ŞAH İBRAHİM VELİ OCAĞI YOLUNA DELİ DİVANE OLAN BİR KADININ ÖYKÜSÜ 2

ŞAH İBRAHİM VELİ OCAĞI YOLUNA DELİ DİVANE OLAN BİR KADININ ÖYKÜSÜ 

İKİNCİ BÖLÜM

''..Gerçek dostun kıymetini bilenlere selam olsun...''

Şaval tarlasında haşhaş kahanından gelirken, ozan Musa çok yorgundu. Gül Mustafa’nın ordan başlayan upuzun cılga bir yol bir cağ gibi ince ve uzundu ,Bereketli köy altı toprağını ikiye bölerdi.

O zamanlar Hüseyin ağanın bahçesi yoktu bahçeyi tam ikiye bölen yol şimdiki köşkerin bahçesinin tam orta yerinden; Topal Hüseynin tarlasını da bölenden sonra bahçelere kavuşurdu.

Hüseyin ağanın şimdi bahçe evinin yirmi metre ötesinde ve yol kenarında yaşlı badem ağacından badem yemeyen yoktu. Baharda muhteşem çiçek açar bal arıları önce ona koşar sağında solunda akşama kadar dolanırlardı.

Sır kadın oturmuş birşeyler mırıldanırken Ozan Musayı baş ucunda gördü. Musa emmi: Geçen sana iki gülyağı'nı neden verdim bilirmisin dedi? Sır kadın sadece gülümseyip ozanın konuşmasını bekledi.

İki Gülyağı iki öksüzümün; Fatma ile Güssünümün İki öksüzü sana Şah İbrahim ocağına teslim ettim, Ben de o ocağın hayranıyım ve ehlibeyit sevdalısıyım bilirmisin dedi ve ekledi; İlk oğlumun adı; Ehlibeyit ve şah İbrahim hayranı babamın adını verdim sonra oğullarım Ali, Hasan ve Hüseyin,  Hüseynim yeni doğdu on iki imamların adını verdim diye ekledi.

Sır kadın hiçbirşey konuşmadı sadece bir cümle söğledi :,Dibinde oturduğu badem muhteşem çiçek açmıştı çiçeklere doğru döndü ''..Önemli olan şu çiçekleri görmek değil ,Ağacında ney olduğunu görmektir...'' deyince Ozan Musa emmi :Ben çiçekleri görürüm ağacın ney olduğuna aklım ermez dedi.

Az ileride bu koşmaya kulak misafiri olan Manışın oğlu İsmail yine durakladı şaştı kaldı ''...

Önemli olan çiçeği görmek değil ağacı görmek ...'' ağaç ney olabilir ağaç ağaçtır, kudrette çiçektir dedi ama bu laf ile Atöğ dedenin ''..Önemli olan atı görmek değil atın üstündekini görmektir..'' demesi şimşek gibi birden çaktı ..Ozan Musanın ''..Ben çiçeği görürüm ötesine aklım ermez...'' demeside bir tuaftı, kendi kendine ''..Ben de bilemem ağacın kim ve ney olduğunu ..'' dedi güldü kendi kendine Şaval tarlasında yol boyu, ekinleri mal ve davarlardan korumak için hendek yaptırmıştı. Hendeğe bakmaya gitti tarlanın .layıp seyreden bu tepe gibi at Manışın oğlu İsmaile yaklaşınca yol kenarında iki ayak üstüne kalkıp öyle bir kişnediki: Bir toz bulutu peydahlayıp kör Sülöğün dereye doğru gidiyordu. Bu at Hasan Çavuşun kadana dedikleri askeriye topçu atıydı.

Vurulmadan önce de öyle bir kişnedi ki ;Manışın oğlu İsmail 'İ ağlattı.Ben Malatya'da,at arabası çalıştırdım o kadar at gördüm ama bunun gibi hiç görmedim dedi. 

