ARGUVAN HABER
2011-12-14 09:17:34

ARGUVAN İNSANINI TANIMAK GEREKİR

KADİR İNCESU

kincesu@gmail.com 14 Aralık 2011, 09:17

‘Arguvan insanını tanımak gerek’
 
KADİR İNCESU
 
Geçtiğimiz yıl Arguvan’a gidemedim. Annem de gidemedi. Ki o her yıl mutlaka giderdi. Hastalıklar yakamızı bırakmadı bu kez… Fırsat bulur bulmaz da koştuk Arguvan’a…
Bu yıl öncekilerden farklı bir Arguvan tatili yaşadım. Geçtiğimiz yıllarda tanıştığım Rıza Parlak ile fırsat buldukça köylere gittik. Bol bol da fotoğraf çektik…
Bu nedenle öncelikle yol arkadaşım Rıza Parlak’ı anlatmak istiyorum sizlere…
 
İsa Çelik 2006’da Arguvan’da fotoğraf çalışmaları yapar bir süre… O süreçte İsa Çelik’e mihmandarlık yapan Rıza Parlak da tutulur fotoğrafa… Arguvan’daki hemen hemen bütün köyleri ve herkesi fotoğraflamaya başlar… “Duyguların Rengi” ve “Boynu Bükük Nergis” adlı iki şiir kitabı olana Rıza Parlak şimdilerde şiirsel fotoğraflar çekiyor. Rıza olaylara hep olumlu gözle bakan bir dostum. Yüzü hep güler, somurttuğu pek görülmemiştir… Gökağaçlı Veysel’in en iyi dostlarından biridir.
Arguvan Bellikler doğumlu ozan Rıza Parlak yaklaşık iki yılda 50 köy, 40 mezra gezerek 3000 fotoğraf çekmiş… 110 fotoğrafı da doğdukları topraklara gidemeyen hemşerileri için bir sergide sergilemiş.. Şotik, Kurugöl, Eşkinli, Musukan, Asar, Çermik, Mamusa ve daha onlarca köy... Doğduğu köyde yalnızca iki hane kaldığını üzülerek anlatan Rıza Parlak “Kışın köyde kimse kalmıyor. Bu sessizlik beni çok üzüyor. Bu nedenle fotoğraf çekmeye karar verdim.” diyor… Bir şiirini paylaşayım en iyisi Rızanın da…
 
Boynu Bükük Nergis
 
“Dolaştım köyümü hani beyleri,
Gidenler bir gün, gelir mi dersin.
Baykuş tapulamış bütün evleri,
Sahipleri geri alır mı dersin?
 
Kırık pencereden rüzgarın sesi,
Gerdo dayı nerde, bura neresi?
Ağla sende ağla, Bellik deresi.
Gurbetten bir haber, geldi mi dersin?
 
Vardım arılığa kırık petekler,
Boynun bükmüş nergis, beni mi bekler.
Koca bir hiçmiş bütün emekler.
Göçten sonra bir şey, kalır mı dersin?
 
Hiçbir seda yok insana dair,
Kesilmiş ağaçlar çıplak bir çayır. 
Bağrına taş basan, yukarı bayır.
Oturup ağlasam, yerimi dersin?
 
Çökmüş evin damı pencere kırık,
Bu nasıl bir düzen, nasıl ayrılık?
Yiğitler yaşardı hep pala bıyık.
Ölüler bir daha, gelir mi dersin?
 
Ağla çeşme ağla, çağlamak ne ki,
Sesini uzaktan duyarlar belki. 
Doğmuş bir anadan, kim kalmış baki?
Anlımda ki ecel, teri mi dersi?
 
Baka baka gamdan aldım yükümü,
Bu nasıl afetti söktü kökümü.
Oturup kâğıda yazsam öykümü.
Kim bilir garibin, biri mi dersin?
 
Yaşam ne olur, kalsam ne yazar.
Oturup rüzgâr’la eydim pazar.
Servettim bir bulut, yüküm ahu zar.
Bu Rıza delinin, biri mi dersin?”
 
