Medeniyetin Kenar Yeri: Köy
Rüstem BUDAK
Giriş
İnsan ilk inşa ettiği evden- köye- mahalleye- şehre- metropollere uzanan bir mekânlarda yaşar. Her mekânda kültür- siyaset- ekonomi- askeri alanında kendine özgü yaşam imkânları var etmeye çalışmıştır. Köy evden sonraki oluşturduğu ilk mekân birlikteliğinin oluştuğu yerlerdir. Köy tarihsel süreç içerisinde kendine özgü ortam ve imkânları ile yaşamaya devam etmektedir. Türkiye’de köy realitesi en az tartışıla gelen unsurlardan biridir. Ekonomik refah düzeyi dışında üzerinde konuşulduğu söylenemez.
Köylerin tanımsal olarak genel olarak şu çerçevede yapılabilir:“Köy, iktisadi faaliyetleri ağırlıklı olarak tarım, hayvancılık ve el sanatları olan; mekanik iş bölümü, cemaat ruhu ve gelenekçi bir hayat anlayışının egemen olduğu; aile içinde geleneksel ilişkiler yaygın olan; nüfusu en fazla binlerle ifade edilebilen, coğrafi bir sınırı, kendine ait bir adı ve kendine özgü bir toplumsal örgütlenmesi bulunan; toplumsal değişme sürecinin göreli olarak yavaş işlediği; kırsal bir mekanda varlığını sürdüren sosyal ve fiziki çevrelerin oluşturduğu, bütün bu yönleriyle de kentlerden farklılık gösteren toplumsal yerleşmelerdir”. Köylü ise, köy olarak tanımlanan fiziki ve sosyal mekan içinde yaşayan ve ağırlıklı olarak tarım, hayvancılık, el sanatları gibi uğraşlarla varlıklarını sürdüren kişi ya da kişilerdir” (Arslan, D. A. (1992), Kalkınma Dönemecinde Kavaközü)
Köyün Hallerine Dair
Köylerde nüfus yoğunluğu giderek azalmaktadır. 1970’ler ile birlikte önemli nüfus yoğunluğuna sahip olan köyler çok hızlı bir şekilde nüfus boşalması yaşamıştır. Ekonomik olarak üretilen ürünlerin değer kaybetmesi, köylerden kamu personeli olarak atananların yeni yaşam koşullarını köydekilerle paylaşması, sanayileşmenin getirdiği iş taleplerinin olması, yurt dışı (Almanya, Fransa, vb.) ülkelere yaşanan göçler, yeni refah düzeylerinin köylüler tarafından arzu edilmesi, yaşam koşullarının istenen düzeyde geliştirilememesi, nüfus artışının olması, terör gibi nedenlerle yaşan köy boşaltmaların yaşanması gibi sebeplerden ötürü nüfus azalmıştır. Özellikle Doğu, Karadeniz, İç Anadolu ve Akdeniz’in bazı bölgelerinde köylerde bazı yaşlılardan ibaret olan insanlar kalmıştır. Birçok mezra ve köy kış mevsiminde tamamen boşalmaktadır. Anadolu taşrası şehirlere doluşmaktadır. İlçe ve kasabalar dahil birçok yer tabeladan ibaret kalmış, bir çok köy tamamen terk edilmiştir.
Köyün temel ekonomik döngüsü tarım ve hayvancılıktır. Tarım arazilerinin paylaşılması ile küçülmesi, ürünlerin pazar değeri olarak istenen değeri bulamaması, ürünü alan özel kurumların ticari olarak çok az bir değer katarak köylülerin ürünlerini almaları, köylülerin tüccara mahkum halde alternatif bir pazarlama süreci ortaya çıkaramaması, devletin ekonomik döngüye katkı sağlayacak politikalar üretmek geç kalması tarımsal üretimi çok ve değersiz bir konuma getirmiştir. Hayvancılık olarak yapılan işlerin külfetli, hayvancılığı koruyacak tedbirlerin alınmaması köy yaşamının temeli olan bu unsurların köylü tarafından terk edilmesine neden olmuştur.
