ARGUVAN HABER
2018-09-11 21:33:11

OSMANLI AVRUPASINDA YOLCULUK ve SREBRENİTSA TRAJEDİMİZ

RÜSTEM BUDAK

rustem_budak@hotmail.com 11 Eylül 2018, 21:33

Yola Çıkış… Seyahat etmenin beden, ruh, akıl ve kalp sıhhati için vazgeçilmez önemi vardır.
Gezilen yer ve insanlar ile çok boyutlu bir ilişki oluşmaktadır.
Tarih, toplum, insan, coğrafya, kültür, ekonomi gibi çok farklı alanlarda anlam ilişkisi kurulmaktadır. Ve nihai anlamda insan yaptığı gezilerle kendi bireysel anlam dünyasına bir şeyler katmak isteyecektir.
Her gezi insanın kendi içine doğru yaptığı yolculuktur.
İnsan gezide gördüğü, duyduğu, konuştuğu, hissettiği her olgu ve algının Allah ile ilişkisini kurgulamalıdır.
Egenin İncisi: Selanik
a- İpsala Sınır(Hudud) Kapısı... Bir ülkeden bir ülkeye... Geçenler ve geçemeyenler... Geçirilenler ve geçirilmeyenler... Kapıyı kullananlar ve kapıyı kullanmayanlar... Kapıdan geri çevrilenler ve kendilerine kapı açılanlar... Kapının açılmasını bekleyenler...
Dünyanın en farklı kapılarıdır; sınır kapıları... Haber bültenlerinde en çok bahsedilen sınır kapısı; Filistin ile Mısır arasındaki Refah sınır kapısı...
Denizlerin sınır kapısı yok! Avrupa’ya denizden geçmek isteyenlerin geçtiği bir kapı yok!
Sınırları güvenli hale getirmek için teknikler değişiyor. Mayınlı sınırlar... Duvar inşa edilen sınırlar... Bir taraftan da artık sınırların anlamsızlaştığı bir çağdayız.
Sınırlar delik deşik... Korumak ne çare...

a- Şehirlerin dini var mıdır? Şehirlerin ruhu var mıdır? Şehirlerin aklı var mıdır? Şehirlerin dili var mıdır? Şehirlerin sesi var mıdır?

a- Selanik bizimdir! Bizim şehirler içinde ezan okunan şehirlerdir. Ezan okunan şehir İslam şehridir veya İslam şehri olmaya adaydır.

a- İmparatorluk çağı şehirleri karma şehirlerdir. Farklı dil, din ve kültürlere ait kesimler bir arada yaşadılar. Ulus devlet çağı şehirleri tek dil, tek din ve tek kültürün egemen olduğu şehirlerdir. 100 yıl önce Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin bir arada yaşadığı Selanik
bugün tek dil, tek din ve tek kültürü hakim kılmaya çalışmaktadır. Diğer din ve kültürlere ait ne kadar iz varsa ya yok ediliyor, ya da dönüştürülüyor.

2- Kahramanını Arayan Şehir: Üsküp
b- Avrupa’nın doğu kısmındaki ülkeler soğuk savaş döneminde Sovyet blokunda kaldılar.
Öncesinde Osmanlı başta olmak üzere farklı imparatorluk şemsiyesi altında idiler. Gerçek anlamda devlet olma tecrübesi 1990’lı yıllar ile birlikte oluştu. Devlet demek ulus demekti. Ulus için de kahraman gerekiyordu. Bunun için tarih didik didik edilmeye başlandı.
Ancak kolay değildi. Irklar farklı coğrafyalarda yaşıyorlardı. Bundan dolayı hangi kahramanın kime ait olduğuna dair tartışmalar başladı. Örneğin; Büyük İskender; Makedon mu, Yunan mı? Rahibe Teresa; Arnavut mu, Makedon mu? Çoğu tarihsel kahraman için bu tartışma yaşanıyor. Üsküp, şimdi kahramanlarını arıyor. Bu kahramanların hikâyelerini kendi toprağında bulmaya çalışıyor. Kahramanları heykel ve diğer objelerle yeniden inşa ediyor.