Manışın oğlu İsmail ayağa kalktı,Köy içinde iki ayak üstüne kalkıp kişneyen Deli yaylanın atı geldi aklına Köy içinde göle bir çocuk düşmüştü çocuğu son anda Ataş kaya fark etti. ''..Abaaa ula gölde çoçuk düşmüş ölüyü..'' diye bağırdı. Çocuğu dutun dibine uzattılar ne nefes ne bir hareket, Candarnma ve doktor beklerlerken sır kadın çocuğun başında gözlerini yumup ellerini açmıştı.

“Doksan bin kelam danıştı iki gönül dostuna

Tevhidi armağan verdi yeryüzünde insana”.

Yola düşer gelir şah İbrahim veli

Bir mucize oldu çocuk Ellez Kayhan nefes alıp vermeye başladı öldü dedikleri çocuk canlanmıştı bir anda ağlayan dizini döğenlerin yüzüne bir tebessüm kondu...

Köylüler İkindi vakti köy içinde manışların sekide,Kürt Yusufun ve Deli Mamoğun duvar dibinde toplanmış oturuyorlardı güz günleri yaklaşıyordu,davar ve mal az önce köyü terk etmiş ,Manışın oğlu konağın penceresinden başını çıkarıp ''...Ran ran ran ,Hasti krannoğ 400 Kırat buğda da olmasın...'' diye haykırıyordu.''

Bu haykırmayı niye yapmıştı ? Durduk yerde .Sirliyi çok severdi ve başından geçenleri ilk defa Bayram oğlu Hüseyin Göksu'ya anlattı .Ben bu adama ne kadar sırrımı açtıysam şimdiye kadar tek bir sözümü, sohbetimi ve sırrımı ifşa etmedi diyor işi düştüğünde bana Sırliyi çağırın diyordu.

Ay garanlığı geceler başlamış, değirmenin patırtısı ve piyerin üç oluğun çıkardığı şarıltı sesi ve it ürümesi, eşek zırlaması zifir karanlığın içinde köy meydanı sessizliğini bozmasa ne hoyrat olurdu meydan.

Dar akşam vakti örtmenin altından şen şakrak bir çocuk sesi geldi, çocuk hem zıplıyor hem de ince tiz sesiyle;

Hop ninnayı ninnayı

* gel oynayı oynayı

Senin için terkederim *

büsbütün bu dünyayı...''

Zekiye bu çocuk kim diye seslendi

Zekiye hala :Gebüklü Hacının kızı Güneş ,ekin yıkayan Döndü'ye yardım ediyi diye cevapladı.

İsmail efendi: Manışın İsmailin köşede köşe taşına oturmuş çeşmeyi köy meydanını seyrederken :Köy bekcisi Bayram oğlu Hüseyin Göksu (Sirli) İsmail efendiye ;Köy gölüne göbeklenmiş taş yığınını göstererek ,köy gölü taş ile dolsu bu ne iş ,kimsenin bu işe aklı ermiyor diye hem anlatıyor hem de gülümseyerek eğitmenin yüzüne bakıp birşeyler demesini bekliyordu .

İsmail efendi :Yav akıllı bir insan sağa sola zarar vermez ,bunda bir iş var ..'' diyordu

''...Cahile verme sırrını, sır elden çıkar. (Kul Nesimi)..''

Gürgür dede cem'e başlamadan önce öyle bir konuşma yaptı ki;Bektaş dedemin odayı tıklım tıklım dolduran canlar bir tek nefes alıp veriyordu sanki.