 
Arguvan Türküleri…

 
Arguvan türküleriyle ilgili her türlü bilgiyi Hüseyin Şahin ve Süleyman Özerol’un hazırladığı Arguvan Türküleri adlı kitapta bulabilirsiniz…708 sayfalık kitapta Arguvan Türküleri ve yöreyle ilgili her türlü bilgiye ulaşmanız mümkün… Vakfımız tarafından yayımlanan bu kitabı mutlaka edinmenizi öneririm.
 “Arguvan türküleri bazen sevda, hasret, ayrılık yüklüdür. Bazen de acıların, dertlerin, dile getirildiği motiflerle haykırır bizlere… Bir bakarsınız tarlada ekin biçerken “Hon türküsü” olmuş, bir bakarsınız ot biçmede, harmanda, el taşında bulgur çekerken ezgiler akıvermiş Arguvan insanının gönlünden… Yaylaya doğru yollandığınızda sürüsünü otlatan çobanla karşılaşırsınız. O zamanda çobanın kavalından süzülen dertli, içli mi içli bir ezgi olmuştur. Delikanlıları askere uğurlama törenlerinde bağlamanın telinde “otuz üç gün oldu asker olalı/ Ana ben ölürüm sen geleneçe” diye dile gelmiş; sevip de kavuşamayan delikanlının gönlünde “Yarin mendilinin ucunu yaktım/ Tükettim ömrümü yola baktım” diye kara sevda olmuş çağıldıyor, gurbete çalışmaya giden Arguvanlının geride kalanlara yaktığı bir gurbet türküsü olmuş “Köyüm sana gurbet bana/ Ara ki bulasın beni/ Ben ağlarım yana yana/ Ara ki bulasın beni diyerek… Arguvan ezgileri form olarak ağıt şeklinde de ortaya çıkar ve der ki; ! ‘Sen de dut ki salacamın ucundan/ Düğün bayram gibi savalar beni…’ İşte Arguvan ağzı ezgiler, bir bakıma yaşamın kendisidir aslında”
 
Tanıdığım Arguvanlı Şairler…
 
Rıza Parlak ile pek çok köye gittik. Uzun uzun sohbetler ettik. Gördük ki Arguvanlılar şiiri çok seviyor. O nedenle klasik bir gezi yazısı yerine, tanıma olanağı bulduğumuz dostlarımızın dizelerini paylaşmak istedik sizlerle…
Arguvan’ı sizlere daha iyi tanıtmak için bazı şair ve ozanlarımızın şiirlerinden de örnekler vermeye çalışacağım. Genç şairlerden Eda Kızıl’ın “Arguvanlım” adlı şiiri örneğin…
 
“Ben bir Arguvanlıyım;
Hep umutla bakar gözlerim.
Kardeşlikle, barışla uzanır ellerim,
Sonsuz sevgiyle doludur sözcüklerim,
Ben yüreğimi türküyle beslerim
 
Ben bir Arguvanlıyım;
Cemlerle, semahlarla açılır kollarım,
Atamın izinde ilerler hep adımlarım,
Nefret kapanır, barışa açılır kapılarım,
Yalnız sevgiyi, huzuru çağırır dualarım
 
Ben bir Arguvanlıyım;
Yani sevdiğine hasret kalan,
Canını sazına takıp ona türküler yakan,
Sesini ona türkülerle duyuran
Sevdiğine de türküye de doymayan 
 
Ben bir Arguvanlıyım;
Sevinci de acıyı da paylaşarak yaşayan
Çıkarı için dost olmayan
Aklını kurnazlığa değil, doğruluğa çalıştıran…
 
Sen de bir Arguvanlısın;
Eğer yüreğinde sevgi taşıyorsan,
Kötülükten uzak, iyiliğe yakınsan,
Sazına, sözüne, yârine bağlıysan,
Türküye de yârin kadar âşıksan…”
 
 
Kazım Eroğlu’ndan “Aydınlığa Dönük Yüzler…”

 
“Aydınlığa Dönük Yüzler” adlı kitabı dört yıl önce yayımlanan şair Kazım Eroğlu Arguvan’ı bakın nasıl anlatmış::
“Arguvan yalnız bir çarşı
Sorsam derdimi arzuhalci
Ah aman aman
Şu ahlarımı amanlarımı toplasam toplasam
Yüklesem göldağına, beydağına
Dağlar çekmez yükümü çığırır
Atsam atsam fırata
Donup kalır da Fırat
Bağır
Bağır
Bağır
Angara sağır”
 
