EROL TUNCER (Cumhuriyet)
Ülkemizde 1961 - 2010 yılları arasında 6 kez halkoylaması yapılmıştır. Bunlardan ikisinde 1961 ve 1982 anayasalarının kabulü için oy kullanılmış, diğer dördünde ise 1982 Anayasası’nda yapılan değişiklikler, halkın oyuna sunulmuştur.
176 maddeyi içeren anayasamızda, 1987 yılından günümüze kadar 17 kez değişiklik yapılmış ve 100’ü aşkın madde yeniden düzenlenmiştir.
Bu arada bazı maddelerde 2, bazı maddelerde ise 3 kez değişiklik yapılmış olduğunu da anımsatalım. Maddelerinin yüzde 60’ı değiştirilmiş bir anayasanın, başlangıçtaki içeriğinden hayli uzaklaşmış olduğunu da vurgulamak gerekiyor.
Son halkoylamasında, geçici maddeler ve yürürlük maddesiyle birlikte 26 madde değişikliğini içeren bir paket oya sunulmuş, seçmenlerin bunların tümüne birden ‘evet’ ya da ‘hayır’ demesi istenmiştir.
Tartışma konularından birisi, böyle bir toplu oylama zorunluluğudur. Bu maddelerden beşi Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden yapılanmasına ilişkin değişiklikleri içermekteydi.
Diğer hükümlere ilişkin düzenlemelerin genelde kabule değer olduğunu söyleyen muhalefet partileri ve diğer ‘hayır’cı çevreler, yargı alanındaki bu düzenlemeler nedeniyle pakete karşı olduklarını açıklamıştır.
Bilindiği gibi geçerli oyların yüzde 57.8’i Evet (21.787.607 oy), yüzde 42.2’si ise Hayır (15.856.440 oy) yönünde kullanılmış; böylece anayasa değişiklikleri seçmen tarafından onaylanmıştır. İllerin 62’sinde evet, 19’unda ise hayır oyları öndedir. Gerilimi yüksek bir ortamda sürdürülen ve anayasa dışında her şeyin tartışıldığı kampanya, hükümet için bir çeşit güvenoylamasına dönüştürülmüş; alınan sonuç itibarıyla AKP seçmen nezdinde güven tazelemiş, 2011 seçimleri için moral kazanmıştır.
Evet - hayır cephesi
Evet cephesine katılan partilerin 29 Mart 2009’da yapılan İl Genel Meclisi seçimlerindeki oylarının toplamı 18 milyon 618 bin iken evet oyları kez 21 milyon 788 bin olmuş, cephenin oyları 3 milyon 170 bin artış göstermiştir. Hayır cephesinde ise, artan seçmen sayısına karşın, 2 milyon 926 bin oy kaybı söz konusudur. Bu cephedeki partilerin 2009’daki oy toplamı 18 milyon 782 bin iken hayır oyları 15 milyon 856 bin olarak gerçekleşmiştir.
Son halkoylamasında Evet - Hayır’cıların yanında bir de boykotçular cephesi yer aldı. Bilindiği gibi BDP halkoylamasında seçmenlerin sandığa gitmemesini istedi ve bir ölçüde de başarılı oldu. 2007 seçimlerinde DTP’nin birinci ve ikinci sıralarda olduğu 14 ildeki 4 milyon 305 bin 225 seçmenin yarısından azı, 2 milyon 98 bin 387’si sandık başına gelmiş; bu illerdeki ortalama katılım oranı, yüzde 48.7’ye inmiştir. Bu oran, Türkiye ortalamasının (% 77.5) 28.8 puan altındadır. Boykota katılan seçmenlerin ne kadarının bu kararı benimseyerek ne kadarının ise tehditlerden ve baskılardan yılarak sandık başına gelmediklerini bilemiyoruz ama alınan sonucu küçümsememek gerekiyor. BDP’nin bölge seçmeni üzerindeki bu ağırlığının siyaset alanına bir biçimde yansıyacağı gerçeğini gözden uzak tutmamak gerekiyor. Kesinleşen anayasa değişikliklerinin hayata geçirilebilmesi için uyum yasalarının çıkarılması gerekmektedir. Uyum yasalarının çıkarılması için TBMM’de uzlaşma komisyonunun kurulması, yeni dönemde hem gerilimin düşmesi hem de söz konusu yasaların sağlıklı bir biçimde çıkarılabilmesi açısından yararlı olacaktır. Ana muhalefet partisi CHP geçmişte bu komisyona katılmayı reddetmişti. Bu kez uzlaşma komisyonuna katılmamak bir yana, CHP başta olmak üzere, TBMM’deki muhalif partilerin AKP’yi bu yönde zorlamaları gerekmektedir.
