Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda…
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...
Ahmed Arif
Yıl 1976… O sene havalar öyle çabuk ısındı ki hiç sorma. Köyün çeşmesinden çıkan buhar ve daha Şubat ayında damların başında çocuklar bilyeleri ile oynamaya, Kürt Yusuf’un duvar dibinde köylüler güneşlenmeye başladılar.
Sirli, şalvarının peyiğindeki tütün kırıntılarını eliyle toplayıp sigara kâğıdını diliyle ıslatıp sararak tüttürdü.
Kimler yoktu ki duvar dibinde? Çütcü Sadık, Gazi Emmi, Hakalmazın oğlu Abdullah, Tortorların Rıza, Zekeriya, Bikköğ, Mıstalı, Medetlerin Hasan, Ataşağa...
“Kar çok güzel yattı, ekinler köcek köcek, çok iyi olacak. Çoban tutmanın da zamanı” dedi Sirli.
Ataşağa, “Erkenden konuşup hesap keselim” dedi. Ardından, “Geçen yıl perişan olduk diye” ilendi.
Mart ayının onu olmuştu, davar erken çıktı o yıl. Havalar çabuk ısındı. Kangallar üç dört kanat oldu. Yemlikler çıkmaya başlamıştı. Yol kenarlarında madımaklar üç dört kanat olmuştu ve de madımaklı pilav yapmanın tam zamanıydı.
Rahmiye madımağa gitti o gün. Yanında Avnigilin Gülay, Nezaket, Rızagilin Zeynep, Asiye, Aliye ve daha bir sürü arkadaşları vardı. Kanlı Piyer’e doğru gittiler, ikindi vakti geldiler. Yolda şakalaştılar, türkü çağırdılar. Evin kızı olmuştu artık Rahmiye. Getirdiği madımakları yıkadı, pilav yaptı.
Artık yemekleri kendisi yapıyordu ama ekmek pişirmeyi beceremiyordu. Onu da anası Hacöğ Bacı yapıyordu.
“Ellerine gurban olam kız. Ne kadar güzel olmuş pilav” dedi anası.
İnekleri erken doğurmuştu, ayran da boldu. Doyasıya madımaklı pilav yediler.
Rahmiye, “Haftaya da yemliğe gideceğiz” dedi. Anası, “Yemliğe daha erken kızım” dedi. “Yoh ana, Salmanın Fatma Bacı bir etek getirdi Ağ Gedik’ten. Hörküç tarafında da çokmuş” dedi. “Neydersen et kızım” dedi anası. Boynunu büküp, Rahmiye’nin uzun saçlarını okşadı.
Rahmiye artık büyümüştü. İlkokuldan sonra okumamıştı. “Boş ver, okuyup da ne olacak?” demişti içinden. Boyu uzamıştı, saçları da oldukça uzundu. Sürekli aynanın karşısında saçlarını savurarak tarardı. Malatya’dan Ali Seydi abisinin aldığı sarı tonlu, çok sevdiği gömleğini ve yengesinin verdiği açık renkli hırkayı giyerdi çeşmeye giderken. O gün de öyle yapmıştı...
Kooperatifi çalıştıran A. Ş. kendisine hep gülümseyerek bakardı. Onun gülümsemeleri ve dikkatli bakışları o kadar hoşuna giderdi ki…
Çeşmeden suyunu doldurup kalktığında gözünün altından saçlarını savurarak bir baktı, A. Ş. bir şeyler işaret eder gibi olmuştu. Suya ihtiyaç yoktu ama onları çamaşır kazanına boşaltıp yine çeşmeye gitti. Tam suyu doldururken A.Ş. ile göz göze geldi. A.Ş. “Ne güzel gülüşlerin, ne güzel saçların var” dedi. Rahmiye kıp kırmızı olmuştu. İlk defa birisi kendisini beğendiğini söylüyordu. Suyu alp uzaklaştı, güldü kendi kendine suyu götürürken. A.Ş.’nin söyledikleri belki yüz sefer aklına geldi, yine gülümsedi. Aslında kendisi de onu sever gibi oluyordu. Hep çeşmeye giderken kooperatifin kapısının önündeyse döne döne bakardı.
A.Ş. bir gün kendisine çeşmede bir kâğıt uzattı. Rahmiye kağıdı avucunun içinde sıkarak suyunu alıp gitti eve. Bucak damında mektubu okurken, anası Hacöğ Bacı, “Rahmiye!” diye seslendi, yarım kaldı okuması. Sonra fırsatını bulup bitirdi mektubu. Çok güzel yazmıştı A. Ş. Rahmiye’nin çok hoşuna gitti. Sonra hep konuştular gizliden, bir birlerini sevdiler...
Rahmiye, banyo yapmış, saçlarını kuruturken arkadaşları, “Hadi kız, yemliğe gidiyoruz” diye çağırdılar. Yarım yamalak saçlarını kuruttu, taradı, aynanın karşısında gülümsedi, anasının şalvarını giydi, çok hoşuna gitti. Çıkını aldı Karaca yolunda arkadaşlarına kavuştu. Arkadaşları şakalaşıyorlardı, onlara yetişti, kendisi de şakalaşmaya karıştı. Hep aklında A.Ş. vardı.