Arguvanlı Aşık Sefili’ye göre Arguvan türkülerinin en büyük özelliği söz ve müziğinin insanın yüreğinin derinlerine işlemesi…
“Bir sabah uğradım o zalım yara
Hoş geldin sevdiğim demedi bana
Çatmış kaşlarını bakmaz gözüme
Merhaba sevdiğim demedi bana”
 
Kurugöllü Mehmet Mustafa Çıplak ise Arguvan’a olan sevgisini
“İçimde hasretin özler dururum
Gün gelir derdinden ben de ölürüm
Dönemem gurbetten orda kalırım
Gözlerim yolunu canım Arguvan”
dizeleriyle anlatıyor…
 
İsaköylü şair Ali Rıza Uğurlu da, Arguvan’ı cennete bile değişmeyeceğini özelikle vurguluyor:
“İşi gücü olan senden ayrılmaz
Gurbet cennet olsa gine durulmaz
Güzel Arguvan’ım sana doyulmaz
Sende sevdan ile kalan sevinsin”
 
Aşık Sevim Emir’e de söz vermeli, Arguvan deyince:
“Yiğit olur Arguvan uşağı
Beline bağlanmış gayret kuşağı
Ekinler sararmış eğmiş başağı
Arıtın çölünde baba ocağı”
 
Aşık Sevim Emir’den söz etmişken Arguvanlı Aşık Balı’yı da anmalı:
“İlkbaharda çayır çimen bitince
Açılır nergisi, gülü Arguvan
Bülbül konup gül dalına ötünce
Söyler dertli dertli, dili Arguvan”
 
Şair Rıza Parlak da sevgisini dizelere dökmüş:
“Arguvan ilçemdir yöremse Atma
Göç köyümü yıktı, hesaba katma
Rıza Parlak der ki beni ağlatma
Güzelsin, incisin, şirin Malatya…”
 
Ekberi’den Şiirler…

 
Çavuş’taki ablasının evinde ziyaret ettik Ekberi’yi Yeni kitabı “Aşk ve Gurbet”i imzaladı..
Şiirler okudu… İlerleyen günlerde ayrıntılı bir söyleşi yapacağız Ekberi ile…
Hem aşığın hem hayranın
Sonu ölüm bu yaranın
Ekberi’yi Arguvan’ın
Toprağından, taşından sor
 
Ali Rıza Çıplak’tan “Duygu Pınarı”

 
“Duygu Pınarı” adlı bir de şiir kitabı olan Ali Rıza Çıplak ile Malatya’da tanıştım. Ağırlıklı olarak sevda şiirleri yazan A. Rıza Çıplak Arguvan ağzı türkülerle birlikte kendi bestelerinden oluşan bir kaseti de bulunuyor.
 
Özlemin büyüktür, hasretin acı
Yıllardır çekerim ey güzel köyüm
Sinende büyüdük kardeş ve bacı
Sanadır özlemim ey güzel köyüm
(…)
Ormanın, suların çoktur otağın
Ey güzel ellerim, baba ocağım
Kim derdi ki senden ayrılacağım
Bendedir özlemin ey güzel köyüm
 
Ağadan beylerden geliyor soyum
Atma aşiretim Şotik’tir köyüm
Ana kucağı gibi olmuyor doyum
Rıza’yadır özlemim ey güzel köyüm
 
Arguvan’a Pucaramanta geldi….

 
Uluslararası türkü festivalimiz her yıl renkli görüntülere sahne oluyor. Bu yıl da Peru’dan bir grup geldi: Pucaramanta… Peru’nun İnka kabilesinden gelen Kızılderililer… Pucaramanta ‘Kızıl Topraklardan’ anlamına geliyor. 500 yıllık aşk, sevgi, doğa, insan, yaşam ve hayvanları ve anlatan şarkılar söylüyorlar, Grubun tek kadın üyesi de Arguvanlı Sevda Bozkurt…
Yerel giysileri içersindeki müzisyen dostlarımız keyifle izlendi.
Sevda Bozkurt Pucaramanta ile ilgili olarak şunları anlattı: “Biz barışın ve doğanın temsilcileriyiz. Arguvan’da Kızılderili müziği seslendirmek beni çok heyecanlandırdı. Müziğin dili tek ve bir yerde birleşiyor. Biz saz çalıyoruz, Kızılderililer de davul ve kaval çalıyorlar Arguvan’da olmak bizim için önemli… Arkadaşlarıma da Arguvan türküleri söyledim. Acı ve hüzün hissettiklerini söylediler bana..”
 