b- Üsküp’te Müslüman olmak... Yüzyıllık göç devam ediyor. Müslüman nüfus; önceden baskı, savaş ve sürgün ile bu topraklardan edildiler. Şimdi ise ekonomik ve sosyal göç ile bu toprakları boşaltıyorlar. Ülke yönetimi bunu teşvik ediyor. Yeni kuşaklar ekonomik ve sosyal yönden kendilerini daha rahat imkanlara kavuşmak için göç etmeye devam ediyorlar.
Gidenlerin geri gelmesi çok zor. Yeni gidişlerin engellenmesi gerekiyor. Şehrin ve ülkenin kimliğinde bunca engellere rağmen önemli yere sahip Müslümanlar, konum ve etkilerini yitirecekler.

b- Ulus devlet çağı şehirlerinin dönemi sona erdi. Şimdi Modern çağ şehirleri dönemini yaşıyoruz. Bu şehir akımı geleneği aşan, kendisine yeni bir gelenek oluşturdu. Belli bir bölgeyi değil bütün dünyayı etkisi altına aldı. Şehirdeki insanların giyiminden yiyeceklerine,
evlerinden mahallelerine, çarşılarından eğlence merkezlerine kadar bütün hayatı aynileştiriyor. Modern çağ şehirleri geriye bir miras bırakmıyor. An’ın hayatını temsil ediyor. Geçmişi müzeleştirerek dondururken, bugün yarına kalıcı bir eser, akım, kültür bırakmıyor.

3- İslam’ın Mührü Minareler
ve Kalkandelen Harabati Tekkesi ile Alaca Camii
c- Minareler... Yerden göğe, gökten yere mesaj taşıyan... İslam’ın öz mesajı ezanı insanlığa ulaştıran... Mekânın kimliğini ifade eden... Allah’ın evine işaret eden... İslam’ın yeryüzüne vurulmuş mührü olan... Müslümanların hâkim olmadığı ülkelerde minare görmek insana apayrı bir umut bahşediyor. Yol boyunca köylerde ayakta duran minareler, İslam’ın insanlık için diriliş işareti olarak duruyor.

c- Alaca Camii: Dünyadaki en farklı camiilerden biri... Bütün duvarları farklı şekillerle, resimlerle süslenmiş. İki kız kardeşin himayesinde yapılan camii, ibadet neşvesini resmediyor.

c- Harabati Tekkesi: İslam’ın kurumsal olarak Avrupa topraklarında yayılmasının en önemli öncülerinden biri de tekkelerdir. Tevafuk Harabati Tekkesi’nin kurucusu hemşehrim çıktı.
Malatya’dan gelen Şeyh Mehmet Efendi’nin kurucusu olduğu tekke yüzyıllardır Müslümanlara ve diğer insanlara ilham vermeye devam ediyor.

c- Avrupa’da Osmanlı’nın mirasının varlığı, etkisi ve bugün için anlamı üzerinde yeterince durulmamaktadır. Türkiye uzun yıllar Osmanlı’nın bu mirasını sahiplenmekten utanç duydu.
Avrupa zaten bu etkinin varlığını inkar etmek ve yok etmek bilinçli, geniş çerçeveli çabalar içinde bulunmaktan geri durmuyor. Her adımında farklı eserlerle etkisini görmek mümkün iken sosyolojik, psikolojik, kültürel, düşünsel ve akademik anlamda halen devam eden etkisi daha geniş çaplı, derinlikli ve hakkaniyetli çalışmalar yapılmasını zorunlu kılıyor.

