çıkardığı hazin sesi, çay suyu daima boğar. Bu sebeple bu ses hep kendine özgü kalır. Diğer yaşam ses/müziklerinden ayrı, içe dönük mırıldar. Belki de dünyanın en tatlı sohbetleri su değirmenlerinde yaşanır. Değirmenlerde pişirilen sıcacık poaçalarda, bu sohbetlerin alevcisi.

      Garmav (sıcak su kaynağı) ziyarettir. Suyu içen şifa bulur. Garmav bir göze adıdır Kawnıx’da, Hemen yanı başında. Gözeyi yarpuzlar sarar. Garmav göz kadar güzeldir. O kadar güzeldir ki, Güneş’i bile içine alıp ışıtır, geceleri yıldızları içine toplar da birbirine dokundurtmaz.

      Kawnıx mezraların en güzeli..!

      Şimdi İstanbul’da yaşayan iş adamı Sn Kazım Başıbüyük, Kawnığ’da doğdu. Xıd’i Qalé’nin oğlu, Aşiret’in en güzel ve en Hatun kadını Zeynep’ten doğma. Kazım Bey’in annesi o kadar güzel, kibar ve beceriliydi ki, Xıd i Qale üç kez başlık ödeyerek ancak ona sahip olabildi.
      Coğrafyaların en güzeli, Kawnığ’da doğmak bir şanstı. Kazım Bey’in çocukluğu, işte bu mezrada doğal kaynaşılma geçti. Her ne aldıysa, Kawnığ’dan alarak hayata atıldı. Yaşamı boyunca Kawnığ’ın doğallığından aldıkları kendine yetecekti. Ancak Kawnığ’ın kendisine küs olduğunu yüzünden okudum. O küslüğün verdiği bir esriklik vardı Kazım Bey’in yüzünde.  Keşke Kawnığ’a sırt çevirmeseydi. 
       Bürosuna gittiğimde, karşımda çok şık ve ilerlemiş yaşına rağmen çok da yakışıklı bir beyefendi ile karşılaştım. Hemşeri canlısı tavırları çok belirgindi. Beni rahat ettirecek, tüm davranışlarını sergiledi. Sağ olsunlar.

       - Beyefendi, hoş geldiniz.

       -Çok teşekkür ederim. Asıl siz hoş geldiniz.

       -Ailenizi çok yakından tanırım. Aşiretimizin çok önemli bir ailesisiniz. Ve ailenizi içtenlikle severim. Sizin mezra ile benim köyüm arasında bir tepe vardır. Zavyé Gaze’de kuzu ve oğlak otlatırken, sizin mezra çocuklar ile aynı ortamda olurduk. Kuzu ve oğlaklarımız yayılırken biz çocuklar oyun oynardık. Oyunlarımız genellikle kavga ile biterdi. Ama biz kalabalıktık. Sizinkileri genellikle döverdik. Ama ertesi gün yine aynı saat ve yerde birleşir, oyunumuza devam eder ve eve dönüş yaklaştığında tekrar sizinkileri döverdik. 
       Kazım Bey dolu dolu bir kahkaha attıktan sonra:

     -Her şeye rağmen çok güzel günlerdi. Evet, aramızda bir tepe var. Sizin köylülerinizin çoğunu çocukluğumdan tanırdım. Çok da samimi ilişkilerimiz vardı. Evimiz Goçaryonlularla dolar taşardı. Biz giderdik. İçtenlik hâkim olandı.

     -Siz aşiretli misiniz?

     -Ben aşiret bilmem. Çünkü Kawınlıx’dan erken ayrıldım. O kültürden ne aldıysam çocukluğumun belli bir döneminde aldım. Sonra okul olayı başlayınca sürekli aşiretten uzak kaldım.

      -Eskilere gidecek olursak ve yeğeniniz Mehmet Ali Başıbüyük’ten de aldığım bilgilere göre, sizin aileniz, aşiretimizin yönetici kesimi olan  ‘’Hasi raş’’ (Karahasanlılar’)dan dan olduğunuz söylenir.

      -Doğrudur. Mehmet Ali Bu konularla ve diğer sosyal aktivitelerle çok haşır neşir. Bu açıdan da kendisini takdir ediyorum.

       -Aşiretimizin köylerini sayabilir misiniz?