Gözcülerinde çağrılmasıyla;

Dışarıda diz boyu yağmış ve devam eden kar :

omuzunda şapkasında ve yüzlerindekl kar : Cem odasına girdiklerinde odayı keskin bir kar kokusu ,löküsün şavkusu Gürgür dedenin kıpkırmızı yanaklarında canlı bir hüzmeye dönüşüyordu;

Gürgür dede konuşuyordu;

Asırlar boyunca gizli kalmış bir inanç, bu inancı yaşatmak uğruna can vermiş yüzbinlerin azmı ve çabası ile , günümüzde karın altındaki kardelenler gibi başını göğe uzatıyor; yüzyıllardır üzerini örten kar ve soğuğa aldırmadan…

Bu öyle bir inanç ki, renkleriyle göz alıcı, direngenliği ile şaşırtıcı…

Bilinmek, sevilmek, korunmak, tarif edilmek istiyor bu kardelen…Rengini, kokusunu, güzelliğini yalnızca ıssız Anadolu köylerinde değil değil, herkes fark etsin istiyoruz.

Bizim inanışa göre semah ilk defa Arş-ı Ala’da kurulan Kırklar Meclisinde Kırklar tarafından dönülmüştür. Yeryüzünde dönülen semah bu semahı yad etmek içindir. Bu yüzden semah yürünürken, “semahımız Kırklar Semahı olsun” diye dua edilir.

“semahlar saf ola, münafıklar berbat ola, gönüller abad ola. Yiğitler meydan ola, yardımcımız mert ola. Hizmetlerimiz boşa gitmeye, seyir için olmaya. Hak için ola. Döndüğümüz semahlar Kırklar’ın döndüğü semah ola. Birliğimiz, dirliğimiz ve beraberliğimiz kaim ola, daim ola. Dergah-ı ilahiye kayıt ola.

Zakir Hüseyin ve Aziz Eren (Çil Aziz) Dedenin yanında ,üç püsküllü bağlaması elinde ,odanın sıcaklığından yanakları kıpkırmızı, köyneğinin iki düğmesi açılmış, Başında şapkası hafif dönmüş

Gitme turnam gitme dağlar salında dağlar salında Hakkın kelamını hey dost kesme dilinde

hü hü,hü hü,hühü

Manışın oğlu İsmail iki koç kurban ile gelmiş koçları Pala Vahap emmim ve İböğün oğlu Turan kesip hazırlıyordu...

Köy kar altında iki Süleyman /sevilmiş ve Üşük gözcü nöbeti için palaklının eteklerine doğru gözden kayıp oldular canlar güven içinde cem etsin, olası cenderme baskınına karşı tedbir amacı ile....

Canlar birlik cem'ini yapmış her birlik ceminden sonra ; Baharın gelmesiyle köy şenlenmiş bereketli bir yıl olacağı dilek ve yakarışlara bile yansımıştı.

Hüseyin Ali ağanın Mehmet Kayhan (memòğ) karamuğun torunu :Dūkkan yerinin solundaki köşe, eski han yeri kapısında iki at ve yanlarında bir tay vardı,ikindi vakti Sirlİ ve üç ,dört köylü ile beraber Gabır ardı,Hırın yolu bir de Gül Mustafanın az yukarısında ozan Musa Şahinin bahçesinin alt tarafında durakladılar.

,''..Burası tamam burdan olur ...'' diye mırıldandılar.Bu atlılar Arapkir'den gelmişlerdi köyde küp yapacaklardı .Köy içine yerleştiler köyümüzü zamanında babasının tarifi üzerine bulmuş bir Ermeni yetim ve öksüzüydü.''..Küp imalatı ...'' yapacak ve köylüler gösterdiği yerden ocak ocak toprak eleyecek ve o toprakları satın alıp küp imalatı yapacaklardı.

Kalburu alan Gül Mustafa ziyareti tarafına koşuyor herkes ocak ocak toprak eleyip Usta dedikleri Adis'in gelmesini bekliyorlardı. Adis göz kararı ile her ocak için 250 Kuruş nakit para veriyordu. Bu oldukça güzel bir meblağdı ve köylüler adeta bayram ediyorlardı.

Adanaya pamuk çekmeye ne hacetti.Bu gelen küpcüler eledikleri yeşil yağlı toprağın parasını hemen peşin veren, kesenin ağzını sonuna kadar açan bu bolker ermeniye hayran olmuşlardı. Çok geçmeden küçük yoğurt küpleri,Tarlaya ,hona harmana su taşınan büyük küpler sarınç tipi su küpleri çok geçmeden meydana dizilmişti, çevre köylerden gelenler gözlerine inanamıyorlar kapış kapış alıp köylerine götürüyorlardı.

