Etkileşim ve İletişim...
Müslümanlar tebliğ- davet, iyiliği hatırlatma ve kötülükten sakındırmak için nasihat etme ameliyelerini sanal ortamlardaki yaptıkları paylaşımlarla sınırlandırdılar veya avunuyorlar.
Söz söze, diz dize, göz göze, el ele bir davet, tebliğ, paylaşım- nasihatleşme terk edildi.
Facebooktaki bir paylaşım, telefondan bir mesaj, twitterdan bir kelime, yazıya yapılan yorum ile hayrı- iyiliği- adaleti yaygınlaştırdığını veya bu sorumluluğunu yerine getirdiğine inanan müslüman kuşağına eriştik.
İnsanlar içinde pasif, dinleyici, suskun, müdahale etmeyici, ertelemeci, sözünü sanal ortama havale eden müslümanlar toplumsal dönüşüm sorumluluklarını yerine getirmiş olamazlar.
Her araç, bir yöntem ve ahlak üretiyor.
Bunu bilinçli yapanlar olduğu gibi, farkında olmadan yaşam reflekslerini bu şekilde ifade edenler çoğunluktadır.
Sosyal medyada paylaşılanların binde biri söz- tavır- amel olarak gerçek yaşamda dile- göze- ele- ayağa- kalbe- akla yansıması olsaydı, toplumsal şuurumuz- ahlakımız farklı yerde olurdu.
Sanal paylaşımlar insanı görevini yerine getirmiş gibi göstermekte, vicdani rahatlatmayı sağlamakta ve sorumluluk ertelemesine yol açmaktadır.
Toplum içine çıktığında orada müdahale kabiliyetini- ruhunu yitirmiş haldedir.
Geriye kalan sürece- statükoya teslimiyettir.
Ruhunun isyanlarını buraya boca ediyor, aklının melekelerini tüketiyor, geriye bedeni kalıyor.
***
Şairin Ameli...
Günümüz Müslüman aydın- şair- yazar ve düşünürlerinin en büyük problemlerinden biri; iman ve amel bütünlüğü sorunudur.
Bir taraftan İslam yaşam pratiğinde anlayış ve ahlakı taşımazlar ama iddia- söz ve düşüncelerinde İslam'ı savunurlar. Bu durumda ne söylediğine bakalım, yaşamı bizi ilgilendirmez tavrı öne çıkmaktadır.
Son olarak Necip Fazıl üzerinden oluşan tartışmada olduğu gibi yaşam pratiğinde İslami hassasiyetleri ve amelleri yaşamayan ama savunan bir insan örnekliği durumu buna örnektir.
Ayrıca bugün bir çok aydın- yazar- düşünür ve şairlerin çoğunluğunda bu yaşam pratiğinin(birey, aile, toplumsal ve siyasal ilişki, para) örnekliğini bulmak çok zor.
Diğer taraftan bir insanın sözünün-iddiasının değeri yaşamıyla paraleldir anlayışı vardır.
Bir insanın öncelikle savundukları değil yaşadıkları önemlidir.
Sözler- düşünceler- şiirler- yazılar yaşamdan soyutlanamaz.
O yüzden sözün değeri iddianın pratiğiyle paraleldir, denilir.
Ne yaşadığıma bakmayın, ne söylediğime bakın, diyenlere mi?
Yoksa hem söylediğime hem de yaşadığıma bakın, diyenlerin eserlerine mi değer vereceğiz?
Bugün Türkiye'de müslüman- muhafazakar- dindar- milliyetçi kesim düşünce- edebiyat öncüleri ile tanışsak, bir kere zihnimizde o kişinin eserlerinden edindiğimiz kimlik birden tuz buz olacaktır.
Ki birçok böylesi tecrübe vardır.
Eserlerini okuduğu insanlarla tanışıp daha arkadaşlık etmeden bile onların kişilik- kimlik- ahlak tasavvurlarına ilişkin beklediklerimizi karşılamayacaktır.
