6 Mayıs 2008/ Salı
Merhaba
2007 Aralık ayından bu yana hem fiziksel hem de duygusal anlamda yaşam benim için oldukça yoğun,
Günler, hızlı ve sıkıntılı yürüdü.
Kendi davranışlarımdan kendim de tedirgin olduğum ve sıkıntılarımı dışarıya yansıtmayı da çok doğru bulmadığım için yaşamımda dün var olan, bugün de varlığını devam ettiren ve gelecekte de olmasını çok arzu ettiğim –eskimeyen- dostlarımdan, arkadaşlarımdan birini arayıp
“Sıkıntıdayım, ne yapsam iyi olur, siz ne önerirsiniz” dedim.
“ilaç – milaç almana gerek yok, otur bir şeyler yaz, bak yeni bir site kuruldu” dedi.
…
Bu sabah sitenin yazarlar bölümünde kendimi de “yazarlar” arasında görünce biraz yüzüm kızardı.
Oradaki YAZARLAR’ın gölgesinde -birkaç satır yazanlardan- biri olarak hem – beni, kendi kendimi iyileştirme yöntemi olarak “oku-yaz” diye uyaran, hem de “yazar” olarak gören sevgili arkadaşlarımın motive etmesiyle kafamdaki bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istedim.
…………….
Bu gün, 40 - 45 yıllık bir aradan sonra sesli ya da görüntülü olarak karşılaştığım bazı arkadaşlarımın “hadi beni tanı bakayım” cümlesi ve “beni tanıdın mı?” soruları karşısında kendimi ne kadar çaresiz, sıkıntılı ve “vefasız” hissettiğimi anlatmak istiyorum.
………….
Gerçekten de uzun yıllar oldu, çok sevdiğim, birçoğuyla çocukluğumun saf, yalansız dolansız tertemiz yıllarını, güzelliklerini paylaştığım, birlikteyken üzüntülerimi unutup yaşama gülerek baktığım arkadaşlarımla, akrabalarımla görüşemeyeli.
Karşılaşma aralığımızın bu kadar uzamış olması kimsenin eksiği, hatası değil tabiî ki. Herkesin içinde bulunduğu koşullar elini kolunu biraz da olsa bağlıyor, öncelikler değişiyor, ihmal edilenlerin sayısı çoğalıyor.
……….
İki yıl önce, katıldığım bir etkinlik sonrası tanıştığım arkadaşlarımla koyu bir muhabbete dalmışken yanımıza dört kişilik bir grup geldi.
Selamlaştıktan sonra ilk soruları
“bizi tanıdın mı?” oldu.
Sorunun başka birine de sorulmuş olabileceğini düşündüm ama gelenler doğrudan bana bakıyorlardı.
Ezilip büzülerek ve son derece mahcup “bir yerlerden çıkaracağım….., sesinizin tonu bana birini hatırlatıyor, benzettim ama… gibi bir takım cümleler geveledim ama bu arada da ter topuğumdan çıktı..
İçlerinden biri “sen hiç değişmemişsin” dedi.
Benim yaşlarımda olanı “yaşlandıkça anneme benzediğimi “söyledi. (Anladım ki bu insanlar bizim aile bireylerinin görüştüğü kişiler)
Yanda duran hanımefendi bir şeyler söyledi, kendilerini hatırlayamamış olmamın ayıbını yüzüme vurarak
Sadece geride duran acıyarak bakıyordu yüzüme.
……….
Halime acıyan açıkladı kimler olduklarını.
Kendisini tanıyamadığım için beni ayıplayan genç ve çok bakımlı hanım çocukluğumuzun da birlikte geçtiği, sonra tercihini “ev kadını” olmaktan yana kullanan bir mühendis arkadaşım.
Yanındaki bey, sadece nişanlandıkları gün bir saat kadar gördüğüm eşi.
Diğerleri de bir kez karşılaştığımız (sanıyorum nişan günü) eşinin akrabaları.
……….
Gülümseyerek özürler diledim ama tepem de attı yani.
Ben hanım efendiyi son gördüğümde uzun simsiyah saçları vardı omuzlarından aşağıya dalga dalga yayılan.
Gözleri kömür karasıydı, her baktığımda içimden “benim gözlerim de onun kadar güzel olsaydı” diye geçirirdim.
Herkes gibi giyinir herkes gibi konuşurdu.
En önemlisi
İngiltere kraliçesi gibi burnunu havaya dikip “hadi söyle bakiyim ben kimim” demezdi.
O yıllarda biz, kollarımızı on metre öteden açarak koşardık birbirimize.
Çok şeyimiz benzeşirdi
Fotoğraf çektireceğimiz zaman hangimizin önlüğü daha yeniyse onu giyerdik.
Büyüyünce birbirimizin rujlarıyla boyadık dudaklarımızı.
Birimizi seven oğlan, ötekinin kardeşi oldurdu …..
…………..
Hanımefendinin yüzüne baktım içim acıya acıya
Saçlar sapsarıydı, uçlarında da başka birkaç renk.
Gözleri hala çok güzel ve zümrüt yeşili
Konuşması Malatya – İstanbul karması
Edası “küçük dağları ben yarattım, büyükler de babamdan miras kaldı” havası
Ben seni nasıl tanıyayım Sayın İngiltere Kraliçesi.
Biz seninle hiçbir zaman aynı yerde yaşamadık ki…
…………….
Yaşlandıkça anneme benzediğimi söyleyene baktım.
O, beni gerçekten tanımıştı.
Bu cümleyi son birkaç yıldır sıklıkla duyuyordum.
Ama arkadaşım öylesine başkalaşmıştı ki bırakın anne ya da babasına benzemeyi,
Eskiden kendisi olan kişiyle bile benzeşen bir yanı, ilgisi kalmamıştı.
………
Etkinlik sonrası Ankara’ya döndüm,
Düşündükçe canım sıkıldı.
Aradan çok zaman geçmiş olsada duygularımı sizlerle paylaşmaya karar verdim.
……………
Şimdi rica ediyorum, çok rica ediyorum.
On, yirmi, otuz yıl aradan sonra sesinizi duymaktan öylesine mutlu oluyorum ki…
“söyle bakayım ben kimim”
“beni tanıdın mı”
“seni vefasız, sesimi bile unutmuşsun” cümleleriyle
Mutluluğumu mahvetmeyin.
Unutmayın,
Aslında siz de beni tanıyamadınız, o yıllarda biz birbirimizle telefonda konuşmazdık bu yüzden “telefondaki ses” diye bir şeyimiz yoktu.
Görsel olarak ise;
Sizlere bir şey diyemem ama
Ben yaşlandım
Her ne kadar “aaa, sen hiç değişmemişsin” cümlesini duymak gururumu okşasa da
Ben değiştim,
Saçlarımda aklar çoğaldı,
Gözlüksüz okuyamıyorum
Yürüyüşlerim yavaşladı, eskisi kadar hızlı koşamıyorum
Daha ağır konuşuyorum daha az duyuyorum ….vs.
Uzun lafın kısası beni tanıyamazsanız kendinizi zorlamayın, mahcup olmayın, ezilip büzülmeyin,
Hele hele, sizi vefasızlıkla suçlayabileceğimi aklınızdan bile geçirmeyin
Çükü ben,
Cümleye başlarken
“merhaba” diyorum “ben İffet”
Bazen daha detaylı
“Çece Hüseyin’in oğlu İhsan Berktaş’ın küçük kızıyım” diyorum. Adım İffet”
Saygıyla, sevgiyle