4- Yeni bir fetih mümkün mü? Murad Hüdavendigar Türbesi ve Prizren
d- Yeni bir fetih mümkün mü? 2. Murat türbesini ziyaret ederken yeni bir fetih hattı oluşabilir mi? sorusu hemen akla geliveriyor. Osmanlı- Avrupa ilişkisinde savaş merkezli bir ilişki biçimi algısı var. Avrupa halen bu korkuyu İslamofobia üzerinden taşıdığını gösteriyor.
Türkiye ise bu topraklardaki miras, göç eden Türkler ve Avrupa Birliği üyeliği üzerinden ilişkileniyor. Osmanlı mirası için henüz geriye kalan eserleri restore etme ve bölge ülkeleri ile ekonomik- siyasi ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Artan göçmen nüfusu Avrupa ülkelerini tedirgin ediyor ve Türkiye’nin göç etmiş Türkiyelilerle ilişkilenmesini engellemeye çalışıyor.
Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi Türkiye için medeniyet yürüyüşünde farklı bir evreye işaret ediyor. Türkiye’nin Müslüman kimliği üzerinden bu süreçler tartışılmaya devam edecek. Fetih ve uyum merkezli arayışlar her boyutta kendisini ortaya koyacaktır.

d- Değişen zaman, değişmeyen gündem: Bir arada yaşamak mümkün mü? Avrupa şehirlerini dolaşırken bu soru zihnimizi sürekli tırmanıyor. Zor bir soru... Farklı din ve ideoloji sahiplerinin bir aradalığının imkânı sürekli sorgulanır. İnsanlık tecrübesi bu sorunun hem evet, hem de hayır olabileceğini gösteren birçok örnek ile doludur. Bugün Osmanlı’nın egemen olduğu şehirlerde bir arada yaşamanın örneği olduğunu iddia edebiliriz. Ama ne zamanki hakimiyet söz konusu oldu, bu bir aradalık büyük bir savaşa dönüştü.
Modern zamandaki yapılanlar, Osmanlı tecrübesinin çok gerisinde kalmış. Son yüzyıl büyük bir travmayı, trajediyi ve yıkımı resmediyor. Şimdi farklı din ve ırklar birbirine şüphe ile bakıyor. Her an yeni bir felaketi kapıda görüyorlar. Egemen devletler arada olmazsa her an yeni bir trajedinin yaşanması kaçınılmaz. Bir taraftan da bir arada yaşama tecrübesinin de güçlendirilmesi ve devam ettirilmesi gerekiyor. 

d- Suyun gerdanlık olarak takınan Prizren... Akan suyu şehri çepeçevre kuşattığı Prizren, Osmanlı ruhunu yaşayan ve yaşatan şehirlerden... Muazzam bir doğal güzelliğin görsel şöleni içinde şehri temaşa ediyorsunuz.

d- Kosova Ovası’nda sesler... Kılıç sesleri, naralar, tekbirler, feryatlar, çığrışmalar, tekbirler...
Bütün sesler toprağa gömülmüş. Dinlemeye eğer kalbin dayanacaksa, kulağın seslerden sağır kesilmeyecekse ve dilin tutulmayacaksa dinle! Kulağını yere koy ve dinle! Duyacaksın!

5- Kiremit ve Taşın Harmonisi; Dubrovnik
e- Dubrovnik, Hırvatistan’ın kıyı şehirlerinden biri... Çatıları istisnasız kiremit... Duvarları istisnasız taş... İçinde hiçbir metalik ses yok. Ev, ibadet, işyeri, müze, atölye... İçinde gezerek kaybolmanın büyük hazzını yaşanacak bir yer...

e- Avrupa içi mücadelenin dinamiklerini iyi tanımalıyız. Bu güzelim şehir Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Sırpların saldırılarına maruz kalmış. Türkiye’den bakınca zannediyoruz ki Avrupa’nın tek derdi; Türkiye ve İslam. Hâlbuki Batı’nın kendi içindeki mücadele sahası çok geniş ve farklı unsurları barındırıyor. Batı’nın içinde mezhep, ideoloji, ırk, coğrafya, tarih ve diğer etkenlerle büyük ayrımlar ve çatışmalar bulunuyor. Ne yazık ki Batı’nın kendi içindeki mücadele dinamiklerini iyi tanıyıp, bunlara göre politika üretmeye daha çok uzağız. 