Yeni anayasa istekleri
Halkoylaması kampanyası boyunca ortaya çıkan bir sonuç, siyasi partiler başta olmak üzere, hemen hemen bütün çevrelerin yeni bir anayasa hazırlanmasının gereği üzerinde fikir birliğine varmış olmalarıdır.
Önümüzdeki 2011 seçim kampanyasında anayasa konusunun ağırlıklı bir yeri olacaktır. AKP dışındaki siyasi partilerin bundan böyle bu konuda hazırlıklı olmaları, alanı AKP’ye bırakmamaları gerekmektedir. Anayasanın uzlaşma ortamında ve geniş katılımla hazırlanması konusunda da fikir birliğinin var olduğu gözlenmektedir. İş, gerçekleşmeye kalmıştır.
Anayasa değişiklikleri, 2011 seçimleriyle oluşacak Meclis’te yasalaşacağına göre ilk adım olarak seçim sisteminde değişiklik yapılması gerekiyor. Uygulanmakta olan yüzde 10’luk seçim barajı, seçmen eğilimlerinin parlamentoya gereği gibi yansımasını önlemektedir. TBMM’de temsil edilmeyen oyların 2002 seçimlerinde yüzde 45.3 oranına ulaşmış olduğu unutulmamalıdır. Oysa anayasa değişikliklerini görüşecek bir Meclis’in geniş bir temsil tabanına oturması zorunludur. Bunu sağlamanın yolu, ülke barajının yüzde 5’e çekilmesinden geçiyor. Bir başka söyleyişle, 2011 seçimlerinde yüzde 5’lik ülke barajının uygulanması, bu açıdan da zorunlu hale gelmiştir.
Başkanlık sistemi
Bu arada, hemen bugünden tartışılmaya başlanan başkanlık sistemi üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Ülkemizde 1870’lerden beri uygulanmakta olan parlamenter sistemde yeterli bir birikimimiz oluşmuştur. Yeni sistem aramak yerine parlamenter sistemin aksayan yönleri düzeltilmeli, örneğin cumhurbaşkanının yetkileri azaltılmalıdır. Zira Kenan Evren için 30 yıl önce hazırlanmış olan bu geniş yetkiler, parlamenter sistem yerine yarı başkanlık sistemine daha çok uyan yetkilerdir. Toplumda giderek derinleşen, kaygı verici bir kutuplaşma yaşanmaktadır. Bir demokraside insanların farklı düşüncede olmaları doğaldır. Doğal olmayan, farklı düşünce sahiplerinin birbirlerine güven duymamaları, birbirlerine karşı hoşgörü gösterememeleridir. Oysa demokrasi uzlaşma, hoşgörü ve diyalog rejimidir. Halkoylamasının sonuçlarını değerlendirmede kutuplaşmanın etkileri daha net olarak ortaya çıkıyor: Evet’çilere göre, ülkede aydınlık bir dönem başlamaktadır. Askeri vesayet dönemleri, darbe kaygıları ortadan kalkmış, demokrasinin önü açılmıştır. Hayırcılara göre ise karanlık bir döneme giriliyor, sivil vesayet dönemi başlıyor; yapılan değişikliklerle yargı yürütmenin etkisi altına giriyor ve kuvvetler ayrılığı son buluyor. Bir başka söyleyişle bütün yetkilerin tek adamda toplandığı bir döneme giriyoruz.
Son söz
Kabul edilen anayasa değişiklikleri ile birlikte yeni bir döneme giriyoruz.
Yüksek yargı organlarının yeniden yapılanacağı bu dönemde AKP’ye düşen görev, kendisiyle ilgili kaygıları giderecek uygulamalarda bulunmak ve böylece karşıtlarına güven verebilmektir. Muhalefete ve özellikle sol partilere düşen görev ise yalnızca ülkenin gelişmiş yörelerinde değil, diğer bölgelerde de güçlenebilmeleridir.
Çoğunlukçu anlayışın egemen olduğu ve yargıyı ayak bağı sayan bir iktidar partisini frenleyebilmenin yolu, muhalefet partilerinin ciddi birer iktidar alternatifi konumuna gelebilmelerinden geçiyor.