       -Evet sayabilirim. Aklımdalar. Ancak,  beni çok etkileyen kom olayı var. Nisan ayında yaylaya çıkardık. Komlar vardı. Oralarda yaşardık. Çadır kurardık. Yağmurlu havalarda kıl çadır yaşamı benim belleğimden hiç silinmez. Annemiz, yağmurlu soğuk günlerde bize süt kaynatıp içirirdi. Ayrıca toğa (yayla çorbası) yapardı. Çok mükemmel bir çorba idi. Çorbaya bir demet anık (kekiğin bir türü) atardı. O anık da çorba ile kaynar ve pişerdi. Çorbayı çok güzel kılan belki de taptaze anıkın çorbaya kattığı lezetti. Bilirim, bazı mezraları ve köyleri anımsıyorum. 

       -Çok erken çıkmışsınız aşiretten.

       -Evet, okul nedeniyle çok erken çıktım. 

        -Siz kaç doğumlusunuz?

         - 1941 doğumluyum.

       -Çocukluğunuzu anlatır mısınız?

       -İlkokula normalde yedi yaşında başlamam gerekirken, seksiz yaşında başladım. Çünkü mezramızda okul yoktu.  Büyük köyde, yani Şotik’te ilkokul vardı. Aynı zamanda Bir halamda Şotik’te olduğundan onların evinde, kötü havalarda kalmam ve hava iyi ise eve gelmem gerekiyordu. Mesafe de az değil. O kadar kilometreyi yürüyebilmek için büyük olmak gerekiyordu. Zaten 1. Sınıfta halamda kaldım Ondan sonraki seneler eve gelmeye başladım.

        -Öğretmeninizi anımsıyor musunuz?

       -Evet.

       -Kimdi?

       Musa Bey. Allah rahmet eylesin.

      -Musa Bey’i bende anımsıyorum. Musi Aşure denilirdi. Yani anasının adı ile anılırdı. Bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Musa Bey, Akçadağ Öğretmen Okulu’nda okurken, Qınık’taki (yaşadığı mezra adı) sevgilisi bir kılam yakıyor. O kılamı beklide, bir tek ben anımsıyorum. İşte o kılam.

                   Siyar bu siyare çı çaxé / Bir atlı, atına bindi, ama ne zaman.
                   Paye mın la Akçadağ’é / Benim sevgilim Akçadağ’da
                   Tıfonga qa filinta bım  /  Filinta tüfek olsam
                   Azé runim la kucağé  /Kucağında tutsa beni

       -Ya..! Kazım Bey, Bakın Öğretmeninizi en iyi şekilde yad ettim.

       -Teşekkür ederim. Harikasınız.

        -Rica ederim.

        -Öğretmenimiz beş sınıf birden okutuyordu. Bütün sınıflar, aynı dersliği paylaşıyordu. Ve en acısı, eğitim öğretim Türkçe biz ise Kürt olduğumuzdan, Türkçe bilmiyorduk. İşte bu çok acı idi. Hiçbir şey öğrenemiyorduk. Çat-pat Türkçe bir şeyler öğrendik ve ikinci sınıfa geçtik ama, bir şey bilmiyorduk. Hiçbir şey öğrenememiştik. Arapkir’e gittiğimde (ikinci sınıftaydım) ,çok ezildim. Çünkü bir şey bilmiyordum ve arkadaşlarım bana göre her şeyi biliyorlardı. Üstelik ben Türkçeyi konuşamıyordum. Katmerli bir eziklik yaşadım.

         -Bir öğretmen olarak sizi çok iyi anlıyorum.

         -Beşinci sınıfı zar zor bitirdiğimde babamın içi rahat değildi.  Beni alıp Malatya’ya götürdü. Orada da rahat edemedim. Üçüncü sınıfı Cumhuriyet İlkokul’unda,  dördüncü sınıfı
Hidayet İlkokulu’nda, beşinci sınıfı da babam çiftlik almıştı Alişar’da, Alişar İlkokulunda okudum.

          -Buna rağmen İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesini bitirdiniz.

          -Evet. Sonuç olarak, köy hayatı en güzel yaşamım oldu. Bunca yaşadığım yılları hayal ediyorum da, Köy bambaşkaydı. Oradan koparıldık ve ham kaldık. Özlem dolu yaşadık. Gurbet bizi bet etti. Köyde yaşadığım hiçbir anım belleğimden ve yüreğimden silinmedi. Bu demektir ki, hep özlem ile anıp yaşamışım. Asla da silinmeyecek. Aşiretlim ve dostum Kasım Bayar Beyefendiye bir gün dedim, ‘’Ben köye gideceğim oraya yerleşeceğim. ‘’ Dedim.  ‘’Sakın gitme, hayallerin yıkılır.’’ Demişti. Hala dayanılmaz bir ihtiras var, içimde. Özellikle yaylaların.

