Hani,bir söz var ya : "Doğdukları yerde doymayanlar" diye...
Ne zamanki insanlar, doğdukları yerde doymamaya ve bunun sonucu olarak da gülmemeye başlamış, işte o zaman gurbet düşüncesi zihinlerde yer etmiştir. Elbette ki, gurbete ve daha çokta köylerden, kasabalardan kentlere göç etmenin, ekonomik nedenler dışında da birçok nedeni vardır! Özellikle sanayileşme ve bunun sonucu oluşan kentleşme,maddi olanakları kısıtlı insanları sıladan, gurbete savurmuştur. Insanların çoğu, belli maddi olanaklara Kavuştuktan, düze çıktıktan sonra, zorunlu olarak terk ettiği sılaya, memleketine dönme düşüncesindedir(!) Bu açıdan gurbette sılayı yaşar ve büyük bir özlem duygusu içinde,memlekete döneceği için gün sayar(!)
Isterseniz, kentte, gurbet ellerde yaşayan bir insanın, yaşadığı olımsuz olaylar üzerinden, memleketi hayal etmesi ve hayal kırıklığı yaşamasını birkaç örnek ile açıklayalım!
Bir fırın önünden geçerken, taze ekmek kokusunu aldığında,memleketinde yapılan mayalı-ekşili ekmek yada yufka hatta tezek ve odun karışımı ateşte yapılan kömbe aklına düşer. Nasıl düşmesin ki?
Büyük tepsi içinde kömbe, üçlü sacayağı üzerine konulur, üzeri ekmek yapımında kullanılan büyük bir sac ile örtülür ve altı-üstü odun - tezek ateşi ile beslenir ve sonra mis gibi kokusu,lezzeti ile kömbe hazırdır.
Bunun hayali ile memleketine geldiğinde, bakarki ne mayalı-ekşili ekmek, ne yufka ne de kömbe yapan kalmıştır. Tıpkı kentte olduğu gibi, herkes olmasa bile çoğu,ekmeğini fırından satın almaktadır.
Kentin sokağında yürürken,semtinden bir tanıdık kendisini görmezlikten gelerek selamlaşmamıştır. Bu davranışa içerleyerek, içinden kendi kendine: "Ah ulan ah, gelde memleketimin o güzel insanlarını arama" der.
Memlekete gider, konu-komşu, eş-dost, hısım-akraba ile hasbihal etmek,eski güzel günleri yad etmek ister ama sadece istemekle kalır.Çünkü, gurbete giderken geride bıraktığı insanlarda o eski samimiyet ve insan sıcaklığı kalmamıştır. Hoşgeldin demelerinde bile bir sıcaklık ve samimi davranış,yaklaşım yoktur!
Anlar ki, herşey eskide kalmış yada eskiden de böyleymiş de kendisi yanılmış.
Kentte, yıllardır aynı semtte hatta aynı evde oturmasına rağmen, komşular ve çevre ile bir türlü içli-dışlı,samimi bir ilişki kurmak için var gücüyle uğraştığı halde bunu başaramamış olmanın verdiği eziklik ile: "Bizim memlekette insan insanın kadrini, kıymetini bilir" diye içinden, kendi kendine konuşmuşluğu çok olmuştur.
Memleketine gelmiştir ve sanırki, eskiden olduğu gibi, hemen hemen bütün komşular hatta komşu olmayan tanıdıkların bir kısmı bile, hoşgeldin demek için yanına gelecekler ve gelmişi, geçmişi yad ederek hararetli bir sohbet edecekler.
Tabiki yanılır ve sadece kendisini çarşıda, sokakta tesadüf olarak görenler, samimi olmayan bir tarzda ve burnunun ucunda "hoşgeldin" der...
Kısa sohbetin içeriği ise "ne zaman geldin,epey kalacak mısın?"
Dersin ki, her gün seni arayıp soracak...
İşin daha da komik yanı ise, bu soruları soran samimiyetsiz şahıslar,birkaç hafta sonra seni tesadüfen gördüğünde "daha burada mısın?" diyorlar.
Diyeceksin ki, "sana ne be! Senin gibi hemşehrinin..."
Birde görmezden gelenler ve senin onu görmediğini düşünen garip insanlar var.
Hani, denilir ya : "Benden uzak olda, kime yakın olursan ol" diye...İşte bu tip insanlar.
Insanlar,kentin kalabalığı içinde, çevresinde tanıdık-bildik insanlar olmadığında bir yalnızlık hissi yaşarlar. Ve çoğu insan içinden şunu diyebilir:"Tanıdık-bildik insanlar gibi varmı?İnsan,arkadaş ve dost çevresiyle mutlu olur!"
Memlekete gelmiştir ve ikinci gün çarşıya,pazara, kahvehaneye giderek tanıdıklarla buluşmak, görüşmek ve hoşça zaman geçirmek düşüncesindedir. Bir iki yakın ve samimi insan dışında kimse ile biraraya gelemez.Çoğunun her nedense işi vardır ve gitmesi gerekir(!) Ve o insan kalabalığı içinde zihnini şu düşünce kaplar: "Kentte, kalabalıklar içinde yalnızlık duygusu zor ama memlekette, tanıdık-bildik insanlar içinde ise, yalnızlık duygusu daha da katmerli".
