''Kaderimiz yıldızlarda değil kendi içimizde yatar.''
William Shakespeare
İsaköy Sadıkbey'de Senem'in acısı, Göldağı’nda Battal’ın ve Sülmenli'de iki kardeşin bir tabuta konulması, Arguvan yöresinin derin acılarıdır. Bu acılar ailelerini aşıp topluma mal olmuş derin acılardır. Duyanı ağlatmış, bağlamaların telinde, şairlerin dizelerinde, yazarların kaleminde kuşaktan kuşağa uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Bu yaralar kolay kabuk bağlamaz, daha dün gibi acıtır. Acı günlerimizden bir kesiti yazmak insan için çok zor da olsa, tarihi yolculuğa çıkarmayı görev biliriz...
“Yokluk beni mecbur etti
Gurbeti ben mi yarattım
Gençliğimi aldı gitti
Gurbeti ben mi yarattım”
Sabah, sabah köyün içinde Memöğ'ün dükkânının önündeki dut ağacına, pis bir alaca posta kargası kondu. Avazı çıktığı kadar yüksek sesle ötmeye başladı.
Kürt Yusu’fun Eşey Bacı ara sıra yayığı sallayıp, elinde kocaman bir acımuk süpürgesi ile eğilmiş kapıyı süpürüyordu. Pis pis, avazı çıktığı kadar öten kargaya başını çevirip bir baktı. İçinden, “Bu nalet ne istiyor?” dedi. Elindeki uzun acımuk süpürgesi ile “kışşş kışşş” diye kovmak istediyse de, karga daldan dala sıçrayarak ötmeye devam etti.
Kürt Yusuf Emmi de yeni kalkmıştı, elini yüzünü yıkayıp kapının önündeki sekiye oturdu. O da öten kargaya baktı, gülümsedi. Eşey Bacı 'biraz soluk alayım' deyip Yusuf’un yanına oturdu.
Çocukları Almanya'dan geleceklerdi, yoldaydılar. Eşey Bacı o gün kapıyı bacayı tertemiz etti. Yayığı erkenden yaydı. Yağı kaymağı ayırttı, 'Turan’ım, Hüseyin’im ve Fatma’m yer' dedi, bunları düşünüyordu dalıp gitmişti.
Eşey Bacı, “Yusuf, çok kötü bir ürüya gördüm, evimizin samanlığı yanıyor”, salondaki iki direği gösterdi, “bunlar da yanıyordu” dedi.
Yusuf Amca, “Ben de karışık ürüyalar görüyorum. Hiç tadım tuzum yok, içimde bir sıkıntı var, çocuklar hayırlısıyla sağ selamet gelselerdi” dedi.
Turan-Hüseyin, baba ve anneleri
Turan, tarım meslek lisesini yeni bitirmiş, ziraat teknisyeni olmuştu. İşi hazırdı memur olmuştu, yengesinin abisinin kızı Zekine ile yeni de evlendi. Kendi askere giderken hanımı sekiz aylık hamileydi, 'gidip şu askerliği yapıp geleyim' dedi. İskenderun’a vermişlerdi, denizci asker olmuştu. Duyan işiten 'çok şanslısın' diyordu. O da ilk defa işittiği kendisinin şansına gülümsüyor ve içinden 'ilk defa şansım' diye içinden seviniyordu. Uzun boylu, hafif kilolu esmer, sessiz bir insandı, hiç yüzü gülmezdi. Sanki feleğin oyununu biliyormuş gibiydi...
Abisi Hüseyin yıllar olmuştu Almanya'ya gideli. O kendisine göre kısa boylu, güler yüzlü ve kiloluydu. Ellez Demir’in dükkânında yazılmıştı Almanya'ya gitmek için. Üç gün hiç uyumamış sabaha kadar Allah’a yalvarmıştı. Çobanlıktan bıkmıştı, bir gitsem de kurtulsam diyordu, sonunda kâğıdı geldi. Babası on iki koyun, iki keçi satı, Hüseyin'in koynuna koydular, gurbet serüveni böyle başlamıştı.
“Akşam olur gölge basar
Umuduma yeller eser
Yokluk imkânımı keser
Gurbeti ben mi yarattım”
Topraklar çok yavan ve kıraçtı. Yaşlılar sıra duvar diplerinde sohbet ederken dönüp dolaşıp, ''Bu toprahlar garın doyurmaz, bu toprahlar garın doyurmaz” diye yakınıyorlardı. Gençlere de, “Başığızı alıp gedin, başığızı alıp gedin, çaresine bahın” deyip içlerini geçiriyorlar, sonra dönü dönüp başlarından geçen yoksullukları acı günleri, süpürge tohumundan ekmek yapıp yedikleri ve Arpa ekmeğine hasret kaldıkları günleri anlatmakla bitiremiyorlardı. Hüseyin’in aklından hiç çıkmazdı bu konuşmalar. Kendilerini büyük odanın pencereleri köy meydanında ve önünde uzun bir seki vardı topraktan yapılmış az yüksekçe, Köylüler yaz kış güneye bakan bu kuytu yerde güneşlenir, odadan duyulacak kadar yüksek konuşurlar, sesleri odada yankılanırdı.
Turanın acemiliği bitmişti. Usta birliğine gidecekti. Ara iznini Almanya’dan gelen abisi ile İstanbul’da buluşup, köyde biraz kalacaktı. Bu arada çocuğu dört beş aylık olmuştu. Adını Emrah koymuşlardı. Babası söylemişti Emrah isimi modaydı o zaman...