6- Son kale; Pociteli Kalesi ile İlk Tekke; Blagaj Tekkesi

f- Osmanlı’nın batıdaki son kalesi; Pociteli. Nevetna Nehri kenarındaki son karakol...
Yanına unutulmayan ana enstrüman; medrese... Osmanlı medrese geleneği halen bu topraklarda devam ediyor. Okullardaki müfredat ne yazık ki henüz değiştirilmemiş. Öğrenciler medreselerden yetişen kuşakların bilincine muhtaç... Ancak okullardaki eğitim sistemi değişmeden yeni kuşakların Müslüman kimliği korumaları ve yenilemeleri çok zor görünüyor.

f- İki kaynak bir arada... Nevetna nehrine karışan Buna nehrinin kaynağı ile bu topraklara İslam’ı taşımak için kurulan ilk tekkelerden Blaga Tekkesi yan yana... Tekkeyi kuran kişiyi bu büyük dağın dibinde bu kaynak ile buluşturan dert neydi? O büyük dert, aynı zamanda büyük bir dava...


7- Mostar: Barış köprüsünü yıkmak veya Barış için köprüler inşa kurmak

g- Mostar, Avrupa’nın en önemli sembollerinden biri... Müslümanların, Batı ile ilişkilerini resmediyor. Osmanlı Avrupa ile ilişki kurmak istiyor. Bu ilişki için köprü kurdu. Bu köprünün altında nice sular geçti. Bu köprü üzerinden kültürler, dinler, ideolojiler birbiri ile iletişime ve etkileşime geçti. Artık aradaki köprüleri atmak isteyenler ilk iş olarak bu köprüyü hedef aldı. Yıkıldı, yakıldı ve bombalandı. İnsanlıktan, barıştan nasibi olmayanlar tarafından.
Büyük barış köprüsü Mostar’ın bombalanma anını her izlendiğimde insana büyük bir hüzün ve umutsuzluk veriyor. Bu köprü bugün yeniden ayakta... Zalimlere inat! Barışı kurmak için insanları bekliyor. Mostar zamanı... Barış zamanı...

g- Osmanlı müslüman mirası öncelikle kendisini eserler üzerinden ifade ediyor. Onca yıkım ve ihmale rağmen halen ayakta duran eserler bile bu büyük birikimi ortaya koyuyor. Yalnız İslam- Osmanlı mirası, Müze geleneğine sıkışıp kalma tehlikesi geçiriyor. Bu mirası geçmişe hasredip yeni bir gelecek vaat ediliyor. Vaat edilen gelecek; İslamsız bir gelecek... Dünyadaki müslümanların krizini burada daha keskin ve acı şekilde hissetmek mümkün... Buradaki kimlik kaybının telafisi çok zor olacaktır. Yeni bir miras inşa etmek mümkün ama nasıl? 

g- Avrupa’nın demokratik! zulmü devam ediyor. Avrupa, putlarını ihtiyaç duyduğunda veya çıkarına göre yiyen Mekkeli müşrikler gibi... Büyük aydınlanma iddiası Müslümanlar nezdinde tehcire, zulme, katliama, yok saymaya, yok etmeye, varlığını ve etkisini kabul etmemeye, silmeye dönüşüyor. Bugün her şeye ama her şeye rağmen var olan müslümanlar daha sinsi ve şeytani politikalarla etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Bu defaki müdahaleler kağıt üzerinde, resmi, hukuki, normal görünümlü bir şekilde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu çok tehlikeli yeni süreci iyi okumak ve buna uygun yeni süreçler geliştirmek zorunluluğu vardır.

g- Yolda okunmuş satırlar:
“Tarih, ucu açık bir süreçtir. Sürecin geleceğe doğru açık oluşu çoktan geçmişte kalmış hadiselere dahi etki eder; aradan geçen zamanın ardından tekrar dönüp bakıldığında bu hadiseler de değişirler.” Yüzyılı Anlamak- Dan Dıner

8- Bir İslam Medeniyet Şehri; Saraybosna

h- Saraybosna bize hep acıları taşıyan yüzüyle görünse de geri planda büyük bir medeniyet ufkunu yaşayan ve yaşatan bir hakikati vardır.

h- Her medeniyetin yüzü, aklı, ruhu, şekli, estetiği, dinamiği ve pratiği vardır. Medeniyet projesi, tecrübesi, planı, umudu olmayanın bu dünyada yeri yoktur. Var olanın da köle olmak dışında bir tercihi olamaz. Onun içindir ki Aliya der ki; “And olsun ki, asla köle olmayacağız.”