Bikköğ  ''...Ula bu gedişle köyümüz şeheri geçer...'' diye keyifle cuğarasını tüttürüyor iştahlı iştahlı sohbet ediyordu.

Bu küpcü:Ermeni tehecirinden önce köyümüzde Attarlık (gezgin ticaret işiyle uğraşan ve tefecilik yapan) yapan Hamliğin torunuydu.Toprağını satın aldığı tarla dedesinin tarlasıydı .Bir tarlası da Garbel in(Garoğ) emmisi (horkur) Garoğ'un deresinin sonunda .Şimdiki Hassoğların büyük tarla ,Sülmenli yol üstünde Müdür Mustafa Gürses zamanında Eğitmen İsmail efendiye ve Aşağı sülmenli yol üstü de Hassoğların Celal'e pay edilmişti.

Küpcünün İsmi ;Abah dı aslında bu onun lakabıydı asıl adı Adis 

Köyün efsane kadını bütün bu olup bitenleri hepisini biliyordu .Şah İbrahim veli ocağı hayranı ve evliyaları ,enbiyaları dilinden düşürmez ,ateşli ateşli ikrar ederdi. Verdiğniz ikrarın günleri geldi Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş Yer göğ dua ile hem karar kıldı Ali Seydi Şah İbrahim gel yetiş

Bir gün dedi bir gün azraile değil bir cennet kuşuna canımı teslim ettiğimde anlayacaklar beni ama iş işden geçmiş olacak der,

Nerede bir zulum haksızlık olsa hep karşı çıkar yüreği yanardı. İnsanla konuşurken o iri gözlerini ağartır ,hep gaipten konuşurdu.....

Küpcülerin ermeni olduğunu anlayan Manışın oğlu İsmail.Anuşun kızı Naireyi ,Baz gölünde tehecir ,kırım için konaklamış ermeni kafilesinden ölmek üzere olan bir ana'nın kucağından nasıl çarpıp aldığını : Nazl'yı evlatları gibi büyüttükleri aklına geldi gözleri yaşardı.

İki yoğurt küpü,üç su destisi bir su küpü dedi Zekiye hala

Abah usta defterine yazacaktı kimi yazacağım deyince

Çütcü Sadık :Manışın oğlu İsmail yaz deyince..Çok güzel bir ad en bunu biliyorum dedi ve ekledi...

''..Manış..'' Ermenistanda bir ovanın adıdır benim Ahparig orda yaşıyor ,dünyanın en güzel ovasıdır diye ekledi.

