Kuruluşundan beri her yıl 17 Nisan’da olduğu gibi bu yıl da benim gibi Köy Enstitüleri uygulamalarından arta kalan, doksanına merdiven dayamış ya da dayamak üzere olan Enstitülüler, çevrelerimizde bir araya gelip, yaşantılarımızdan bizde ve bizim dışımızda kalanlarının çetelesini çıkarmaya çalışacağız.
Ali DÜNDAR Eğitimci/Yazar
Bilindiği gibi Köy Enstitüleri; felsefesel temeli 1921’de, Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli günlerinde toplanan “Ankara Öğretmenler Kurultayı”nda atılmış; kuruluş yasası Cumhuriyet hükümetince hazırlanıp sunulmuş; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce onaylanıp yürürlüğe konulmuş bir devlet tasarcasıydı.(1) Çağdaş eğitimbilim algılarının ışığında: Yüzyıllarca karanlıkta kalmış beyinleri ışıtıp bilgiye/bilime tıkanmış insanlık damarlarını bilgiye ve yaşama açmasını başaracak öğretmen ve köye gerekli meslek insanlarını yetiştirmeye yükümlendirilmişti Köy Enstitüleri.
Uygulama en kısa zamanda varlığını kanıtlamış, ikinci üçüncü yıllarından itibaren, içeriden ve dışarıdan alkış almaya başlamıştı bile. İlk alkış bir Amerikalıdan gelmişti. 1940 başkanlık seçimini kazanamayarak dünya turuna çıkan başkan adayı Wendell Wilkie, Türkiye’de özellikle toplum yaşayışını/eğitimleşmeyi görmek istemiş; çok beğendiğini ve hayran olduğunu söylediği Köy Enstitüleri uygulamaları hakkında görüşünü: “...Bir Köy Enstitüsü görmek için gittiğim köyde enstitü öğretmen ve öğrencileri, demiri ve çimentoyu kullanarak akıttıkları suyun çevresinde köyün kuruluşuna yardım ediyorlardı. Türk sanayisinin kısa bir zaman içinde örneklerini Köy Enstitülerinde gördüm, ilerisi için göz alıcıydı. O zaman anladım ki sanayi devrimi ne tek bir ulusun, ne tek bir ırkındır. Öğretmenleriyle birlikte kendi okullarını yapan öğrencileri gördüm. Çocukların çevrelerinden getirdikleri şarkıları okuyuşlarını, milli marşlarını dinledim. Gördüm ki Türkler eski Şark’ın peçesini, kelimenin asli ve mecazi anlamıyla yırtmış bulunuyor...” diye yazdı görüşlerini “Tek Bir Dünya” adlı gezi notlarında.
Tonguç Baba ve arkadaşları
1940’lı yıllarda yedi Köy Enstitüsünü gezip gören F. R. Atay, “Bir işi âşıkları bilir. Eğer zorlarsanız halk, katı topraktan daha sert, eğer gönül yolunu bulursanız size gönlünü engin denizler gibi açar. Şimdi biz ikinci göbekte her şey olabileni, ilk göbekte bu asrın köylüsü olmaya çalışıyoruz. Köy Enstitülerini bunun için açtık. Oralarda eğitim alan çocuklarımız, kendi yuvalarını yapan kuşlar gibi taşı, çimentoyu demirle buluşturup kendi barınaklarını, kendi okullarını kendileri yapıyor; kendi sularını kendileri akıtıyor, elektriklerini kendileri üretiyorlar. Onları görünce anlıyorsunuz ki Tonguç Baba ve arkadaşları alınlarının teriyle, geleceğin bol yemiş verecek soylu bir ağacını suluyorlar...” yargısıyla özetledi gezip gördüklerini (F. R. Atay, Pazar Konuşmaları, s. 34-35). Işıklar içinde olsun Nadir Nadi daha sonra sık sık övgüyle sözünü ettiği Köy Enstitüleri için ilk yazısında: “Ben Köy Enstitülerinde yetişmedim. Bu kurumların yararını dışarıdan yaptığım incelemeler sonunda anladım. Saffet Arıkan, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç gibi halk eğitimi davasına ömür harcayan kişilerle uzun konuşmalarım oldu. Enstitülerden birkaçını gezdim, gördüm. Yabancı eğitim uzmanlarının bu konudaki raporlarını okudum, görüşlerini aldım. Köy Enstitüleri sisteminin ülkemiz gerçeklerine çok uygun olduğu sonucuna vardım...” diye yazdı, Köy Enstitüleri uygulamalarıyla ilgili görüşlerini 4 Ağustos 1955 günlemli Cumhuriyet’te.