h- Saraybosna’nın yeni bir medeniyet olma imkânı vardır. Bu imkan öncelikle yaşadığı 500 yıllık tecrübeye yaslanmaktadır. Öncelikle, Saraybosna Osmanlılar döneminde Müslümanlaştığında İslam- Osmanlı medeniyet birikimini taşıdı.
İslam/ Osmanlı medeniyet pratiği;
- Önce can, mal, namus, dil, din noktasında emin olmak.
- Mescidi- Allah’ın evini merkez edinmek.
Cami- mescid inşa etmek.
- Ekonomik sistemi geliştirmek.
Çarşıyı inşa etmek.
- Eğitimi şekillendirmek. Medereseyi inşa etmek, yeni insan- toplum tasavvurunu taşıyan nesiller yetiştirmek.
- Siyaset, asker ve yargıyı adalet merkezli olarak inşa ve ihya etmek.
- Farklı din- ideoloji mensuplarını koruma altına almak ve her türlü güvenceyi vermek.
- Vakıf geleneği üzerinden sivil bir damarı barındırması ve sisteme müdahil olması.

h- Saraybosna bugün yeni bir medeniyetin imkanlarını modelize etmektedir. Saraybosna üzerinden yeni medeniyetin imkânları:
a- Din/ İdeoloji olarak İslam’ı kendisine temel edinmesi.
b- Yaşadığımız çağdaki hakim kapitalizm/ sosyalizm sistemleri ile yüzleşmesi.
c- Batı karşısında mağlubiyet psikolojisi duymadan yüzleşme cesareti olması.
d- Müslüman bir önder- lider- asker- aydın- alim Aliya İzzetbegoviç’in mirasını taşıması.
Yeni İslam medeniyeti olacaksa Aliya’nın fikirlerini kendisine temel edinerek var olabilir.
e- Aliya’nın şahsında bilgi, düşünce ve amel bütünlüğünü hiçbir şüpheye yer bırakmadan hakim olan Kapitalizm- Sosyalizm güçlerine kabul ettirmesi.
f- İslami yenilenme fikrine tam iman etmesi ve bunun yolunu göstermesi.
g- Ölümü hayat bütünlüğü içinde yerli yerine koyması.

h- Medeniyet fikrini ve umudunu kaybedenler ancak ve ancak köle olabilirler. Köle yani egemen putperest şirk sistemlerinin gönüllü taşıyıcısı olmak... Bugün Müslümanlar her dönemde olduğu gibi bir tercih yapmak durumundadırlar. Ya İslam dışı medeniyetlerin kölesi olacaklar. Ya da insanlığın yegane kurtarıcı, kuruluşcu, dirilişçi, direnişçi ve fetihçi dini olan İslam’ın medeniyetini yeniden ortaya koyacaklardır. Ne yazık ki; hakim ideolojiler müslümanlara bir medeniyet fikri olabileceğini unutturmaya veya hiç gerçekleşmeyecek bir düş olarak göstermeye çalışıyorlar. Yeni bir İslam medeniyeti mümkündür çünkü Saraybosna’da yeni bir medeniyetin var olduğunu geçmişte gördük, yarın da göreceğimize iman ediyoruz.

h- Yeni bir İslam medeniyeti;
a- Tamamen geçmişin tekrarı ve taklidi olamaz.
b- Mevcut medeniyet birikimlerini ıskalayamaz ve bunlardan faydalanmalıdır.
c- İnsanlığın yaşadığı derin krizi çözecek yegane tek medeniyettir, alternatifi yoktur, olamaz.
d- Yeni İslam medeniyeti; siyaset, ekonomi, kültür, ahlak, yargı, askeri her alanda aklı, Allah’ı, Elçi’yi, Kitab-ı Mübin’i, hakikati ve hikmeti merkez almalıdır.

h- Üsküp ve Saraybosna gibi müslümanların medeniyeti ile batı medeniyeti tecrübesinin yan yana olduğu şehirlerde insanların tercihi hangisi? Müslümanların medeniyeti mi?
Batı medeniyeti mi? Müslümanların inşa ettiği yerler; insani, birleştirici, uyandırıcı, rahmani... Batılıların inşa ettiği yerler; ayartıcı, şeytani, ayrıştırıcı, yarıştırıcı...