Şu anda popüler olan şahsiyetlerin çoğunun böylesi bir problemi mevcuttur.
Bunda batıdaki aydın tasavvurunu örnek alınması etkili olmuştur.
Çoğu batılı aydının yazdıkları ile yaşamları arasındaki uçurumu bizler maharet zannettik, onu da taklit etmeye başladık.
***
Basiret ve Feraset
Iskalayarak Yaşamaktan, Basiretli Yaşama...
Modernite ürettikçe üretiyor.
Biz tükettikçe tüketiyoruz.
Tükettikçe modernitenin tüm hastalıkları bünyemize sirayet ediyor.
İnsanlığın ihtiyacı olan şeyleri müslümanlar, Müslümanca üretmedikçe kurtuluş mümkün olmayacaktır.
Üretim için öncelikle Iskalamaktan kurtulmalıyız.
Batı'yı taklit ettikçe zamanı ve hakikati ıskalayacağız.
Hep geç kalan, geriden gelen olacağız.
***
Romansız Hareket
İslamcılar roman yazamıyor.
Milliyetçiler tarih övgüsünden öteye gidemiyorlar.
Sol ve liberal kesimin romanları üzerinden edebiyat ilerlemeye devam ediyor.
Roman yazımı olarak daha çok tarihsel olayların romanlaştırılmasını yapabiliyorlar.
Tarih hazinesini har vurup harman savurur gibi kullanmak hoşumuza gidebilir.
Ama bugünün, 21. Yüzyılın insanının, şehirli insanların, kadınların, çocukların, emek verenlerin ve hele hele kendilerinin romanını dahi daha yazamadılar.
Şu anda sadece şiir ile yetiniyorlar.
Ama roman- hikaye olmazsa sinema olmuyor, sinema olmazsa çağın görsel etkileşim aracı ıskalanmış oluyor.
***
Kurum ve İnsan
İnsan maddi olarak bağımlı olduğu kişi, kurum ve yapılar içinde fikirlerini ifade ederken bu ilişki bir çok noktada belirleyici olmaktadır.
Türkiye'de aydın, yazar, entellektüel, akademisyen ve şairlerin çoğunluğu devletin birincil olarak yönetim kapsamı içinde bulunan üniversite, okul, bürokrasi ve diğer görevlerde yer almaktadır.
Özel üniversiteler, cemaatler, tarikatlar ve diğer yapılarla maddi ve manevi ilişkisini kurmuş olanlarda ciddi yekun tutmaktadır.
Para- mevki- makam- güç olarak bu yapılarla bağımlılık ilişkisi içinde bulunan bir insanın her zaman ve her yerde hakikatin dili olması çok zordur.
Onun içindir ki Türkiye'de aydınlar- entellektüeller, yazarlar- akademisyenler ya susarlar, konuşurlarsa propagandist kesilirler, ya da hakikati evirip çevirip kendi konumlarına halel gelmeyecek şekilde değiştirerek ifade ederler.
İnsanların kimlerle, nasıl ve ne şekilde ilişkilendiklerinden habersiz şekilde dinlediğimiz ve okuduğumuzda yalanın- sahte olanın- değiştirilmiş olanın peşinde sürüklenip duracağız.
İlişkilendiğimiz, bağlılıklar oluşturduğumuz kişi, kurum ve kuruluşları aşan- aşacak bir dil inşa etmediğimiz sürece özgürlüğün- adaletin dilinin hakim olması beklenemez. İnsani olarak bazen farkında olarak bazen de olmayarak bu hukukumuz elimizi- dilimizi- aklımızı- kalbimizi bağlıyor.
***
Yabancılaşmak
İnsana, zamana, mekana, hakikate yaklaşan hiçbir şey eskimez.
Etkisini ve değerini yitirmez.
Hakikat değeri arttıkça, kalıcılığı da artar.
Herkes bu hakikate yabancılaştığı için yeryüzünde onulmaz acılar çekmekte, kaotik bir sürece girmektedir.
