Modernizmin Günah Keçisi: KÖYLÜLER
Rüstem BUDAK
Her geçen an, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bize tekrarlar. Yeni zamanların insanlığı getirdiği ve götüreceği noktayı iyi görmek gerekir. Değişim süreci; fert, toplum, şehir ve medeniyet her alanda kendisini hissettirmektedir. Köyler bu değişim sürecinde kendine düşen payı fazlasıyla almaktadır ve alacaktır. Bugün ve yarın süre giden değişimin neyi, ne kadar değiştirdiğinin farkında olmadan ve teşhis edilmeden yaşanmaya devam edilmektedir. Köylerin geleceği üzerine düşündüğümüzde önümüze çeşitli veriler çıkmaktadır.
Türkiye’de köy nüfusu modernleşme olgusunun hedeflediği orandan fazladır. Modernleşme aktörleri köy nüfusunu ideal olarak toplam nüfusun %10 şeklinde tavsiye etmişlerdir. Tarım ve hayvancılıktan geçinen nüfusun bu noktaya gelene kadar şehirleşme süreci tamamlanmış kabul edilmemektedir. Hali hazırda köy nüfusu hızla azalmaktadır. Ancak henüz beklenen orandan fazladır. Türkiye’de %40 oranında nüfusun tarım ve hayvancılıktan geçimini sağladığı belirtilmektedir. Bu nüfusun yaşam imkânları ve standartları genel düzey açısından geridedir.
Köy nüfusunun azalmasında önemli rol oynayan toprakların parçalanmasını engelleyecek düzenlemeler yapılmaktadır. Buna göre aynı aileden hangi kardeş köyde kalırsa diğer kardeşlerinin hisselerini alma hak kazanacaktır. Ancak çoğu köyde hiç kimsenin kalmadığı bir zamanda bu değişikliğin ne kadar etkili olacağı şüphelidir. Birçok köyde şehre göçen aileden geriye eğer varsa yaşlı anne- baba veya harabelerden başka bir şey kalmamıştır.
Köy nüfus hareketlerine ilişkin olarak, kendisi köyde yaşayan, göçlere rağmen köyde kalmakta ısrar eden Arguvan’lı köylü Çolağın İbrahim Amca’nın öngörüsü ise; gidenlerin insanın tıpkı yaşarken yaratıldığı toprağa dönmesi gibi tekrar köye döneceklerini iddia etmektedir. Tarihsel gelecek bakalım köylü İbrahim Amca’nın öngörüsünü mü haklı çıkaracak yoksa kendisine dünyadan başka mekânlarda yer arayışına giren insanlığın dünyadan da kopuşuna mı şahitlik edecek sorusunun cevabını zaman gösterecektir.
Köy hayatı ile şehir hayatı ikilemi giderek artmaktadır. Kışın şehirde, yaz aylarında köyde yaşamak anlayışı yerleşmektedir. Bu durum köy üretim faaliyetlerini sadece içe dönük tüketim beklentilerini karşılamaya dönük kılmaktadır. Kalıcı ve etkili üretim süreci oluşmamaktadır. Gurbete giden insanlardan maddi olarak kazanımları yüksek olanlar ise köylerine çok kısa bir zamanda olsa kalacakları yazlık evler yaparak geçmişleri ile olan kopan ilişkilerini tamir etmeye çalışmaktadırlar.
Köylerin sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını gidermeye ve köyde kalmayı teşvik etmeye yönelik Köy- Kent projeleri karşılığını bulamadı. Bülent Ecevit’in öncülük ettiği proje toprağa ve geleneğe bağlı köylü tarafından iltifat edilmedi. Sol kesimin köy enstitüleri başlayan köylünün dönüşümü noktasından sonraki bu çaba da karşılıksız kalmıştır.
İslamcılığın önemli temsilcilerinden Necip Fazıl Kısakürek “İdeolocya Örgüsü” isimli eserinde köy ve köylüye bakışını şu şekilde belirtmektedir: “İslam inkılâbında köy davasının en önemli hedefi köylüyü okutmak ve terbiye etmek… Ruhunu ve kafasını imar… İkincisi köylüyü güzelleştirmek ve sağlamlaştırmak… Vücudunu ve nesillerini imar… Üçüncüsü köylüyü zenginleştirmek ve refah içinde yaşatmak… İş unsurlarını ve kesesini imar…” İslamcılar içerisinden ilk defa bir aydın sorun için teşhis ve tekliflerini kısacada olsa serdetmiştir. İslamcı akım içinde kimse bu sorunu dillendirmeye ve tartışmaya çalışmamıştır.
Modern tarım sanayisi hızla oluşmaktadır. İnsanların asli tüketimlerinin önemli parçasını oluşturan tarım ve hayvancılığın gelişimine yönelik sanayi hızla gelişmektedir. Fabrikalar çoğalmakta, üreticiler daha pratik yöntemlere yönelmektedir. Devlet verdiği teşviklere rağmen geleneksel üretim biçimleri terk edilmemekte, üretim faaliyetlerini verimli kılacak etkinliklere yer verilmemektedir. Diğer yandan GDO’lu ürünler ve üretim süreçleri çoktandır dolaylı olarak yapılmaktadır. Toprağın verimsizleştiği ve doğru gübreleme ve ilaçlama yapılmadığı için belli bir aşamadan sonra beklentilerin karşılanamadığı da gerçektir.
Tarımsal ürün alımlarına yönelik devlet garantisi kalktığından tüketici ürettiğini direkt olarak Pazar alanlarına sunma durumuyla karşı karşıyadır. Bu bazen olumlu bir şekilde yansırken, bazen de ulusal ve uluslar arası ticaret mekanizmaları tarafından üretici aldatılmaktadır. Köylünün oynanan oyunu fark etmesi bu süreci aşmasına yetecek bir irade göstermesine yetmemektedir.
Köy- köylülük- köyler olgusu Türkiye’de unutulan bir gerçekliktir. Tarımsal faaliyetler bağlamında gündeme gelen köyler sosyal, kültürel ve siyasal anlamda bir değer atfedilmemektedir. Nostaljik bir sürecin argümanları olmaktan öteye geçmezler. Köy ve köylünün sorunlarını üst perdeden ifade edecek ne siyasal mekanizma ne de aydın hassasiyeti bulunmaktadır. Onlar tarihin dışına itilen, Cemil Meriç’in deyimiyle “medeniyetin kenar yeri”nde kendine konum edinen sahipsiz, boş ve hiçbir anlam ifade etmeyen topluluk olmaktan öteye geçmezler. Aydınlanmanın havarileri ve fildişi kulelerde derin dönüşümlere hazırlanan aydınlarımızın ve üniversitelerin bu zaman- tarih dışı topluluklarla ilgilenecek ve gündemleri ve önemleri vardır. Yaşanan birçok sorunun kaynaklık ettiği düşünülen köylülerin ehlileştirilmesi süreci tamamlandığında aşama kaydedilmiş olacağı öngörüsü yüksektir.