9- Şehitlerin Kucakladığı Şehir: Travnik
i- Şehid Selami Yurdan şehri; Travnik. Şehri çevreleyen yamaçlar şehitlikler ile dolu.
Şehitler, şehir savunmasına devam ediyorlar.

i- Travnik’te şehrin girişinde bizi tarihi bir medrese karşılıyor. Medrese geleneği Bosna’da çok yaygın ve köklü… Vakıflar üzerinden yürüyen medrese geleneği kendini yenileyerek ve geliştirerek var olmaya çalışıyor.

i- Bosna direniş tarihinde en önemli unsurlardan biri de ülke dışından gelen müslüman savaşçılar. Şehit Selami Yurdan gibi savaşçılar savaş sonrası konumları da çok tartışıldı.
Rusya’nın Afganistan işgali sonrasında hassaten başlayan bu süreç savaşçıların kimliği ve ideolojisi üzerinden tartışılıyor. Bosna gibi hayati önemde katkıları olan bu hareketli savaşçıların konum ve misyonları kendine özgü bir nitelik arz etmektedir.

i- Emperyal devletlerin satranç tahtası olarak; Balkanlar.
Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, çok ırklı bir coğrafyada birliktelik sağlanamıyor.
Roma, Osmanlı ve Soğuk Savaş kampları dönemlerinde üstte büyük bir gücün şemsiyesi altında barış veya kontrollü barış içinde yaşadılar. Şu anda her ülkeyi himaye eden güçlü farklı devletler var. Kontrol edilen veya kontrol edilen devletlerarasındaki çok denklemli mücadele devam ediyor.

i- Erdoğan sonrası ne olacak? Türkiye’nin farklı alanlarda Balkanlar ile geliştirdiği ilişkiler var. Bu ilişkilerin odağında şu anda bireysel olarak Erdoğan ve kurumsal olarak Türkiye var.
Türkiye’nin bu himaye ilişkilerinin bir devlet politikası mı yoksa dönemlik parti politikası mı olduğu noktasında şüphelidir. Türkiye’nin ekonomik, kültürel, siyasi olarak ilişkilerini geliştirmeleri zorunludur.

i- Güç, strateji, din ve gelecek... Avrupa Birliği şu anda Balkanlardaki ülkeleri kendi himayesine almaya çalışıyor. Ulus devletler ile bu yeni oluşan devletleşme sürecindeki güç, strateji, din ve gelecek ilişkisinde nasıl bir istikamet takip edileceği önemlidir.
Avrupa Birliği içinde müslüman toplumun varlığı ve bunun devlet düzeyindeki kabulü yeni geleceği inşa edebilir. İslam kimliği Avrupa’nın şu anda en çok gizli veya açık tehdit olarak görüyor. Şu andaki Müslüman toplumun bu kimliği ne kadar ve nasıl koruyacağı şüphelidir.
Müslümanlar burada İslamı modelleyerek insanların hidayetine vesile olarak, 
İslam medeniyetinin Avrupa tecrübesine katkıda bulunabilirler.

i- İlişki biçimi; hegamonya mı medeniyet mi? Türkiye küresel boyutta etkinliği arttıkça akla gelen soru şu: - Türkiye emperyalistler gibi hegamonya peşinde mi? Yoksa bu çizgiden farklı olarak medeniyet kimliğiyle mi yaklaşacak? Türkiye şu anda Afrika, Asya ve Avrupa’da birçok ülkede medeniyet merkezli bir yaklaşım sergiliyor. Bu yaklaşımın kalıcı ve etkili olması için bunun öncelikle devlet politikası ve ekonomi- siyasi- kültürel anlamda güçlenmesinden geçiyor.

i- Güzelliğin arkasındaki acı ve hüzün... Avrupa’da Osmanlı- İslam coğrafyasını gezerken insanlar doğal güzelliklere hayran kalıyor. Lakin bu güzelliğin örttüğü acıları unutmamalıyız.
Avrupa Müslüman toplulukları bu güzellikleri büyük acılar, ızdıraplar, kaoslar, krizler içinde yaşamaktadırlar.