Ağ Gedikten aştılar, Hörküç’te yemlikler kocaman olmuştu, herkes çok topladı, Rahmiye’ninki azdı. Gülay güldü “Üzülme, aha seninki de çok oldu” diyerek çıkınına bir tutam yemlik attı. Güldüler, eğlendiler…
A.Ş’nin sürekli Rahmiye’ye baktığını hep biliyorlardı. “Malatya’dan kanovçe aldım, makara aldım, gırlet yapıyorum” dedi arkadaşlarına. “Oooo! Yakında düğünün de olur” dediler, güle eğlene yola çıktılar. Gelirlerken hava güneşlikti ama Hörküç’ten bulutlar kaynıyordu, ha yağdı ha yağacak... Ağ Gediğe varmışlardı ki bir yağmur başladı. Aman Allah’ım, nasıl da yağıyordu... Boş bir çıkını başlarına çektiler, ayakkabılarını çıkartıp eve geldiler. Ancak çok yorulmuşlardı. Rahmiye’nin de başı çok ağrıyordu. Anası, “Ben sana getme kızım dedim, sen dinlemedin” diyordu. Üç gün yattı Rahmiye, ateşler içinde yandı. Anası gece kalktı süt pişirdi.
Rahmiye’nin dudakları mos mor olmuştu. Anası babasını uyardı. “Eyüp Çavuş, gızın durumu eyi değil” dedi. Eyüp de kalktı, uykulu uykulu gece saat üçtü, baktı ki Rahmiye tir tir titriyor, elleri de buz gibi. “Hayırlısıyla bir sabah olsa, erkenden Argovan’a gedip Ali Seydi abisine telefon ederim, Malatya’ya doktora götürürüz” dedi. Sabah gedip telefon etti, akşam abisi Muhsin geldi, alıp Malatya’ya götürdüler...
Arguvan elinden sormuşlar beni
Daha genç yaştayım derdim çok yeni
Gelemem sevdiğim bekleme beni
Ayağa bir kalksam bu bana yeter
Malatya Devlet hastanesinde tanıdık doktor vardı, muayene etti, “Menenjit… Bunu hemen Adıyaman’a götürün şimdi. Orada beyin tomografi cihazı var. Ona göre hemen tedavi gerekir” dedi. Ali Seydi Rahmiye’yi taksi ile eve getirdi. “Şimdi geç, bu saatte araba olmaz, sabah erkenden götürürüz” dedi. İlaçlarını verdiler. Rahmiye gece çok fenalaştı. Ateşler içinde yanıyor, sürekli istiğfar ediyordu. Sabah yakındı, erkenden yola çıktılar, hastaneye varmışlardı ki Rahmiye’nin durumu gittikçe ağırlaşıyordu.
Yaşım on altı düştüm bu derde
Nerde umutlarım hayalim nerde
Adıyaman ellerinden gelsem de
Ayağa bir kalksam bu bana yeter
Şuuru yarı açıktı, yarı komadaydı. Tedaviye hemen başladılar ama durumu düzelmedi. Bir ara, “Abi beni kurtar” diye ağlar gibi oldu, Ali Seydi abisinin ellerini sıktı. Komaya girdi ve o gün sabaha karşı cansızdı artık Rahmiye, buz gibi olmuştu, ölmüştü artık…
Takvimler 10 Nisan 1976’yı gösteriyordu. Alıp köye getirdiler bir ikindi vakti, korna sesleri, feryadı figan...
Daha on altı yaşındaydı Rahmiye. Sabaha kadar başında ağıtlar yaktılar. Ağabeyi de söyledi:
Ali der bacımın acısı yaman
Ömür tamamlandı durmaz bir zaman
Anadan başkası olmazmış yanan
Ağlasın da benim anam ağlasın
Göğce Bacının ağıtları ve değneğe takılan siyah bir bez parçasıyla yolcu ettiler.
Akşamı beklerken sabaha
Geç kaldık eyvah eyvah...
İlaç şimdi neye yarar
Geç kaldık eyvah eyvah…
Eyvah ki ne eyvah... Ağlamayan kalmadı o gün. Yürekler dağlandı, çeyizinden dolaklarını örttüler yüzüne. Kurumuş bir sümbül çıktı, çeyizinden aldıkları örtünün içinden...
Bahar mevsimiydi kayısılar bademler çiçeğe durmuş, Orta Derede yosun kokusu, söğütler dumurlarını patlaşmış, bahçelerde kıpkırmızı güller açmıştı.
Hitit yığması mezarlığın güney tarafında menekşelerin içindeki simsiyah uzun mezarı ta ötelerden fark ediliyordu. O mezara her sabah erkenden uzun boylu incecik bir genç, arka taraftan usulca yaklaşıp dualar okuyup gözden kayıp oluyordu.
toprağa serpilmiş sessiz acılar,okudukca ağladım .ellerinzi dert görmesin yazarım