''...Düşünülürse derince,uzak görūrsūn görünce...'' Ağgedikte beyaz toprak ocağının tepeye oturmuş; Yönü Malatya ovasından tarafı ,Karşıda Abdulvahap (muşar) ve dağı, eteğinden fırat nehrine vuran gün ışıkları kipri okları şeklinde bir hal alıyordu.Kırılan ışık hüzmesi gökyüzüne doğru saçılıyordu sanki. Arpalar kızarmış,ekin başakları körpe kılçıkları rüzgarın etkisiyle birbirleri ile dans eder gibi bir o yana bir bu yana dalgalanıyordu,Ali ağanın düzünden kızıl yokuşa kadar ;O iri gözlerini bir süzerek gezdirdi.Buraların hepisi babamındı diye içinden ekledi,Gözlerini çorak tarafına çevirdi;Kırmalardan ,çorak, hörküç, kabaktepe, sıyrınçak ,Emişin oğlunun göze'ye gelince orda durakladı. 16 Yaşındayken ,Gözenin başında doyası su içmiş ellerini ayaklarını buz gibi suyun içinde sokup o mahşeri sıcakta bir nebzecikte olsun kendine gelmişti. Sıyrınçak tarafından bir atlı gördü, Emişin oğlunun gözeye doğru dört nala geliyordu. Atın üzerindekinin er kişi olduğu belli oluyordu,at arada bir duraklıyor sonra yine dört nala ve tümsek yerlerde kayıp oluyordu. Bu anı hiç unutamıyordu ,Rüyalarına giriyordu. Atlı tam sıyrınçağın son dereye girdi kayıp oldu.Epey aradan sonra tam yollanmış köye doğru gidecekken ,kaştan çıkıp yaklaştığını görünce tam tanıdı.O anda içinde fırtanalar esti.Hem sevindi hem heyecandan kalbi duracaktı Bu Şah İbrahim veli ocağının dedesiydi.Aşkıyla yanıp tutuştuğu ama kimselere derdini açamadığı : ufak defek ama ceylan gözleri gibi gözleri,baldan tatlı dili ve gülümsemelerine ,dualarına hayran olduğu dede :Önce atını emişin gözedeki üç havuzlu piyerde doyası suvardı,inip elini yüzünü yıkarken ;Sır kadın az ileride yol kenarındaki tümsek üstünde oturuyordu, Şeherden geliyordu.. Atına binip yola koyuldu ,sır kadının yanında atın gemini çekip kadınla göz göze geldi.İşe o anı ve konuştuklarını hiç bir zaman unutmadı... Ve ağgedikte ağlamaya başladı ,iki gözü iki çeşme gibi yaş dökerken.Salmanın Fatma bacı ,tam başına kadar geldiği halde görmedi elini omuzuna koyup ...''..Neydiysin gız burada aklığımı yedin,bir başığa niye ağlıysın,bizim gibi yoksullukmu gördün,bİz bir gün göremedik sen şükürler olsun ...'' diye teselli etmeye çalıştı. Beraber :Ağgedikten,Sulağa kadar sohbet ettiler.Fatma bacı sır kadının bütün anlattıklarına ''..yerden göğe kadar haklısın ,beyle edenler allahından bulsun..'' dedi. Fatma bacı köy içine piyerin başına gedip elini yüzünü yıkayıp az sonra öğlen davarlarda gelir alp eve götürem diye Manışın oğlunun örtme altında gölgede beklerken Manışın oğlu İsmail:Fatma o seninle gelen kimdi karaca yolundan dediğinde Fatma bacı :Bütün olup biteni anlattı.İsmail emmi kadın haklı ,yıllarca sevdiğine vermediler ,Bu zulümdür, haksızlıktır diye ekledi. Manışın oğlu İsmail :Başı ile onayladı ve ''..Kader..'' diye ekledi,ne diyeyim Fatma dedi.ve Aşık olduğu dedenin bir kerametinden bahsetti : Olay kısaca şöyle olmuş.(yz notu) ''...Dede Yusufun babası :Hasanı Basri ocağından bir dede köyde misafiri olmuş,Dedeyi ektire uğurlamak için Şarey yardımcı olmuş ,Şimdiki okulun ön taraftaki salavat taşının orda , Dedenin atının ayağı kup kuru yerde diz kapağına kadar batmış at ayağını çekince oradan su çıkmış...'' Bunun üzerine sır kadının aşık olduğu dede : Şareye demiş ki ;Bu uğurladığın dedenin bir sırrını görürsen sakın olaki ifşaa etme ,cesedinden su akar malın mülkün su altında kalır diye tenbih etmiş.....Bir süre sonra gözlerine inanamadığı ve ilk defa tanık olduğu bu sırrı heyecanından fazla saklayamamış. Şarey bu sırrı sağa sola açıklayınca şişmiş cesedinden su aka aka gömmüşler. Ev yeri olan ''..Şareyin peği..'' denilen yer yıllarca ördekler yüzecek kadar yaz kış suların altında kalmış... Fırtanalık soğuk bir güz günü :Tombul kırmızı yanaklı ve kendisini Hekimhan sazlı köyünden olduğunu söğleyen ufak boylu bir dede ;Sessiz bir şekilde Gazi Musa dede gile varıp odanın kapısını açıp hemen oraya oturur. Gazi Musa dede her zaman gelen olduğunda ''..Sultan o kim..'' diye sorduğu halde dedeyi kim olduğunu sormadan , Abuzer yanıma gel otur der. Halbuki 40 Yıllık eşi Sultan bacı bu dedeyi ilk defa görüyor, Dedenin bunu tanıması imkansız, Sultan bacı Gazi Musa dedeye :Nerden tanıysın ? diye sorar, ''..Cemden..'' der.Sazlılı cemde nağraya ? Nerdeki Cemde ? ''..Vayıs gilin konağının altında..'' der ,Sultan bacının bir anda aklı karışır bir tuaf olur ,orda hiç cem yapılmadı ki der.. Dede Sultan bacıya sitem eder ''..sen eyle bil der..'' Sazlılı Abuzer dede sanki kırk yıllık dostuymuş gibi iki gözünden amme olan Gazi Musa dedeyle sohbetinden sonra evden çıkmasıyla gözden kayıp olur. Aynı gün: Mıstik dayım, döşürcüyü Vayıs gilin konağın alt kapısında görür yanına yaklaşır bulamaz sağa sola şaşkın şaşkın bakarken: Ne arıysın Mıstik diyenlere. Burda bir döşürcü vardı gözden kayıp oldu ,Hava soğuk acıdım eve götürecektim diye sitem eder....Bir türlü bulamaz köy çıkışındaki yollara bile bakar. Gözümün önündeki adam yanına yaklaştım der şaşkın şaşkın eve döner. Sır kadın köy içinde kırlangıçlara mersilyeler okur.Yüksekten uçan kırlangıçlar mersilye okununca pervane döner alçaktan uçuşurlarken .Manışın oğlu İsmail kapıda sekide otururken farkına varır ,gözlerine inanamaz, Göle niçin taş attığını soracağım inkar ederse susacağım inkar etmezse Ali Sırrı olsun diye yemin edip sebebini öğreneceğim der içinden ..Sır kadın köy içinden Vayıs gilin konağa ve Abdal musa nazargahına kadar mersilye okuyarak gözden kayıp olur.