Babamın Şiirleri

 
Süleyman Özerol’u Hüseyin Şahin ile birlikte hazırladıkları Arguvan Türküleri adlı kitap nedeniyle tanıyordum. 4 yıl önce festivalde de tanışmıştık. 2 yıl kadar önce de babasının şiirlerini “Babamın Şiirleri” adıyla kitaplaştırdı Süleyman Özerol… Hem babasını hem de kendisini ziyarete gittik Ballıkaya’ya… Babası hala çalışıyor. Ballıkaya’ya gittiğimizde O da bağdaymış… Güneşin batmasına yakın geldi evine… “İçimden geçenleri yazıyorum.” Diyor gülümseyerek… Bize de bir dörtlüğünü paylaşmak kalıyor.
 
“Özerol hayatımı şiire döktüm
Ulu sular gibi çağladım aktım
Bazen hasret ile yollara baktım
Yavrularımı da unutamadım
 
Başaranlar…


Başaran ailesiyle tanışmamız da sürpriz oldu açıkçası… Bizim için büyük bir kazanç oldu bu tanışma… Başaran ailesini anlatan bir yazıyı dergimizin sayfalarında Süleyman Özerol’un kaleminden okuyacaksınız. Hüseyin Başaran evlerinin bahçesinde çevreden topladığı eski eşyaları –en eskisi yaklaşık 150 yıllık- sergiliyor. “Sıcak Güneş” adlı bir de şiir kitabı var. “Mezirme’de Eskimeyen Yüzler” adlı hazırlıkları devam eden bir çalışması da var Çalışmasında son yüzyılda Ballıkaya’da yaşamış özgün kişileri anlatıyor. Hüseyin Başaran’ın. Selahattin Başaran da emekli… O da yazın çalışmları yapıyor, ağırlıklı olarak çocuk öyküleri kaleme alıyor. Hüseyin Başaran’ın dedesi ve babasını anlattığı birer şiirini aktarmak istiyorum sizlere:
 
MEZİRME’DE ESKİMEYEN YÜZLER
 
ÂŞIK YUSUF DEDE
(Yusuf Başaran)
 
Tellerin sesiyle mi, Yedi Âşık’ın diliyle mi?
Aşkı muhabbetin yoluyla mı, Sırr-ı Hakikat’in demiyle mi?
Sevdanın yeliyle mi, hal ehlinin haliyle mi?
 
Taşlara dil kazandıran estetiğiyle mi?
“Haydı üçleyelim!”
“Ya Hak, ya Allah” coşkusu ile mi?
Karadirek1le ayin-i cem olanların “sıdk ile” deyip kendinden geçen avazıyla mı?
Canda can olup, içindeki canı gören gözü ile mi ortaya koydu onca güzellikleri Âşık Dede?
Elbette ki binlerce yıldan beri süregelen usta-çırak ilişkisinin payı çok bu önemli yaratıcılıkta…
Aleviliğin sözlü edebiyatındaki aşk suyu, gönül gözü yoğurdu Yusuf Dedenin hamurunu.
Bu gerçek ve coşku onun parmaklarına öyle yansımıştı ki; yaptığı bağlamaları çalarken, parmakla gösterilen orkestra şefi gibiydi.
 
Yaptığı otuz beş mezarın her biri yaratıcılığın sembolü gibi.
Karasabanlar, şahralar, çatmalar, ekmek tahtaları, dibekler, duvar taşlarına kazıdığı yazı örnekleri;
Dedenin yaratıcılığı ile estetik beğenisinin uyumunu sergiliyor hala.
Dede, muhabbet sofralarının hem sesi hem kulağıydı.
Cemlerin Telli Kuran’ı…
Deyişlerin, semahların, taşlamaların, mersiyelerin, gazellerin Anadolu’daki usta temsilcilerinden biriydi.
“Semahlar” ve “Pir Sultan” uzunçalarlarını hazırlarken Ruhi Su ustanın ana kaynağı oldu.
 