İstanbul da buluşup yola çıktılar. Yanlarında Paşöğ yengesi Turan ve abisi... Kırşehir'e yakın teybe Çobani’nin kasetini koydular, "Param yoktur mektup atam bu sene" türküsünü söylüyordu, Hüseyin'in çok hoşuna gitti. “Çobani’yle bir kaset yapacam. Seçme türkülerini söyletecem, alıp Almanya'ya götürecem” dedi. Turan, “Sirli’nin Fatma Bacıda var, onu kopyalar alırız” dedi,
Hüseyin çok yorgundu. Hava çok sıcaktı. Sabah yakındı, bir iki sefer uyuduğunun farkına vardı. “Biraz daha gidelim de dinlenme tesislerinde bir çay içeriz” dedi içinden. Önünde giden tır kamyonu solama yaptı, tam o an bir daha uyudu, korkuluğa çarpınca araba metrelerce savruldu, Hüseyin ve önde oturan Turan feci şekilde öldü, arkada oturan yengesi kurtuldu.
Hüseyin der Fatma ne oldu
Kırşehir yolunda uykuya daldı
Turan der gardaş hayat son buldu
İki gardaş bir mezara koydular
Muhtar Musa akşam geç yatmıştı. Misafiri vardı, içmişlerdi. Sabah kalktı hava çok sıcaktı gölgede otururken, telefon çaldı, askerlik şubesinden arıyorlardı, Zeynep bacı telefona baktı ama muhtarı istediler. Muhtar Musa ilendi, “Bugün Pazar, hayırdır, bunlar ne istiyor?” diye söylendi. “Ben muhtar Musa, hayır ola gomutan?” dedi. Komutan, “Sizin köyden asker var mı?” dedi. Üç tane askerde olanımız var, hayırdır” dedi. Turan Genç kaza geçirmiş ailesine haber verin dedi Muhtar Musa'nın benzi kül gibi oldu bir anda. Zeynep bacı bu işleri iyi bilirdi, Muhtarın kül gibi olan benzini fark etti, gözleri kasıldı donup kaldı. Muhtar Musa ölmüş mü?” diye üzgün bir şekilde bağırdı. “Evet, maalesef abisi de ölmüş” dedi.
Zehir oldu Almanya’nın parası
Kırık kemikleri derin yarası
Zekine ağlama yoktur çaresi
İki tabut bir mezara koydular
Birazdan Ataş (Kaya) ağa geldi, muhtarı üzgün görünce, “ Hayırdır ula, ne oldu?” dedi, Muhtar, “Kürt Yusuf'un çocukları kaza yapmış” dedi. Ataş ağa, “Ölmüşler mi ?” dedi. Muhtar, “İkisi de” dedi. Ataş Ağa ellerini bir birine çarpıp, “eyvah, yazık olmuş'' diye haykırdı, benzi beti geçti. “Babası ile anası yollarını bekliyor, bugün gelecekler diye” dedi.
Ataş Ağa köyün içine vardı. Deli Mamoğ'un duvarının dibinde köylüler dizilmiş oturuyorlardı, durumu anlattı. Herkes çok üzüldü. “Nasıl haber vereceğiz” dediler. İçlerinde bunu becerecek akıllı bir şekilde bu çok üzücü haberi ancak o vere bilirdi. Herkes Tortor Hüseyin Doktoroğlu'na baktı sessizce. “Ben veririm” dedi. Evlerine gitti, “Eşey, Yusuf düşse ölse ne yaparsın?” Eşey şaştı bu lafa. “Yusup, gününü görmüş, yaşlanmış, ağlarım sızlarım…” Yusup da şaşkın şaşkın Eşe’ye baktı. Tortor’un bu lafına bir anlam veremedi, gülümsedi ve sonra Tortor akıllıca ekledi.”Her şey Allah’tan, insanoğlu bugün var yarın yoh… “Çocuklar kaza yapmış, hastaneye kaldırmışlar, ne olur ne olmaz hazırlık yapalım” dedi. Kürt Yusup, “ eyvah” deyip dizine vurdu. Eşey bacı bayıldı. Şirin bir tutam saçını yolup attı. Emmileri Deli Ali'nin dudakları bembeyaz olmuştu. Feryat figan, ikindi vakti köy içinde…
Yazı yazman mezarımın taşına
Neler geldi kalanların başına
Anam ağlar gelin gider işine
İki gardaş bir mezara koydular
Allah kimselere evlat acısı vermesin. Kor düşer yüreklere, yanan, çeken bilir acısını…
Çobani’mden Allah rahmet eylesin
Ehmalkarlık kader buna neylersin
Öldüğümü dostlarıma söyleyin
İki gardaş bir mezara koydular
Gencecik iki kardeş hayatlarının baharına doyamadan, çoluk çocuklarına kavuşamadan mezara koyuldu. Köyün en acı günüydü, acılarımızı sevinçlerimizi hep yüreğimize gömdük.
Yoksulluk, gurbet ve ölüm, köy yaşlılarının ağıtlarında şekillenen, bir birlerine ulanarak kuşaktan kuşağa, anılarımızın, acılı günlerimizin bitmez tükenmez hüzünleri hep ortaktır. Kime sorsanız gözyaşları arasında size nakleder, o acıyı kendisi yaşamış gibi…
Kaynak:Süleyman Özerol