''..Keşke kendini bırakıp gitse insan, ama olmuyor.....'' Can Yücel

Köy eğitmeni İsmail efendi ; Büyük bir masa radyosu almıştı ve sabahleyin radyonun sesi köy içine doğru cepe oda penceresinden sokağa yansıyordu .Ali İzzet bağlamasında

Ateşinden duramadım

Ben bu sırra eremedim

Seher vakti göremedim

Yıldız gibi aktı geçti ....sazı konuşturuyordu ,sır kadın erkenden kalkmış bir bahar günü palaklının eteklerine doğru gidiyordu.

Karaca yolunun tam kaşa varmıştı ki ;Sol yana dönüp Köy altına doğru ala bildiğine o iri kömür siyahı gözleriyle süzdü...
Gözleri : Onu bir kuş gibi kanatlandırıp alıp ;Babasının bahçesindeki iğdelerin üzerine kondurdu.Kendini bir kuş gibi hissediyordu .Gözleri doldu ağlamamak için kendini tuttu.

Babasının o görkemli bahçesi tarumar olmuştu. Rüzgarın etkisiyle saçları ikide bir ağzına doluyordu, gözleri çapaklanmış ,ön dişleri oynuyordu.

Niye beni kimse anlamıyı ,Ben deli değilim diye mırıldanıyordu içinden

Her gün şafak vakti kalkıp ,Güney yolundan hızlı hızlı gidip ,Çütcü Sadığın tarlasından dere boyu inip. Deli yaylanın atının ağladığı yerden üç taş eteğine alıp sessiz sedasız uzaklaşıyordu. Uzaklaşırken mezara dönüp

''..Gözüm kör olaydı sevmeyeydin ezelden Mevla’yı seversen doğrul mezerden Sen doğrul ki ben öleyim yerine…”

Bunu söğlerken dere boyu ağlayarak yola çıkıyordu ,Sonra;Abdal musa nazargahına gelip dua ediyor sonra taşları kimseye göstermeden piyerin sol tarafına bırakıyordu.