 
Çevre köylerde birçok bağlama ustasının da hocası; Murtaza Takmaz, Hacı Şahin…
Yusuf Dede, oğlu Mustafa Başaran Dede’yi de küçük yaşta eğitmeye başlamış. Onu da geleceğin ustalarından biri konumuna getirmiş. Çünkü Mustafa Dede, müzikte ses genişliğinin hiçbir boyutunda perdesi bozulmadan ustalığını ortaya koydu.
 
Dede, bin dokuz yüz otuz sekiz yılında bir taş plak doldurmuş; ancak, bugüne kadar izine rastlayamadık.
 
Dedenin mirasını torunlarından Hüseyin Başaran, Yusuf Başaran, Nurullah Erol, Necdet Başaran, Hasan Hüseyin Kutlu sürdürmekte.
Bizler, onun zengin dağarcığının ceplerinde büyüdük.
 
Yusuf Dede’nin bağlamadaki ustalığı, içine sindirerek yorumlaması, temsil ettiği dedelik kurumunun sırrı hakikatinde yatan gerçeklerin ona yüklediği görevden ve kuruma olan sadakatinden de kaynaklanıyordu.
 
İyi ki vardınız sevgili dedem…
Ellerinden ve yüreğinden öpüyorum.
 
SEVGİLİ USTAMIZ MUSTAFA BAŞARAN
 
Demin devranından geldi babam,
Sözün ırmağından,
Bir yanında Pir Sultan, türküler yağdı gönül dalından.
Toprağın kokusuyla söyledi deyişleri.
Rüzgârın kanadıyla,
Muhabbet sofrasında derviş oldu.
İnceliğin yüz ölçümünde üç nokta…
Tırmandık sesine
Tutunduk dizlerine,
Çocukluğumuzun gece yazında
 
Ali Rıza Uğurlu

 
“Şiir tarihin en güvenilir şahididir” diyen İsaköylü ozanlarımızdan Ali Rıza Uğurlu’yu Rıza ile köyünde ziyaret ettik. Dördü şiir olmak üzere yedi kitabı bulunan ozanımız aynı zamanda çok iyi bağlama çalıp, türkü de söylüyor… “Dünden Bugüne Oğuzların Uzantısı Arguvan’ın İsaköyü” adlı kitabında İsaköy ile ilgili bilmek isteyeceğiniz her şeyi bulabilirsiniz.
O akşam bize Ercan Göksu da eşlik etti… Uzun yıllar Almanya’da işçi olarak çalışan ozanımız iki ülke arasında mekik dokuyor… Aşağıdaki dizeler de Ali Rıza Uğurlu’dan…
“Beni ben gibi anlan Gafil hep yanılır yalana kanman
Bu dünya dönüyor duracak sanman
Gözdeki perdeyi delin de görün”
 
Arguvan’ın gururu Hacı Engüzel…

 
Arguvan ağzı türküleri en iyi yorumlayan isimlerden birisi de Hacı Engüzel’dir. Beş yıl kadar önce, Arguvan kültürüne katkılarından dolayı bir plaket de verilen Engüzel “Arguvan türkülerini en güzel söyleyen benim. Üstüme daha yok. Bana iyi baksınlar. Arguvan’ın bir Hacı’sı var, daha neyi var.” diyor… Ne yazık ki Hacı Engüzel’in yayınlanmış bir albümü yok. Onu dinlemek istiyorsanız, Arguvan’a gelin mutlaka… Sizi kırmayacak ve birkaç türkü de söyleyecektir. Halpuz’daki evinde ziyaret ettiğimiz Hacı Engüzel bize bir şeyler ikram etmek için deyim yerindeyse etrafımızda dört döndü. “Üç yaşımdan beri türkü söylüyoru” diyen Engüzel bizi de bir türküyle uğurladı:
 
“Ah aman dereye aşağı zeytin ağaçları aman aman
Ah aman uyanmış erkenden ötüyor kuşlar aman aman
Ah aman Azrail can yerine can alsa aman aman
Ah aman insan sevdiğine bir can bağışlar
Sunam aman aman yar aman aman
 