         Kazım Bey’in gözleri buğulandı. Doğrusu, benim de!

         -Önümüzdeki yaz köye gidelim mi? Bakın, Baki Bakış Bey, söz verdi gidecek Turgut Alpar söz verdi. Seyfettin Polat Bey’i de siz ikna edersiniz. Yaylalarımızda üç gün yıldızlarla uyuruz.

         -Söz veriyorum. Gidelim de Baki ve Turgut Beyler kim? 

        - Aşiretimiz insanları, Baki Bey Bitlis-Kasrik, Turgut Bey de Mardin- Nusaybin’den.

               -Hayhay..! Ben varım..

              İşte o an coşup el çarpıyoruz. Tokalaşıp, kayıt karşısında sözleşiyoruz.

            -Ne dersiniz Mehmet Ali Bey? Hayallerim yıkılır mı?

           -Bence, gerçekle yüzleşin, Kemal Bey.  Amerika’da yaşayan bir edebiyatçı Ermeni’nin bundan otuz sene kadar önce, Atalarının yaşadığı, Bitlisin bir köyüne gidişini anımsadım, birden. Anne e babası öldürülen ve kendisi komşuları tarafından, bir bebekken kurtarılan biri idi. Bitlis’in köyüne kadar gidip Atalarının yaşamış olduğu evin harabeleri arasında, saatlerce oturmuştu. Sonrada uzanıp uyumuştu. Neler hissetti? Bilemem ama çok şey hissettiğini düşünüyorum. Sonuçta gerçekle yüzleşti.

            -Öyle bir olay bana da yabancı gelmedi, evet. Duygulandım. Bu bir röportajdan öteye, seviyeli bir sohbete dönüştü. Size çok teşekkür ederim.
 
           - Ben köyüme gidiyorum. Ama hayallerim yıkılmıyor. Gidince çok yüklü duygu yoğunluğu yaşıyorum. Atalarımın ruhları ile duygusal durumlar yaşıyorum. Ve enerji yenileyerek dönüyorum.  Yaşam, yaşanmalı. 

         Siz bir iş adamısınız. İşadamları bazen çok önemli kararlar verirler. İşadamlığınızın oluşmasında çocukluğunuzdan aldığınız ve asla unutamadığınız yaşamın kişiliğinize kattığı o enerjiden hiç yararlanabildiniz mi?

     -İnanın, çok zor anlarımda hep o çocukluk günlerimde depoladığım enerji, ya da bilinçaltından yararlanmaya çalıştım. Hani o ‘’Rüzgâr gibi geçti’’ filmindeki başrol oyuncusu her şeyini kaybedince çiftliğine dönmüştü ya, işte ben de kaybettiğim zamanlar yeni hamle hazırlığı için, hep hayalimdeki çocukluk çiftliğime dönerek kararlar verdim.

      -Sizinle sohbet çok harika!

      -Bu havayı siz bana verdiniz. Teşekkürler.

      -Dağları seviyor musunuz?

      -Çok…

      -Dağların nesini seviyorsunuz?

      -Asaletini, temizliğini ve duruşlarını seviyorum. Çardak, Kavak,  Bire Gışke yaylalarını çok severim. Bizim ağıllar (kom)  Qonyé Ter’i geçince hemen.  Sebebi dağlara yaslanmalarıdır. Dağlar güven verir.

       -Ovacık (Owacıx) yaylasını bilir misiniz.?

       -Çok iyi bilirim.

        -Sizin Ovacık’ta bir de tarlanız vardı..

         -Evet vardı.

          -Bizim köyün merasının tam ortasında sizin tarlanız ne arar ha ?

           -Nasıl yani?

           -Biz Goçaryon Köyü o tarlayı sizden geri aldık. (Gülüşmeler)

            -Benim oğlum, Amerika Birleşik Devletlerinden dönünce yaylalarımızı gezmeye gitmişti de  ‘’Baba yayla turizmi için çok uygun bir yer. Av alanı da olabilir ‘’ Demişlerdi.