Halk arasında bir söz var : "Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur" diye.Bir insan ne kadar memleketlin,hemşehrinde olsa, sürekli birarada değilsen,sevinçleri ve acıları ortaklaşa paylaşmıyorsan,birkac unsurun dışında ortak paydada birleşmiyor ve düşünce, fikir, yaşama bakış açısı örtüşmüyorsa, bir hemşehri yabancı bir insana dönüşür.Hemşehrin mi, hemşehrin.Başkada bir anlamı yok!
Yukarıdaki serzenişlerden yola çıkarak, sosyolojik bir değerlendirme yapalım isterseniz
İlkçağ filozofu Herakleitos'un dediği gibi : "Değişmeyen tek şey değişimdir".
Yaşam, diyalektik bir süreç ve akıştır. Insanlar,toplumlar hatta doğa zaman içinde olumlu yada olumsuz yönde değişir. Değişme, kaçınılmaz bir sonuçtur. Her sonuç nasılki belli nedenlerden kaynaklanıyorsa, değişiminde oluşturucu birçok nedeni vardır!
Insan ilişkilerinde ortaya çıkan en berbat değişim ise, yozlaşma şeklinde oluşan olumsuz değişimdir.
Kapitalist ekonomik sistem, bu sistemin oluşturduğu insanlar arası maddi çıkar ilişkileri, egoist, ben merkezci tutum ve davranışlar, ahde vefasızlık,geçmişe bağlılık ve gelecekte de birlikte yaşama duygu-düşüncesinin zayıflaması, günübirlik ve bencil yaşam alışkanlıkları, lokal çevre ilişkisi ve bunun sonucu olarak çevredeki insanları dışlayıcı yaklaşımlar...gibi birçok neden insan kişiliğini yozlaştırmakta ve samimi davranışları ortadan kaldırıp,özün yerine biçim/şekil geçmekte.
Kapitalist ekonomik sistemin oluşturduğu koşullar ve bunun toplumsal ilişkileri belirleyici etkisi ile feodal bağlar, yöresel hemşehrilik ilişkileri her geçen gün artan ivmede çözülüyor. Insanlar arasında birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma gibi değerler, yerini maddi çıkar ilişkilerine bırakarak, her insan kendi özelini,genel ilişkilerin çok önünde yaşamak ve tutmak bağlamında, yerinde bir tabirle ifade edecek olursak "kim kime, dum duma" anlayış ve davranışı oluşuyor.
Bir Alevi deyişinde geçtiği gibi:
"Kimsenin, kimseden yoktur haberi
Böyle bir acayip devran bulunmaz"...
Gurbet ellerde yaşayan insanların, kendi memleketlerine, kendi insanlarına yönelik olarak oluşturdukları beklentiler(sosyo-psikolojik anlamda)hatta kurdukları güzel hayaller,çoğu zaman yaşadıkları gerçek ile örtüşmüyor.Bu ise, haliyle, memleketine karşı bir gönül kırgınlığına neden oluyor ve bir soğuma, bir uzaklaşma hissi yaşanıyor!
Birçoğumuz, "memleketime gönül bağı ile bağlıyım ve yüreğim orada atıyor" diyoruz ama bazen memlekete gittiğimizde maalesef gönlümüz inciniyor, kırılıyor ve gönül bağımız kopmasada zayıflıyor!!!
Açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim ki, bana deseler ki, asıl memleketinin dışında bir memleket seç deseler, vereceğim yanıt "Sevdamın ve kavgamın kenti Istanbul" olurdu.
Zamanla insan şunu öğreniyor ve kabulleniyor:İnsanların, tanıdık-bildik, memleketlin olması değil;düşündaş, fikirdaş, duygudaş, candan, samimi olması yetiyor. Zaten, bir insanın yaşamında gerçek dost üçü-beşi geçmez. Insan,memleketindeki bu dostlar üzerinden memleketini sever.Yoksa, memleket dediğin nedir ki! Doğduğun ve nüfusa kayıtlı olduğun yerden başka?
Kısacası, yaşam koşulları ve olumsuz değişen insan ilişkileri nedeniyle insanların çoğu için, "memleket,gurbet; gurbet,memleket oldu" denilebilir. Bu durum ise, insanlarda,memleketinde bir dönem yaşamış olduğu güzelliklere karşı bir nostaljik duygu oluşturuyor ve geçmişin anısı ile avunuyorlar desek yeridir.
Günümüzde artık memleket,insanın doğduğu değil, doyduğu yere dönüştü.
Umutta kalın, dirençli olun.
Hüseyin Yalçın
Sosyolog
NOT : Bu makalem temmuz 2017'de Malatya Son Nokta gazetesinde köşe yazımda yayınlandı.