''..Bu taşları..'', deyip derin bir içini çekip ,bu taşları ..! o ulu meydana: Köy meydanında gölün içine atacağım. Bir kez gözüme görünene kadar Göz yaşlarım dinene kadar .Mezarının etrafında bir tane taş bırakmayacağım öfkem dinene kadar diye yemin ettim diye söğleniyordu kendi kendine

Eğer beni seviyorsan ; Bir kuş gönder teslim edeyim canımı. O ulu divana kuş gibi pervane olup geleyim diye yalvarıp yakarıyordu. Her sabah erkenden kalkıp '..felek ..'' dedikleri ülger yıldızlarına dönüp yemin ediyordu .ehli beyit mersilyeleri okuyordu.

Manışın oğlu İsmail :Ağır hastaydı 75 Baharıydı ,Bol yıldızlı doğanın ala bildiğine coştuğu bir günde hastalığın da etkisiyle derin bir uykuya daldı. Hayatnın son rüyası ve son günleriydi....

Rüyasında: Yaşamış olduğu bütün sırların farkına vardı. Köy meydanında; Kürt Yusuf gilin toprak seki, Deli Mamoğun duvar dibi, kendilerini uzun ince sekisi yaşlı kadın erkek tüm köy ahalisi toplanmıştı.

Sır kadın ihtişamlı şekilde piyerin başına geldi uzun ince elleri, anlında kara sıkma dolak Bana bakın dedi: Hepiniz hepiniz nankörsünüz dedi yutkundu gözleri doldu: Bir zamanlar babamın kapısında çalışmayan yemek yeyip su içmeyen var mı ? diye haykırıp,o zamanlar beni yere göğe koymuyordunuz ,Ne zaman anam öldü ,Babam perişanladı şu konak viraneye döndü o zaman sizi anladım ,iyi gün dostu olduğunuz diye devam etti...

Aşkı sevmeyi bana çok gördünüz. Hepiniz biliyordunuz o dedenin beni sevdiğini, benim de onu sevdiğini. Tek birinizin bile bana hiç değilse acımı dindirmek için mehrem olduğunuz görmedim...

İsmail dedi dönüp:Keşke sen farkına varsaydın da sırların sırlarından önce sen uçup getseydin''...Memedin ve Satının acısına yanmasaydın ...''.Sırrın farkına varanlar acılara yanmadan ulu divana vardılar..Ahhh dedi ahhh Manışın İsmail,Keşke farkına varsaydım da Satım ve Memed den önce ben ölseydim ,Her şeyin farkına ecel kapımdayken vardım diye ekledi gözleri doldu ,elleri titredi ve ayaklarını uzatıp sağ elini kalbinin üzerine bıraktı

Tam bunları dinledikten konuştuktan sonra Manışın oğlu İsmail sadece ayaklarını uzata bildi ve hakka teslim etti canını .....

Sır kadın bir kaç yıl sonra ölüm döşeğinde yatarken şeherde ,birden çığlık atıp Kızını çağırdı ''..Kızım gel kızım pencereyi kapat kuş gitmesin ''..Aha kuş geldi yavrum kuş geldi...'' Kış,kıştt,kış diye bağırmaya ve sevinmeye başladı .Durumu bilmeyen kızı şaşkınlık içinde ''...Ne kuşu ana ,hani nerde kuş...'' diye söğlenirken ,Anası göçüp gitmişti bile.......

Bizim yaralarımız hep bir birine benzer ...Yaralarımızın izinden tanırız bazen bir birimizi...Saygılar yolluyorum hepinize
 

 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56