Var olana yeni, daima yenilenmiş bir bakışla yaklaşabilenler zaman yolculuğuna eşlik edebilirler.
Atıl bırakılmayan akıl ile atıl bırakılmayan kaynaklar arasında bağ korunmalıdır.
***
Şairin Düşünce Dünyası
Düşünce ve hareket hayatımızın en büyük handikaplarından en önemlilerinden biri de öncü rol üstlenenlerin şair kökenli olmalarıdır.
Sol kesim; Nazım Hikmet, Ataol Behramoğlu vd.
Milliyetçi- Muhafazakar kesim; Abdurrahim Karakoç, H. Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek vd.
İslamcı kesim; Mehmet Akif Ersoy, Sezai Karakoç, İsmet Özel vd.
gibi şairlerin oluşturduğu algı, anlayış ve referanslarla yol aldı.
Şairlerin düşünce sistematikleri zayıftır. Duygunun esiri olur, aklın yolunu bırakır, kalbin sesine kulak vermezler. Çoğu kendi kendilerinin yaptığı kibir kulelerinden oluşan saraylarda yaşar; halden, zamandan, mekandan ve yoldan haberleri olmaz. Toplumsal önderliğe soyunur ama toplumdan kopuk yaşarlar.
Duygu ile şuuru ayırt etmek lazım. Şuur akıl ve kalbin birliğinden oluşur. Duyguların esareti ise nefse götürür. Nefis ise duyguları çıkarları, korkuları için istediği gibi yönlendirir.
İnsanımızı tarihsel dokunulmazlık zırhlarına büründürüp anlamsızlaştırmak tehlikelidir.
***
Beklenen Haber!
Heyecanla beklediğimiz haberleri hep uzaklardan bekliyoruz.
Ajanslardan, twitterdan, facebooktan, mesajlardan, televizyonlardan, gazetelerden...
Nedense kendi dünyamızdan heyecanla beklediğimiz hiç haber yok.
Kendimiz için önemli- acil- değerli haber olacak bir şey duymayı beklemiyoruz.
Hep dışardan, başkasından, ötekilerden gelecek haberlere ayarlı kulaklarımız, gözlerimiz, dillerimiz...
Kendi dünyasından haber değeri kazanacak bir dünya yaratamayanlar başkasından gelecek haberlerle ancak avunmaya- avutmaya devam edeceklerdir.
Kendisini varlık aleminin içinde en önemli- faal- aktif- sorumlu bir insan değil özellikle bu zamanda kendi varlık alemini zaman- mekan- imtihan- sorumluluk dışına koyan insan tipi öne çıkıyor. Dışarı ilgilenmek, sorumlulukların inkişafının sonucu değil hayatı artık seyirlik bir oyuna dönüştürmesinden kaynaklanıyor. Seyrediyor; üzülüyor, seviniyor, ağlıyor, gülüyor... Ama hep seyrediyor.
***
İnşa... Yeniden İnşa... Sürekli İnşa...
Bizden öncekilerden bir çok şey devr aldık...
Bilgi, tecrübe, savaş, barış, toprak, mülk...
Aldığımız şeylerin hepsi ideal ve sürdürülmeye değer şeyler değildir.
Ama yaratılışımız hayat yeniden tanımlanmaya muhtaç olduğunun göstergesidir.
Bizden öncekilerden kalanları; fıtrat- vahiy- peygamberlerin tecrübesi- atalarımızın tecrübesi ve insanlığın tecrübesine göre değerlendirerek yeniden inşa etmeliyiz.
Bazı yerleri yıkmalıyız.
Bazı yerleri onarmalıyız.
Bazı yerleri olduğu gibi bırakmalıyız.
Bazı yerleri eklemeliyiz.
Bazı yerleri yeniden yapmalıyız.
İNŞA... YENİDEN İNŞA... SÜREKLİ İNŞA.
Paylaş