Örtse gözlerimi engin bir diyar
Mezarımı sağlara kalsın yadigâr
Göğnümü çigneyip giden hain yar
Belki mezarıma uğrar da gider”
 
Nazım Hikmet Çınarı
 
5 yıl kadar önce Mehmet Kızılay başkanlığındaki Arguvan Belediye Meclisi, Nazım Hikmet’in vatandaşlığa kabulü halinde, mezarına ev sahipliği yapmak istediklerini belirten bir karar alarak, kararı TBMM’ye de yollamışlardı. O günlerde, türkü festivalinin yapıldığı meydana da Nazım Hikmet Meydanı adını vermişlerdi.
Eymirli Ersoy Eren de o günlerde evinin bahçesine bir çınar ağacı dikmiş Nazım için… O Çınar büyüyor gün geçtikçe…

Ersoy Eren, Eymir’deki evinin bir odasını da küçük bir müzeye çevirmiş. Eymir ve çevre köylerden topladığı –aralarında 100–150 yıllık olanlar da var- tarım araç gereçleri, marangozluk aletleri, düvenler, dibekler, el aletleri, kap kacaklar ve fotoğraflardan bir müze oluşturmuş. Amacı daha geniş bir alanda sergilemek topladıklarını..


Sergi odasında Arguvanlı yazarların kitaplarından örnekler de bulunuyor…
Eymirli halk ozanı Aşık Bektaş Kaymaz’ın şiir kitabını karıştırdım bir süre:
“(…)
Vakit gelir bahçelerde gül olur
Akar gözyaşlarım, coşkun sel olur
Aşık Kaymaz yana yana kül olur
Gafil bir taş değdi mevladan bize
(…)”
 
Suna Yenge’den şiirler…
Memiş Dayı ve Suna Yenge Kızık’ta yaşıyorlar.. Bir sabah, Rıza ile çaldık kapılarını…
Uzun uzun sohbet ettik. Meğer şiir de yazıyormuş Suna yengemiz…
Fransa’da yaşayan çocuklarına olan özlemini dökmüş dizelere:
 
“Hasta mısın iyi misin bilemem
Çaresizim ben yanına gelemem
Ben sizleri içimden silemem
Gitme yavrum gitme gurbete
 
Aylar geçti yıllar aradan
Sizleri korusun ulu yaradan
Unutma ki annen baban burada
Gitme yavrum gitme gurbete
 
Malatya ile Fransa arası
Bitmez oldu şu gönlümün yarası
Şirin geldi gurbet elin parası
Gitme yavrum gitme gurbete”
 
 
Muharrem Topçu
 
Bir akşamüzeri Rıza ile Battal İlgezdi Dost Eli Parkında oturuyoruz. Âşıklar Anıtı önünden anıttaki figürlerden birisine benzeyen birisi geçerken, Rıza ile gözgöze geldik. Hemen amcanın yanına gidip, fotoğrafını çekmek istediğimizi söyledi. “Kimsiniz, neden fotoğrafımı çekmek istiyorsunuz?” diyerek bize sorular sordu…
Dedemin arkadaşı çıktı Muharrem Topçu…

Bir gün, çocukları Muharrem Amca ve Şehriban Teyzeyi İstanbul’a getirirler. Kalış süresi uzadıkça Muharrem Amcanın canı sıkılır… Oğulları da biraz daha biraz daha diyerek oyalarlar anne babalarını…
Sonunda bir şiir yazar Muharrem Amca… Şiiri okudukları günün ertesinde biletlerini alırlar..