Köy ekonomisi Türkiye’deki sanayileşme merkezli gelişim isteğinden dolayı bu sürece olumlu katkılar sağlayacak adımların atılmasını geciktirmiştir. Köylerin gelişmesi ve eksiklerin giderilmesi noktasında eksikler yerinde tesbit edilip ve zamanında açılımlar sağlanamamıştır. Köyün sahibi olmamıştır. Cumhuriyet dönemindeki bazı atılım ve göstermelik yatırımlar dışında köy ekonomisini geliştirecek ve köylülerin yaşamsal imkânlarına katkıda bulunacak seviyede seyretmemiştir. 1940’larda eğitim noktasından hareketle geniş bir kalkınma perspektifi ile kurulan Köy Enstitüleri, 1970’lerde Bülent Ecevit’in köykent projeleri gibi düşünceleri sadece sözde kalmıştır. Çünkü köylerin eksiklerini dile getirecek politikacılar mecliste yeterince sorunlarla ilgilenememiştir. Özellikte doğu ve güneydoğudaki milletvekilleri ağa ve aşiret döngüsünden kendilerini kurtaracak fikirler ve pratikler üretememiştir.
Köy insanı din ve inanışını gelenekler üzerine bina etmiştir. Kitabi bir zeminden yoksundur. Halkın inanışı; örfünden, adetlerden ve inanç temelini teşkil eden argümanlardan oluşur. Menkıbevi bir tarz hâkimdir. Cami kültürü çoğu kez Cuma, Cenaze ve Bayram namazlarını temel alır. Ahlaki öğretilerin eksen aldığı bir söylem üzerinden şekil alır. İtikadi sorunlar gündeme gelmez. Dini öğretilerde farklı bakış açılarına müsamaha göstermez.
Siyasal sorunları uzaktan seyreder. Seçimler vesilesiyle dahil olduğu süreçte tercihlerini sık sık değiştirmez. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren siyasal tercihlerini belirledikten sonra bunları devam ettirmiştir. Bu ailelerden devam eden halka şeklinde diğer kuşaklara tevarüs eder. İlk dönemlerde CHP ve Adalet Partisi arasında yapılan tercihler daha sonra bu partilerin darbelerle değişen tabelalarına ve isimlerine rağmen tercih etmeye devam etmişlerdir. Bu sürece sonradan dahil olan MSP önemli oranda tercihleri yöneltti ancak MHP aynı oranda bir etkiyi yaratamadı. Köyün şehre okumaya giden çocukları buralarda etkilendikleri ideolojik tercihleri köylerine öğretmeye başladılar. Büyük çoğunluğu çevrelerinde etkili oldu. İdeolojik tercihlere samimiyetle sarılan köyün gençlerinin bazıları bu serüvenin şiddete varan sarmalında kendilerini buldular.
Varlığın maddesel temellerinden olan hava, su, ateş ve toprak unsurlarının insan ile bütünleştiği yer köyler olmuştur. Şehirlerin her türlü yabanlaştırıcı etkisine karşı bu unsurlar köyde insan ile bütünleşmiştir. Köyde her şey doğanın gösterdiği etkilerle şekillenir. İnsanlar kendilerini doğanın varlık bütünlüğünde kendini bulur. Yaşam ve üretimleri tabiatın sunduğu imkânlarla sınırlanır. Teknoloji doğanın sınırlarını zorlasa da bazı müdahaleler ve kolaylaştırmalar dışında bir etkisi olmamaktadır. Varlığın bu maddi temelleri sadece üretim şekillerine değil insanın ruh ve psikolojik yapılarına da tesir etmektedir. İnsan psikolojisi; derinliğini tecrübelerden, bireysel ilişkilerinden, hırslarından alır. Sade ve mütevazıdir. Birbirine şiddet temelinde ilişki geliştirir. Saf ve masumiyetini korumaya çalışır. Bazen kendisinden beklenmedik düşüşler yaşanır. Son yıllarda televizyonların gösterdiği yaşam ile kendi pratiği arasındaki uçurumları hiç kapatamayacağını bile bile sanal bir beklenti içerisinde yaşamaya devam eder.
Anadolu’nun içlerine doğru yol aldıkça gittikçe yalnızlaşan topraklar bizi bulur. Uçsuz bucaksız topraklarda hiçbir canlı ve ses emaresi görünmez. Geniş topraklar ve köyler ıssızlaşır. Bu ıssızlık ve sessizlik hayra alamet bir görünüm arz etmemektedir. Bazı şehirlere yığılan insanların toplama merkezlerine dönüşmüştür. Şimdi geri dönüş sadece bir hatıra tazelemesinden öteye geçmeyen ziyaretlerle sınırlanmıştır. Veya bazı maddi durumu iyi olan insanların köylerine yaptıkları yazlık evlerden öteye bir ilişki gözlenememektedir.