            - Benim bir hayalim var. Ovacık bildiğiniz üzer, etrafı yüksek dağlarla çevrili, kendisi ufak tepelerden oluşan geniş bir çukur. Gelli Qıçık denen mevki ise çok daralmış bir kalyon. Biraz beton dökülse çok kolay bir baraj olur. Ovacığın çukuru su ile dolunca ufak tepeler ise adacıklara dönüşürler. Dünyanın hiçbir yerinde Böyle bir coğrafya bulunmaz. Her tepeye bir pansiyon koyduğunuzu düşünün.

            -Aklımı çeldin. Unutma aynı zamanda turizmciyim.

           -Keşke çelebilsem. 

           -Haklısınız. Dediklerinizi çok iyi anladım. Çünkü Ovacığ’ı çok iyi biliyorum.

           -Ovacığ, İsviçre’nin olsa ne olur?

           -Cennet olur. Dünya akın eder.

            -‘’Dağları severim’’ Demiştiniz. Çocukluğunuzdan kalıp sizi hep etkileyen bir dağ ya da bir tepe var mı?

            -Biré Gışke, Çardak ve Kavak yaylalarının yaslı olduğu dağlardır benim dağlarım. Ardıç kokulu dağlarım, hasretlerim!
             -Aşkın feodali var mı? Sorusuna Kazım Bey tekrar kahkaha ile karşılık verdikten sonra:

         -Aşk bir iletişimdir. İlişkilere göre yoğunlaşabilir. İlginç bir soru. Belki de feodal ilişkilerin aşkı farklıdır. Ama ben yaşamadım. Feodal aşkı ilk kez duydum.

          -Hiç çayda balık avladın mı?
      
          -Çay bizim yüzme ve oyun yerimizdi. Çok balık tutardık. O balıkların tadını başka da hiçbir yerde göremedim.

           -Garm av’ı bilir misiniz.?

           -Tabi ki bilirim. Garm av bilinmez mi? Suyu oniki ay sıcak akar. Mis gibi bir pınardır.
 
           -Ama gitmiyorsunuz. Ben her sene gidiyorum. Gittiğimde de soyunum suyun altına uzanıyorum. Ben sizden daha iyi yaşıyorum. Sizin paranız çok ama benim kadar yaşayamıyorsunuz. (Kazım Bey tekrar kahkahasını atıyor)

            -Evet, katılıyorum. Birçok şeyi kaybediyoruz. Haklısınız.

            -Hiç aşiret reisi tanıyor musunuz? 

           -Evet, Maho Ağa benim kirvemdi. Mehmet Mustafa Ağa zaten akrabamız. Kız kardeşim onlarda gelin ve onlarında kızı bizde gelin idi. Mehmet Mustafa Ağa çok centilmen bir ağa idi. Beraber arkadaştık.

          -Mehmet Mustafa Ağa herkesle çok iyi anlaşırdı. Çok iyi bir insandı. Benimle de sohbet ve muhabbeti vardı. Allah rahmet eylesin.
         -Çocukluğunuzda gördüğünüz komşuluk ilişkileri ile şimdiki komşuluk ilişkilerini karşılaştırabilir misiniz?

          -Komşular arasında güven vardı. Bu güven aslında huzurun kaynağı idi. Bir aile gibilerdi. Ama şimdi komşu komşuyu tanımıyor.

Komşuluk kalmadı. Annem o kadar verici idi ki. Bütün komşuların eksiklerini saptar , ona göre  eksikler giderirdi..Bütün komşular annemi el üstünde tutarlardı. Komşu evleri, evlerimiz gibi idi. Dilediğimiz eve gider oturur ve oyun oynardık. 

         -Garmav sizin mezranın içi sayılır, çok da ünlü bir çeşme. Sodalı, bu suyu hiç analiz edip, pazarlamayı düşündünüz mü?

          -Düşündüm. Ancak debisi yetersiz olur diye girişimde bulunmadım.

          -Peki, Qonyé Suzye Bırik dersinde akar durur. Ziyarettir. Bir tas içerseniz bir tas idrar boşaltırsınız. Fransız’ların elinde olsa damacısını 100 dolara satarlar. Ama bizde boşuna akar durur. Oysa Dünya nüfusu yaşlandıkça böbrek sorunu çok oluyor. Bu su ise böbrekler için harika bir ilaç.

           -Ben o çeşmeyi bilmiyorum. Ama anlattığınız çok ilginç. İnşallah baraj altında kalmadan kurtarılır ve insanlığın hizmetine sunulur.