“İstanbul’a vardım binalar çoktur
Sanki sazın teli kopmuş düzeni yoktur
Halkı araştırdım sordum perişan çoktur
İşte böyle gördüm böyle İstanbul
 
İstanbul’a vardım kişisi çoktur
Yarısı işe gider gardaş yarısı boştur
Para çok olursa İstanbul hoştur
İşte böyle gördüm böyle İstanbul
 
Kapıları kitlemişler kimseye açmaz
Fakirin halinden hiç kimse sormaz
Zenginin gülleri solar ama bir zaman solmaz
 İşte böyle gördüm böyle İstanbul
 
Çocukları görmüşüz olmuşuz mutlu
Halkın yarısı kumaş giymiş yarısı kotlu
Yarısı ceket giymiş yarısı montlu
İşte böyle gördüm böyle İstanbul
 
Evsizler derelere çadır kuruyu
Etrafında sahipsiz köpekler uluyu
Üç saat oldu geçtik Bolu’yu
Yolumuz Arguvan’a döndü şükür İstanbul
 
Arguvan dediğin bir ufak kaza
Yarısı Türk oturur yarısı Zaza
Elimden gelseydi gardaş vururdum saza
İşte böyle gördüm Arguvan böyle İstanbul
 
Muharrem Topçu’yum eyledim beyan
İncele sözümde v ar mıdır yalan
Kim ne derse desin filanla falan
İşte böyle gördüm beyler böyle İstanbul
 
 
Arguvan’ın Yolları Hala Toz Duman İçinde…
 
Malatya’dan Arguvan’a rahatça ulaşmak mümkün… Arguvan’dan da Şotik’e (Aşağı Konak). Ya sonrası… Sonrasını tarif etmek o kadar zor ki… Yılar önce yaşadığım bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim.
Sabahın erken bir saatinde Arguvan’a gelmek için, Kurugöl’den yola çıkmıştım. Yolcu olan bir köye gitmesi gereken minibüs, yokuşu çıkamıyordu. Şoförün yanında oturduğum için, arka taraftaki iki bayan yolcuya seslendi şoför: “Hanımlar rica etsem, biriniz en arkadaki koltuğun soluna, birinizde sağına oturur musunuz? Yoksa yokuşu çıkamayacağız.” Böylece zar zor yokuşu çıkmıştı minibüs.
Kısaca yollar kurumuş dere yatağı gibiydi. İrili ufaklı taş doluydu yollar…
Yazın böyleyse, kışın nasıl olur o yollar?
Değişen bir şey yok… Arguvan’ın yolları hala toz duman içinde…
 
Değişim…

 
Gezdiğimiz yerlerde ilginç olaylarla da karşılaştım. Birisini paylaşmak istiyorum. Çok yakın bir akrabamın evindeyiz. Akşam serinliği çökmüş… Kapı önünde oturuyoruz. Köyün sığırı da gelmiş… Akşamları neskafe keyfi yaparlarmış. Kahveler ve yanında süttozu geliyor beş dakika içinde… Şaşkınım. Çünkü buzdolabında sabah sağılan sütler var. Az ilerde de zaten inekler sağılıyor. Ama masamızda süttozu var. “Ne yapalım biz buna (süttozu) alıştık diyorlar… Aslı varken yapayına alışmak…
Kurugöl’de bir sürpriz yaşadım. Annemin 1971 yılında yaptığı etamin üzerine bir işlemeyi gördüm… Mutlu oldum. O gece kaldığımız odanın kapısının arkasında da başka bir sürpriz bekliyordu beni. Nazım Hikmet’in şiirinin olduğu bir ayraç… Uykuya Nazım’ın şiirini okuyarak daldım…
 
 
Arguvan insanını tanımak gerek…
 
Mehmet Güler’i vakfımızda yapılan etkinliklerde tanıdım.”Eğitim Uğruna” adlı kitabından bir şiirinin bir bölümüyle bitirmek istiyorum yazımı:
 
Arguvan’ı nasıl anlatsam size?
Arguvan’ı görmek değil
Arguvan insanını tanımak gerek
Arguvan bizim ilçemiz
Her karış toprağında var izimiz
İstanbul’dayız ama
O topraktadır gözümüz
Arguvan’ı görmek değil
Arguvan insanını tanımak gerek
 
 
Ne kadar doğru söylemiş Mehmet Güler: “Arguvan insanını tanımak gerek”
 
Not: Yazıyı bitirdiğim dakikalarda Rıza Parlak aradı. Mesajını olduğu gibi iletiyorum: “Arguvan Halk Kütüphanesinde Arguvanlı ozanların, yazarların kitapları yok… Yazar dostlarımız Arguvan Halk Kütüphanesine birer kitaplarını yollasınlar lütfen… Araştırma yapmak isteyenler için bu konuda yeterli kaynak yok…”















































































Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.