Arguvan Türkü Festivali’ne Doğru:
TÜRKÜLER HAYATIN FİLİZLENDİĞİ TOPRAĞI SEVER
Bir kez daha türkü yolculuğu başlıyor. Bir kez daha Arguvan ve Arguvan’a yakın olanlar türkülerin diyarına yol alıyor. 23-24 Temmuz’da yapılacak olan 15. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali’ne sayılı günler kaldı. Hem de araya giren Covid-19 pandemisinden sonraki ilk türkü festival olarak…
Alanı ve türü ne olursan olsun bir bölgede yöresel kültürün dinamiklerini harekete geçirip geliştirmek ve pekiştirmek çok önemlidir. İnsan tek başına biyolojik, tensel bir varlık değildir. İnsanın kültürel edimle şekillenen ruhsal bir dünyası da vardır. O yüzden çarpık da olsa kent toplumu olduğumuz şu dönemde kültür-sanata dayalı etkinliklerin önemi çok büyüktür. Kimi festivallerin temelini üretime dayalı maddi bir varlık (örneğin karpuz, kayısı, şilebezi, gül, mandalina, portakal çiçeği, kiraz vs.) oluştururken kimini de manevi değeri olan şeyler oluşturur. Türkü Festivalini bu ikincisinden saymaktayız.
Türkü Festivali heyecanı Arguvan’daki Nazım Hikmet Meydanı’nda iki günde başlayıp biten bir olay değildir elbet. Arguvan, Malatya ile birlikte; Arguvanlıların yoğun olduğu büyük şehirlerde yine Arguvanlıların örgütlenmiş olduğu vakıf, dernek ya da ayrıca köy derneklerini önceden içine alarak ilerleyen uzun bir zamana tekabül eder.Bu sene için aynı kapsam geçerli mi bilemiyorum ama genellikle hazırlık çalışması böylesi bir sürece tekabül etmektedir.
15.Türkü Festivali’nin programına göz attığımızda, eski yıllara nazaran içeriğinin ve iddiasının zayıf olduğu fark edilmektedir. Zaten adı “türkü festivali” olan ve organize edilmesi çok da emek isteyen bir etkinliğin içine ülkenin her günü ve her platformunda; her televizyon ve gazetesinde konuşulup tartışılan konulara dair panel düzenlenmesi bence gereksizdir. Böylesi etkinliklerle gazeteci, milletvekili ya da “star” kimi isimleri Arguvan’a taşımanın gerçek anlamda Türkü Festivaline bir katkısı yok; olsa olsa en basitinden popülizme yaslanıştır. Ki programda yerel seslerin çok az oluşu ise tartışma götürmeyecek bir eksikliktir. Kendi gerçeğine sırtını dönen bir festivalin zaman içinde ruhu çoraklaşan bir etkinliğe dönüşmesi kaçınılmazdır.
Program hazırlanırken kültürel ağırlığı olan “türkü” ya da “konser”ler dışında bugün yereli ilgilendiren en önemli konu Arguvan ve çevresinin geleceğine dair olandır. Bundan çok yıllar önce, Bergama’da, Kaz Dağı’nda, Madra Dağı’nda, Artvin’de vs. imhacı ve vahşi madencilikle doğamızı sömürüp kirletenlerin işleri bittiğinde yönlerini başka bölgelere çevireceğini pek ala tahmin ediyorduk. Bugün maden şirketleri gözlerini doğuya da dikmiştir. Arguvan ve çevresi de –ki Arguvan, Hekimhan’dan, Yeşilyurt’tan, Pütürge’den, Divriği’den, İliç’ten vs. ayrı tutulamaz- maden elde etmeye yönelik faaliyetlerin başladığı; onlarca projenin hazırlandığı, yüzlerce maden arama izninin verildiği bir ilçedir.
Denilebilir ki yerelimizin belki de panel, konferans gibi etkinlikler düzenlenmesi gereken konuların başında çevre ile ilgili olanlar varken, olan veya olma ihtimali duranı görünmez kılırcasına davranmak çok düşündürücüdür. Unutmamak gerekir ki bugün İliç’te altın madeni faaliyeti çalışmasında Fırat’a siyanür karışması gerçeğin yok sayılması, gündelik çıkarların geleceğe kurban edilmesi anlayışının sonucudur.
Aydın olmakla, bilinçli demokrat olmakla övünen kimi “ileri gelenler”den olsun ya da olmasın toprağımız insanının doğamızı tahrip etmeye, ekolojik dengeyi bozmaya, topraklarımızı insansızlaştırmaya yönelik çalışmalara karşı duyarlı olmak, toplumu aydınlatmak; bu konudaki gelişmelere gününde müdahale etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Eğer o topraklarda türkülerin hiç susmaması, yeni türkülerin yakılması ikliminin daim kılınması isteniyorsa festival sürecini yanlış ve vahşi madencilik politikalarına karşı farkındalık oluşturma noktasında iyi değerlendirilmesi gerekiyor.
Çünkü insan hayatını tehlikeye atan ekolojik dengenin bozulduğu yerde kuşlar gibi türküler de susar. Direniyorlar diye destek verip alkış tuttuğumuz Milas’taki İkizköy ya da Rize İkizdere’deki köylülerin mücadelesi onlar sudan şeyleri bahane ettiği için değil, yaşam alanlarına girildiği için çıktı. Anadolu’nun derelerine, ormanlarına, zeytinliklerine, tarlalarına giren maden patronları ne Arguvan’ı, ne de başka bir yeri bu kapsamın dışında tutmadı, tutmayacaktır. Temmuzun sıcağında türkülerimiz kadar toprağımızın iç sesini de dinlememiz gerekir. Madencilik çalışması yapanların her yerde işlerini sinsice bir plan çerçevesinde; halkı doğru biçimde bilgilendirmeyerek, jandarmayı yanına alıp yargıya rüşvet vererek hallettiklerine dair ülke genelinde birçok örneğe hep birlikte tanıklık ettik. O yüzden bilincimizi canlı tutmak durumundayız. Arguvan’ı çevreleyen dağlar, yaylalar çobansız, arısız; topraklar insansız kalmasın, su kaynakları kurumasın, kirlenmesin. Festivale kaynaklık eden türküler susmasın. Bunun içindir toprağın, toprağın insan dahil, bütün canlıların yaşamını karşısına alan vahşi madenciliğe hayır deyişimiz.
Sesimiz türkülerimizde de karşılığını bulmalıdır.