           -Yeğeniniz Mehmet Ali Başıbüyük. Yani Malatya Aşiret derneğimiz başkanı. Projeci. İnşallah o bir şeyler yapar. 

           -Mehmet Ali çok sosyal bir insan, Ben Mehmet Ali’den çok umutluyum. Çok da seviyorum, Yaşı da müsait. Bence bir şeyler yapacak. Desteğim kendisinedir.

           -Mehmet Ali, Xıd’é Qalé, Dedesinin yerini ancak Mehmet Ali doldurur. Ben de O’na çok güveniyorum.

           -Aşiretimiz Tüm Türkiye çapında, Malatya ‘da toplandı. Sonra da Ağrı’da toplandı. .Önümüzdeki yaz ise Pazarcık’ta toplanacağız. Gayemiz uluslar arası seyyar bir uluslar arası festivale dönüştürmek istiyoruz. Ne dersiniz?

           -Çok olumlu buluyorum. Ne denir ki bu toplumsal birlikteliğe. Harika bir girişim.
Ben şahsen desteklerim.

           -Önümüzdeki yaz Pazarcık’a gidecek misiniz?

         -Gideriz tabi. Bu güzelliğe katılmak bir ayrıcalıktır.

         - O zaman kesin gideceğinizi, röportaja yazıyorum.

        -Yazın. Ben giderim. Seve seve giderim hem de.

        -İş âlemine nasıl girdiniz? 

        -Babamın 35 000 tl’si ve benim bir bikrimim ile bir matbaada iş âlemine girdim. Genellikle başarılı oldum. Zaman içerisinde yirmibeş kadar akrabamı, özellikle yeğenlerimi iş alemi ile tanıştırdım. Hepside başarılı oldular. Hepsi de şimdi büyük iş sahibiler. Onların bana, benim de onlara büyük yararlarım oldu. Çok çeşitli işler yaptım. Bir ara sekiz tane şirketim oldu.

       - Zengin misiniz.?

       -Geçinecek kadar bir ekmeğimiz var. Şükür.

       - Kaç öğrenciye burs veriyorsunuz?

       -Her sene kesintisiz on öğrenciye burs veririm.  Okul yaptırdık. Okulun açılışında sıralara çocuklarla oturmak, beni çok duygulandırdı. Şu bilinçteyim. Para kazanılmalı, ama amaç için kullanılmalı.

       -Kaç çocuğunuz var?

       -İki erkek çocuğum var. Her ikisi de Amerika’da okudular. Biri hala Amerika ‘da diğeri ise burada işlerimizi takip ediyor.

       -Eşiniz nereli?

       -Eşim Makedon asıllı. Ben askerde Bir paşanın yanında idim. Teskere aldıktan sonra benimle diyalogu devam etti. Sürekli hediyeler gönderdi. Bir gün babam dedi ki, ‘’Oğlum bu paşa sana sürekli hediyeler gönderiyor. Paşanın kızı var mı?’’ Ben de ‘’Evet ‘’ Dedim. ‘’Öyle ise hadi Allahın emri ile isteyelim ‘’ Dedi. Gittik ve istedik. Bugüne geldik. Çok da mutluyuz.

        -Röportajdan sonra, Sn. Kazım Başı büyük Bey’in balkonuna çıkıyoruz. Benim sigara içmeme serzenişte bulunuyor. Sirkeci o yükseltide ayaklarımızın dibinde kalıyor. İnsan kalabalığını izliyorum. Karıncalar ne kadar düzenli, eğitimli, planlı ve prensipli. İnsanoğlu ne zaman karıncaların kazanımlarına sahip olabilecek. Bilemiyorum ama daha çok var sanırım. İnsanlar, derbeder ve dağınık devinimlerle bir şeylerin peşindeler. Bir taraftan kazandıklarını Sanarken diğer taraftan kat kat fazlasının kaybettiklerinin farkında bile değiller. Sevgiyi, saygıyı, duyguyu, bir başka deyişle hayatı bir kenara atmışlar. Çırpınıp duruyorlar. Neye mi çırpınıyorlar. SADECE DESİNLERE ÇIRPINIYORLAR. DESİNLERE OYNUYORLAR.  BU BASİT İLİŞKİ UYKUSUNDAN BİR UYANABİLSELER!     Kavnıx’ın Çay’ı güneşi içine almış kıvrılarak akıyordur.
 
RÖPORTAJ: Mehmet Ali Çabuk

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56