i- Gezi kültürümüz çok zayıf. Otobüs camından gördüklerimiz üzerinden her türlü çözümlemeyi yapıyoruz. Toplum, siyaset, kültür, tarih, ekonomi hususunda her türlü yargılamayı pervasızca yapıyoruz. Kimse ile ilişkilenmeden devletleri kurup, devletleri yıkma hikâyeleri ile dolu ziyareti tamamlıyoruz.

i- Türkiye ile gezdiğimiz dünya ülkelerini birçok yönden kıyaslıyoruz. Kıyaslama önce yoldan başlıyor. Sonra giyim ve konfor üzerinden devam ediyor. Bu defa insanlar gezdikleri şehir- ülkeler hakkında kısır yaklaşımlara sahip olmaktadırlar.

10- Srebrenitsa; Acının yetim kaldığı yer...

g- Srebrenitsa... Barbar, faşist, tağuti aklın tarih boyunca sahnelediği katliam, soykırım, tecavüz sayfalarından biri... Çok uzak değil... 23 yıl önce 11 Temmuz 1995 günü NATO şemsiyesi altında Hollandalı askerlerin himayesindeki Srebrenitsa, Sırplara teslim edilir. Sırplar büyük bir katliama girişirler. Marş Mira(Ölüm Yürüyüşü) soykırımdan kurtulmak isteyenlerin üç gün boyunca yürüdükleri 110 kilometrelik hatta yapılan anma yürüyüşüdür.

g- Marş Mira yıllardır gerçekleştiriliyor. Bu yürüyüşe soykırımın mağdurları, yakınları, Türkiye ve İran gibi ülkelerden katılımcılar, diğer ülkelerden insani duyarlılığı olan insanlar, Bosna savaşı askerleri ve halk katılıyor. Üç gün süren yürüyüş, katılımcıların çoğunluğu kamp yaparak yürüyüşün son günü Potiçeri’de soykırımdaki katledilenlerden cenazeleri bulunanların defnedildiği cenaze töreni ile tamamlanıyor.

g- Biz bugün Marş Mira’nın ilk gün yürüyüşüne katıldık. Bosnalıların kurtuluş yürüyüşünün ayak izlerini takip etmeye çalıştık. Yolda hayatını kaybedenlerin yerlerine tanıklık ettik.
Yol boyunca Bosnalıların evlerine misafir olduk. Köylülerin bazı yerlerde organize olarak katılımcılara ikram yarışına girmeleri ve acılarına ortak olmanın verdiği şükran hali her hallerinden okunuyordu.

g- Marş Mira’da yürürken; dünya üzerindeki tüm mazlumların korku ve endişe dolu adımlarını hissediyorsun. Zulümler katlanarak artıyor. Zalimler zulümde sınır tanımıyor.

Marş Mira’da yürürken; mazlumların uğradıkları zulümdeki kendine düşen payı düşünüyorsun. Düşündükçe zulümdeki payın artıyor ve bunun karşısında şaşakalıyorsun.

Marş Mira’da yürürken; bugün ve yarın bu ve buna benzer zulümlerin son bulması için yapılması gerekenleri düşünüyorsun.

Marş Mira’da yürürken; bu zulümler onurumuzu zedelememeli, bunun psikolojimizi bozmasına izin vermemeliyiz.

Marş Mira’da yürürken; Müslümanların o dönemki kardeşlik sorumluluğu gereği verdikleri destekler, zulmü geriletmişti. Onca zayıflığı rağmen o günün şartlarında bunlar yapıldı. Daha iyi ve kurumsal müdahale imkânları gözden geçirilmelidir.