Köy Enstitülerini bir kez övüp bin kez kapılarına kara kilit vurulmasına işçilikte ter dökenler de oldu. İşte bir örnek: 1950 seçimlerinden 6 ay önce benim de öğretmenlik stajı yaptığım Samsun/Ladik Köy Enstitüsü’nü ziyaret eden Samsun Bayındırlık Müdürü Mühendis Tevfik İleri, hayranlığını esirgemeden, enstitüden ayrıldıktan sonra Samsun Halkevi’nin çıkardığı 19 Mayıs dergisine şunları yazmıştı: “...Tesadüfen görmemiş olanların katiyen bilmelerine, tasavvur etmelerine imkân olmayacak şekilde yepyeni bir gençliğin, yepyeni bir neslin bu Köy Enstitülerinde yaratılmakta olduğunu zevk alarak, gurur duyarak gördük. Bugün dileğimiz, Türkiye için çok faydalı olan Köy Enstitüleri davasının muvaffak olması, gerçekleşmesidir. Bu güzel, bu hayat dolu, istikbalimiz için çok ümit verici enstitüden ayrılırken şöyle düşündüm: Şehirlerin kasvetli, insanı karamsarlaştırıcı havasından bunalanlar buraya uğramalıdırlar. Burası hasta dimağ ve ruhlar için bir şifa kaynağı olacaktır...” diye Köy Enstitülerine övgüler yağdıran T. İleri, 1950 seçimlerinde seçilip milletvekili, peşinden Milli Eğitim Bakanı olunca ilk kazmasını Köy Enstitülerine, bu kurumları kurup yaşatan eğitimcilere vurdu. Başta Tonguç olmak üzere, ondan çok eğitimciyi görevlerinden aldı; özellikle Tonguç ve iş arkadaşlarını “vatana ihanet”le suçladı.
Toplumsal eğitimbilim öngörüleri bağlamında, nesnel gerçekliği eylemsel ve anlaksal bağlamda kavramlaştırmaya odaklanan Köy Enstitülerini Batı eğitim ansiklopedileri: “Türkiye’nin uygar uluslar arasında yetkin bir üye olarak, canlı özgür/bağımsız ve laik bir cumhuriyet olarak gelişmesine...” altyapı hazırlayan kurumlar diye sayfalarına geçtiler. Kısa sürede “üreterek öğrenme” algısını olağanlaştıran Köy Enstitüleri uygulamalarıyla bir yandan toprağın, suyun niteliğinden, niceliğinden habersiz köylü toplumu uyandırılmaya çalışılırken, bir yandan da gelişmenin ve toplumsallaşmanın en korkunç engeli olan feodalizmin kendi içinde çökertilmesi amaçlanıyordu. Ne var ki tek kitaplı, tek boyutlu medrese mantığı hızlı derneşti, henüz gelişme ve kurumlaşma aşamasına gelememiş olan çok kitaplı, çok boyutlu enstitü algısının yollarını kesti.
Oysa, Orta Asya içlerinden varlığını yüklenip “Bir kısrak başı gibi Batı’ya uzanan” Türk geçmişine insancıl tarih penceresinden bakan, ışıklar içinde olsun, değerli öğretmenim Ord. Prof. Dr. E. Ziya Karal’ın “Tarih boyunca Türklerin dünya uygarlığına yaptığı tek özgün katkı Köy Enstitüleri uygulamalarıdır...” saptamasını nasıl da yürekten alkışlamıştık!..(2)
Cumhuriyet