Köyde yaşamak ve köylü olmak sınıfsal anlamda hor görülen, farklı değerlendirilen ve önemsiz addedilen kesim olarak görülmektedir. Köylü yaşamı medeniyetsel düzlemde bir anlam teşkil etmez. Cemil Meriç, köylerin medeniyetlerin kenarında kalmış mekânlar olarak tariflendirir. Köyde olmak medeniyetsel düzlemde değerleri taşıyan ve katkıda bulunan bir insan topluluğu olarak görülmez. Köylüler bir yaşam biçimi ve değeri üretmeyen, kültür düzeyi düşük olan, sadece tüketimin bir öğesi olan unsur olarak görülüler. Birçok aydın ve yazar köy yaşamı ve insanına ilişkin tasavvurlara yerleştirilen düşünceleri savunmuşlardır. Roman, hikâye başta olmak üzere birçok yazın türünde köy yaşamı ve insanı ya oryantalist bir bakış açısı, ya aydınlanma düşününü taşıyan bir öğretmen, ya da aşiret- ağa yönetimindeki geri bir toplum algısı ile ifadelendirir. Sinema gibi görsel alanlarda köylüler geri kalmış bir kesim olarak medeniyet değerlerinin taşınması gereken öğe olmaktan ileriye geçmez.
Köy hayatı ve insanı aşağılanırken, şehir hayatı yüceltilir. Köy ve şehir gerilimi her daim yaşanır. Birbirini tamamlayan unsurlar olarak değil çatışan galip- mağlup zemininden beslenen unsurlar olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama baştan itibaren algıları zehirleyen ve besleyen unsur olagelmiştir. Yanlış tanımlamalar, gerçeklikten yoksun teori ve pratikleri beslemiştir. Köyün aslı ve hüviyeti yerli yerinde, kendi gerçekliğinde anlaşılmaya çalışılmamıştır. Git gide yalnızlaşan, terk edilen köy artık kendi kaderiyle baş başadır. Türkiye’de aşırı uçlarda seyreden yorum ve algılar köy hayatına ilişkin zeminde de kendine yer bulmuştur.
Köyde yaşayan insanların düşünsel ve sosyal açıdan ilişkileri şehir yaşamından çok farklı seyretmektedir. Köy ilişkileri en temelde akraba- aşiret üzerine kurulmuştur. Köy kuruluşunda aynı aileden insanların köye yeni evler yapması ile bileşke oluşmuştur. Güç olarak ekonomik ve özellikle sayısal çoğunluk faktörleri önemlidir. Köydeki bireyin var oluş çabası güç sahibi olmaktan ve güce dayanmaktan geçer. Geleneklerle temellendirilmiş, geçmişin unutulmadığı bir zaman dilimini kapsar. Köyde zaman eskimez. Yaşananlar canlı hafıza olarak taşınır. Üzerinde her seferinde yeni tanımlamalar, tahliller yapılmaya devam eder. Sürekli yenilenen, tamamlanan bir süreçte yaşanmaya devam eder. Eski- geçmiş yaşamın bütünlüğüne o kadar sızmış ve sinmiştir ki bunu ayırmak ve koparmak mümkün değildir.
Sonuç:
Zihinlerden kurulan kumpasları aşmadan köyü anlamak ve gerçekliğini yorumlamak çok zordur. Köyden çıkanlarında bu ait oldukları alana dair inkârcı, görmezden gelinen tavırları bu süreci beslemektedir. Kendi veya aile olarak köye ait olanlar bu sosyal gerçeklik hakkında önermeler bulunmaktan ısrarla kaçınmaktadırlar. Bu aidiyeti küçümseyici bir durum olarak gördüklerinden bu süreç tanıtılamamakta, anlaşılmasına katkıda bulunulamamaktadır. Köy insani yaşam realitesinin bir parçasıdır. Hayat bu gerçekliğin olmasını zorunlu kılmaktadır. Ne kadar uzaklaştırılmaya, gözden düşürülmeye, unutturulmaya çalışılırsa çalışılsın köy bireysel, ekonomik ve siyasal olarak yüzleşilmek zorunda kalınan realitedir. Köyün varoluş düzlemini doğru bir şekilde ve olduğu gibi okunmalıdır. Bu okuma öncelikle siyaset ve aydın kesiminin yapması gerekir. Köyü anlamada aydın ve siyaset çevrelerinde hâkim olan Anadolu Oryantalizmini aşarak geliştirilemeyen düşüncelerin hiçbir katkısı olmayacaktır. Metropollerde duvarların belirlediği çerçeveyi aşarak coğrafyaya tanışıklık sağlayamayan insanların tesbit ve tahlillerinin pratiğe hizmet etmesi beklenemez.