Tanıdık-bildik bir insanla karşılaştığımızda bir merhaba demeyi,gözlerinin içine bakarak gülümsemeyi,bütün statülerimizden,milliyetimizden,fikirlerimizden,inançlarımızdan,cinsiyetimizden ve daha da önemlisi egomuzdan sıyrılarak,çıkar ilişkilerinden arınarak sadece insan olmamızın bir gereği olarak,insanın, insan sıcaklığını aktararak, ona saygı-sevgi bağlamında yaklaş(a)mıyoruz!
Bir insanla,telefonda görüşmüş,ayaküstü karşılaşmış yada gün içinde an'ı paylaşmış ve ayrılma anında bir kalıplaşmış söze, bir ezbere, bir ağız alışkanlığına hatta bir moda söyleme dönüşmüş olan "kendine iyi bak,görüşürüz" diyoruz ama sonra, acaba kendimize soruyormuyuz, bu insan kendine iyi bakıyor mu? Yada "görüşürüz"dediğimiz insanı o aramadan biz arıyor ve fiili olmasada, telefonda bile görüşüyormuyuz?
İçten bir bağlılık ve yürekte sevgi barındırmadan,sevgi gösterisinde bulunuyor,en küçük çıkarımız karşılık bulmadığında o insanla hiçbir şey yaşanmamış ve bir geçmiş hukukumuz yokmuşcasına bütün ilişkilerimizi koparıyor hatta ismini bile unutuyoruz!
Aslında, birbirimizi sevmiyor ama riyakarlık mekanizması ile çok sever gözüküyor, hem kendimizi hemde çevremizdeki insanları kandırıyor hatta bu riyayı bir başka savunma mekanizması ile haklı kılıyoruz!
Yaşayan insanları sevmiyor(!)kadrini-kıymetini bilmiyoruz!!! En sevdiklerimiz, ölülerimiz(!)Yeterki ölsün...Hem çok severiz hemde kadrini-kıymetini biliriz(!)Işte bizler, toplum olarak böyleyiz. Peki, bizler ikiyüzlü değiliz de neyiz?
Konuşuyor hatta dertleştiğimizi sanıyor, karşımızdaki insana dokunuyor ama hissetmiyoruz.Çünkü,duygudan arındığımız için empati kurarak,kendimizi onun yerine koyamıyor ve acıları görüntüde paylaşıyor,gerçekte ise,acıları özde paylaşacak yüreği kendimizde bulamıyoruz!
Gün yirmidört saati kendimize,arzu ve isteklerimizin gerçekleşmesine,hevesimizi, zevklerimizi hatta egomuzu-hırsımızı tatmin etmeye ayırıyor ama bir türlü zaman bulupta, bırakalım sosyal çevremizdeki insanları, güya en sevdiğimiz insanları bile arayıp,hiç değilse bir hal-hatır sormaya zaman bulamıyoruz(!)
Fikirlerimiz bizi ayrıştırıyor, inançlarımız ise yobazlaştırıyor.Bizim gibi düşünmeyeni, inanmayanı, yaşamayanı ötekileştirdiğimiz gibi, elimizden gelse yaşam hakkı tanımıyor,inançlarımızın bize ait olması gerektiğini ve paylaşılmasının gerekmediğini unutarak çevremize dayatıyor ve yobazlaşıyoruz!
Gerçeği, gerçek olarak değil, birilerinin bize empoze etmiş hatta dayatmış olduğu göreceli doğruyu, gerçek sanarak yanılıyor ama yanılgıyı ortadan kaldırmak için düşünmüyor, okumuyor, araştırmıyor ve bilgilenmeden, hangi kişi,kişiler, grup, gruplar,siyasi aktörler bize hükmediyorsa, "şucu" "bucu" oluyor ama bir türlü ne kendimiz ne de bilinçli-özgür bireyler ol(a)mayarak ya cehaletimize-korkumuza bağlı itaatkar-biatçı yada çıkarlarımıza bağlı olarak yandaş,yalaka ve gevşek oluyoruz!
Çevremizdeki bir insanın, iyi niyet ile yapmış olduğu karşılıksız,çıkarsız bir davranışı, iyiliği karşısında bile bir kuşku duyar, bir çıkar varmı, yokmu diye "acaba" der,iyilik yapan insan,sanki suçluymuş gibi hâl ve hareketlerini sorgularız!
Belli kişilere, toplumlara,ülkelere... gizli yada açık hayranlık duygusu besler ve onlara karşı bir özenti davranışı içine girerek, kendi bireysel ve toplumsal değerlerimizi hakir, hor görürüz. Bu durum, aşağılık kompleksine girdiğimizin bir göstergesidir! Aşağılık kompleksi ise, kıskançlık, alınganlık, küçümseme, değersiz kılma gibi duygu ve davranışlarla dışa yansıyor!
Hırslarımız,egolarımız, bireysel çıkarlarımız rotamızı belirlediği için,çevremizdeki bir insana yardım etmeyi, yardımcı olmayı ve dayanışmayı beceremediğimizden olsa gerek,insanlara çoğu zaman "hayır" der hatta tersleriz. Çünkü, sadece kendimizin ne hissettiği önemli olup, karşıdaki insanın ne hissedeceğini ise önemsiz bir durum olarak algılarız!
