AFET BEREKETİ!
İktidara yaslananlar afetten yağ çıkarmakta pek hünerli. İhalesiz rant dağıtma çarkları şakır şakır dönüyor. Enkaz mı kaldırılacak, hazır yemek mi dağıtılacak, onarım mı yapılacak, ihalesiz ver yandaşa. Afet bereketi denen böyle bir şey...Van insansızlaşıyor, ıssızlaşıyor, yoksullaşıyor
Işık KANSU-Cumhuriyet
Göl kıyısındaki o kenti de kendimize benzetmişiz. Çatlamadık, patlamadık, yıkılmadık yeri kalmamış. Bir ev, bir apartman gösterseler, “İşte bu ayakta kalmıştır, yapanlar başım, gözüm üstünedir” deseler, dişimizi kıracağız. Hani nerede... Ara ki bulasın.
Valiliğin önünden geçiyoruz. Kadınlar ayrı kuyrukta, erkekler ayrı kuyrukta. Yoksullukta birler ama törede ayrı gayrı olmak şart! Kuyruk yılan gibi uzamış gidiyor. İnsanlar, topu topu 50 liralık yardım için sabahın köründen beri bekleşiyor.
Necati’nin fotoğraf makinesini görünce, her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Özellikle de kadınlardan: Muhsine, “Ev” diye yalvarıyor. Hediye, “Yardım gelmiş diyorlar. Bize uğramadı hiç” diye inliyor. Artü, “Çare” diye ünlüyor. Vahide, “Kocam özürlü. Üç çocuk ortada. Çadır yok” diye ağlıyor.
Kadınları yarıp gelen Bedevi’nin ise gözleri çakmak çakmak: “İmkânı olanlar Van’dan ayrıldı. Biz gidemedik, gidemedik.”
Birincisi, ikincisi derken deprem 300 bine yakın insanı göç ettirmiş. Van’da garibanlar kalmış yalnızca. Bir de memurlar. Onların derdi başlarından aşkın:
- Başbakan ‘Van’dan hiçbir memur ayrılmayacak’ dedi.
Ayrılmadık. Evimiz hasarlı, çadırımız yok, geceleri, onun bunun çadırına sığınıyoruz. Arabada kalıyoruz. Okulların sıraları üzerinde uyuyoruz. Perişanız.
Ayrılmadık. Evimiz hasarlı, çadırımız yok, geceleri, onun bunun çadırına sığınıyoruz. Arabada kalıyoruz. Okulların sıraları üzerinde uyuyoruz. Perişanız.
- Halk bizden yardım istiyor, biz ki yardıma muhtacız!
Anneler, çocuklar başka kentlere gönderilmiş. Babalar kalmış geride. Ayrılık, hasret, korku, soğuk, yorgunluk derken evler gibi çökmüş ruhlar.
Babalar niye gitmemiş ki?
‘Ciğerlerimiz donuyor’
Evleri bekliyorlar. Ha yıkıldı ha yıkılacak evleri... İçeride eşya bekler, dışarıda binlerce hırsız kol gezer. Geceleri, elde kurusıkılar, av tüfekleri erkekler uykusuz, evlerinin çevresinde dolaşıyor. Bir karaltı, bir kıpırtı gördüler mi havaya sıkıyorlar. Dan, dun, pam, ciuuvvv! Geceler, Teksas sanki.
Geceler, Sibirya sanki. Eksi 10 olsa, öp de başına koy. Çadırlarda odun sobası, katalitik ya da elektrik sobası yetmiyor, yine de aç çakal gibi ısırıyor soğuk. Çocuklar, öksürük aksırık sabahı zor ediyor. Battaniye yetmiyormuş, bulduğu halıyı bile seren var üstüne.
Mimar Sinan kalksa mezarından, adını verdikleri çadır kenti görse, utancından yine girerdi toprağa. Ortalık çamur içinde. Bereket kış ayındayız. Yaz olsa tifo, kolera ile saklambaç oynayacak çocuklar. 488 çadırda 5 bin kişi yaşıyor. “Çadır verin, girelim içeri” diyen Vanlılara izin yok. Gerekçe hep aynı: ‘Kapasitemiz doldu.’
Görevlilerin haklı yanları yok mu? Var hiç kuşkusuz. Tuvalet, duş, su yetmiyor. Trafo kaldırmıyor. Çadır kentte yaşayanların orada olmaları bir şans, çadır bulmaları bir şans. Yine de soluk yüzlerle yakınıyorlar: ‘Ciğerlerimiz donuyor. Bize ev lazım.’
Mescit açmışlar çadır kentte, beş vakit ezan okunuyor. Okullar ise kapalı. Üniversite de kapalı.
Cumhuriyet