11- Srebrenitsa-Potaçeri: Tanımsız/ Tarifsiz/ Tarihsiz

Bugün 11 Temmuz 1995...
Kâfirler ve zalimler ile dostları bizleri bugün katlettiler.
Çoktular...
Çokluklarıyla bizi azaltmaya çalışıyorlardı.
Ölüm sessizliği tüm dünyayı sarmıştı.
Sesimizi kimse duymuyordu.
Çığlıklarımıza kimse cevap vermiyordu.
Zalim ve kafirlerin işlerini tamamlamalarını bekliyorlardı.
Döktükleri kanımız onların zafer sarhoşluğuna döndürüyordu.
Canımızı aldıkları bedenlerimizi tıpkı ataları Kabil gibi bir an önce nasıl gömeceklerinin telaşına girdiler.
Gömdüler...
Çünkü bizi gördükçe çıldırıyorlardı.
Ölülerimiz bile onları korkutuyordu.
Gömdüler...
Saklamaya çalıştılar günahlarını...
Unutturmak istediler cinayetlerini...
Her şey apaçıktı!
Canlı yayında tek tek öldürülüyorduk.
Sağ kalabilenlerimiz uzun bir yola çıktılar.
Kime duyuracaklardı ki sesimizi...
Bize yardım etmekten aciz kalmış dostlarımıza mı?
Katlimize ferman buyurmuş azılı kâfir ve zalim Batılılara mı?
Objektifini hiçbir zaman bizden yana çevirmemiş objektiflere mi?
Silahlarımızı elimizden alıp bizi katillerle baş başa bırakanlara mı?
Öldük!
Öldürüldük!
Tek tek...
Çok çok...
Dökülen yapraklar gibi düştük toprağa...
Ey insanlar!
Ey yasımızı tutmaya gelenler!
O gün...
Geriye kalanlarımızın namuslarına el uzattılar!
Evlerimizi yaktılar!
Hamile kadınlarımızı kurşunladılar!
Burası Srebrenitsa!
Hoş geldiniz!
Toplayabildiğiniz kemiklerimizi mi gömmeye geldiniz?
Bizi unutmak için hatırlamaya mı geldiniz?
Katiller ve işbirlikçilerini bağışlamaya mı geldiniz?
Hoş geldiniz!
Bu topraklar Srebrenitsa gibi onlarca katliama sahne oldu.
Kurşunlar bedenlerimizi delik deşik ederken ölü halimizin onların en büyük tehdidi olacağını bilmiyorlardı.
Katliam sahnesi canlı yayımlamıyordu.
Bu sahnenin sessiz figüranları idik.
Beyaz mezar taşlarımız karanlık, kapkaranlık ruhların en büyük tehdidi olacak.
Bizi unutturamayacaklar.
Zalimleri kimse hatırlamak istemeyecek!
Bugün 11 Temmuz 2018
Canlarını kurtarmak için yola çıkanların ayak izlerini takip ederek buraya geldiniz.
Marş Mira yani Ölüm Yürüyüşü ile bizim acılarımıza tanıklık ediyorsunuz.
Artık insanları ikiye ayırabilirsiniz:
- Marş Mira’da yürüyenler
- Marş Mira’da yürümeyenler.
İmanını yenilemek ve bu çağı anlamak isteyen Marş Mira’da yürümelidir.
Kaybolan ve kemiklerine yeni ulaşılan 35 arkadaşımız bugün aramıza katılacaklar.
Aramızda olmayanlarla ruhlar aleminde beraberiz.
Şimdi biz yaşayan ölüler, siz ölü yaşayanları seyrediyoruz.
Soykırım yaparak soyumuzu, ruhumuzu, medeniyetimizi kurutmaya çalıştılar.
Soykırım yaparak bizi bu topraklardan kökümüzü keseceklerini zannettiler.
Aliya ne diyordu;
“Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.”
Bedenimizi katlettiler ama ruhumuza hükmedemezler.
Dünyada geçmişte de bu katliamlar çokça yaşandı, yaşanacak.
Asl olan bu zulümlerin unutturulmamasıdır.
Unutulan soykırım, yeni soykırımların habercisidir.
Büyük Bilgemizin sözünde belirttiği gibi;
"Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır."
Soykırımı yapanların aşağılanması, dışlanması, yalıtılması gerekir ki bir daha bunu yapacak cesarete sahip olmasınlar.
ALLAHU EKBER!
LA İLAHE İLLALLAH!
İNNALİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN!




Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.