Toplum olarak çoğu konularda, alanlarda olduğu gibi, sosyal ilişkilerimizde de niceliği ön plana çıkarıyor ve niteliği/özü gözardı ediyoruz. Sosyal çevremizin genişliği ile övünür ama arkadaşlık ilişkilerimizi, dostluğa çevirmek için gerekli yardımlaşma, dayanışma, özveri, içtenlik davranışını göster(e)meyip, ilişkilerimizi yüzeysel bir "lay lay lom" muhabbetine hapsediyoruz! Hatta, çoğumuz, vefa ve bağlılık duygusunu yitirmiş olmamızdan Kaynaklı olarak, deyim yerindeyse "yolda bulduklarımızı, yola çıktıklarımızdan üstün tutuyoruz!".
Birçoğumuz,tatlı dilli, içten,sevecen ve çevresinde sevilen bir izlenim yaratmak düşüncesiyle "canım, hayatım,tatlım, aşkım..."gibi sözcükleri hissetmeden kullanmakta olup, bazen bu sözlerin bir söylemden öte anlam oluşturmadığına tanık olmaktayız. "Hayatım" dediği bir kişiye, bir kızgınlık halinde hiçte çekinmeden hatta içten olarak"canın çıksın, geber..."gibi sözler sarf edebiliyor.Yani, söylenen söz ile yaşanılan duygu arasında büyük bir kopukluk yaşıyoruz!
Her ne kadar insanların çoğunluğunda bir Tanrı inancı ve bir dine bağlılık varsada,ki,inanmamak,ateist olmakta gayet doğal...günümüzde, kapitalist ekonomik sistem içinde esas belirleyici maddi yaşam koşulları ve bunun somut bir göstergesi olarak para olduğundan, para adeta bir put'a dönüştü. Para, maddiyat, haz duygusu, Tanrısal, dinsel inancın önüne geçti. Hani, bir söz var ya : "onun dini, imanı para" diye.
Çoğumuz, düşünmeyi sevmiyor hatta toplum olarak en soylu insan davranışı olan düşünme için, düşünen insanlara yönelik,"düşün düşün b..ktur işin" "ne hindi gibi düşünüyorsun" "ne düşünüyorsun, Karadeniz'de gemilerin mi battı?"diye, düşünme eylemini küçümseyerek, düşünen insanları adeta aşağılıyoruz. İşte, düşünme tembeli olduğumuz ve okumayı sevmediğimiz içindir ki, birçoğumuz,Uğur Mumcu'nun: "Bilgi sahibi olmadan,fikir sahibi olmak" sözünde olduğu gibi,konulara vakıf olmadan, her şeyin uzmanı olarak(!)ukalalıkta sınırları zorluyor ama gerçekte ise, çoğu konu hakkında çok az biliyor ve bilgimiz magazin boyutunda kalıyor.
Toplum olarak, birçoğumuzun sevgi ve maddiyat konusunda cimri olduğumuz da söylenebilir. Hatta, halk arasında yaygın olarak kullanılan bir söz var: "O, günahını bile vermez"diye . Bazı insanlar hiçbir şeyi karşılıksız ve çıkarsız yapmaz. Karşılıksız yapılan olumlu davranış anlamındaki iyilikte bile, bir beklenti, bir karşılık düşüncesi oluşturanlar vardır! Şayet, yaptığı iyilik karşısında, bir beklenti ve çıkar gerçekleşmemişse, iyiliği başa kakar ve kendisini de enayi yerine konulmuş gibi bir düşünceye kapılır.
Toplum olarak, din, mezhep, etnisite, milliyet,yaşam tarzı,siyaset...üzerinden bölündük, ayrıştık, kamplaştık, kutuplaştık.Bu açıdan, toplum olarak acılarımızı ortaklaştıramıyor ve sevinçlerimizi de ortaklaşa paylaşamıyoruz! Hatta, gelecekte birlikte yaşama düşüncesi ve idealimizi kaybettik.
Her birimiz, aidiyet duygusu ile kendi "mahallemizde" yaşayarak, bizden farklı olanlara yabancılaştık, aynı coğrafyada, aynı topraklar üzerinde yaşadığımız halde birbirimizden uzaklaştık.
Burada, birtakım sosyo - psikolojik davranış örnekleri üzerinden yapmış olduğumuz tespit ve değerlendirmeyi, toplumsal düzeyde genelleştirmek mümkündür ama toplumdaki her bireyin, aynı düşünce, tutum ve davranış içinde olduğunu söylemek hem sosyolojik hemde psikolojik açıdan mümkün değildir!
Ayrıca, burada sadece ortaya çıkan bazı sonuçlar üzerinden değerlendirme yaptık. Şunu biliyoruz ki, esas belirleyici olan "neden"dir. İster doğada, isterse toplumsal yaşamda olsun her olay, bir neden-sonuç ilişkisi olup,olaylar,neden-sonuç ilişkisi bağlamında açıklanır...
Umut ta kalın, dirençli olun
Hüseyin Yalçın
Sosyolog
NOT:Bu makalem Mayıs 2017'de Malatya Son Nokta gazetesinde köşe yazımda yayınlandı.
FİKİRLERİMİZ AYRIŞTIRIYOR, İNANÇLARIMIZ YOBAZLAŞTIRIYOR!
Paylaş