Beşinci röportajımızı Atmi/Atmaneki ileri gelenlerinden ve aynı zamanda siyasetçi Mehtap DÜZOVA ve eşi işadamı Kemal DÜZOVA Beyefendi ile yapma mutluluğunu yaşadım.
Kemal Düzova Beyefendi’nin ailesini şahsen tanırım. Babası rahmetli Gulağa Dözova aynı zamanda arkadaşım ve dostumdu. Bu vesile ile onu tekrar rahmetle anma imkânı buldum. Mehtap Düzova Hanımefendi ile yakın zamanda tanıştık. Kendilerinin çok donanımlı ve bir o kadar da içtenlik dolu olduğuna şahsen tanık oldum.
Bir gün önce Sn. Şaban Erdoğan Beyefendi ile görüşüp röportaj yapacağımı telefonla kendilerine bildirdiğimde, “Tanıdığımız olur” deyip, uçaktan iniş saatini sormuş ve sağ olsunlar havaalanından bizzat almışlardı. Topkapı’daki Saklı Bahçe’ye getirmişlerdi. Şaban Beyefendi ile röportajı Sn. Ali Bozdağ ve Adnan Güçlü Atmanoğlu da birlikte olmak üzere aynı atmosferde, bir aile ortamında yapmıştık.
Mehtap ve Kemal Düzova çiftine ‘’Sizinle röportajı nerede yapacağız?’’ diye sorduğumda, ‘’Tabii ki evimizde yapacağız’’ dediler. Bundan büyük haz duydum. Aşiretlimin evinde konuk, olmak çok tatlı bir atmosfer yaratıyor. Bu, yaşanılması gereken muhteşem bir duygudur. Öz kardeşimin evinde konuk olmuş gibi bir hava içerisinde içeri girdim. Akşam yemeğini beraber yedik. Hoş sohbetten sonra röportaja geçtik. -Mehtap Hanım siz aşiret kızı mısınız?
-Hayır, ben Tokatlıyım. Babam jandarma astsubayı idi. Onun için Türkiye’nin değişik yerlerini dolaştık. Birçok kültürü Anadolu’nun değişik yerlerinden alarak büyüdüm. Gaziantep’te doğdum, Çatalca’da ilkokulu, İstanbul’da ortaokulu, Malatya’da liseyi, Ankara’da üniversiteyi bitirdim.
-Kemal Bey, aşiret çocuğu musunuz.?
-Evet, Malatya’daki Yukarı Atmalıyım (Atmé Jor). Köyüm bu aşirete bağlı Alxasan (Alhasuşağı) ve Gulağa Düzova’nın oğluyum. Aşiretsel olmamakla, babamın kişisel durumlarından dolayı olacak ki, “ağa” unvanı ile anılırdı. Misafiri çok olurdu. İnsanlarla diyalogları sanırım bu unvanın verilmesinde etken oldu. Babamın ağalığı almaya değil de genellikle vermeye yönelik bir yapıda idi.
-Mehtap Hanım, kendi köyünüzü hatırlayabiliyor musunuz?
-Kendi köyüme gittim ama babamla gittim. Babaannemi, dedemi, akrabalarımızı ve komşularımızı hatırlıyorum. Çok etkilendim ve bunu içimde yaşatarak bu yaşıma geldim. Ben 1962 doğumluyum. 1968’den sonra köyüme gittiğimiz zaman köy çocuklarına şeker ve bir de şehir ekmeği götürürdük. Bunlar çok özel hediyeler olarak kabul görürdü. Köye giderken babam araba tutardı. Köye girdiğimizde bütün köy çocukları toplanır ve arabanın arkasına takılırlardı. Bir gün diğer çocuklarla koyun yaymaya gittim. Sonra baktım ki, herkes koyun sağıyor. Bende sağmaya başladım ama çok az süt çıkarabilmiştim. Ben de sütüm çok olsun diye içine su doldurdum. Sütüm tuhaf bir renk aldı. Eve geldiğimde babaannem duruma güldü ve beni alıp, öptü, sevdi. Sonuç olarak köyümü sadeliği ve güzelliği ile anıyorum.
-Mehtap Hanım, köyünüze komşu olan köylerin adını biliyor musunuz?
-Hayır, bilmiyorum.
-Mehtap Hanım, bir aşiretli ile aşireti olmayan birinin evliliği sizce nasıl?
-Gayet güzel. Ama benim ailem de okumaya çok önem veren aydın bir aile. Babam köyümün ilk okuyan insanlarındandır. Ayrıca Anadolu’nun değişik yerlerinde yaşamam sebebiyle Türkiye’nin kültür dokusuna yabancı değilim.
-Kemal Bey, siz Atmé Jor köylerinin adlarını biliyor musunuz?
-Evet, benim çocukluğum köyde geçti. Atmé Jor’un köyleri Qadaberyon, Komırlıxyon, Alxasan, Goğacyon, Goçaryon, Raşon, Şotıkon, Bırkon, Qınıxon, Sığırciyon, ayrıca Alxas’ların yedi mezrası ve Şotıkon’un da yirmi sekiz mezrası var. Çocukluğum on yedi yaşına kadar köyde geçti. Babam otuz üç sene kesintisiz muhtarlık yaptı. Ayrıca kamyon ve otobüs işletmeciliğimizden dolayı bizim evimize misafir olamayan Atmalı hemen hemen yok gibidir. Bu sebepten dolayı da herkesi tanırım.
-Kemal Bey, siz kaç doğumlusunuz?
-1959 doğumluyum. Ama 1960 resmi.
-Peki, Atmé Jor’da ağalık hangi ailede idi?
-Şotıkon Köyü’nde Çıplak ailesi, ve Alxasan Köyü’nde de bizim ailede idi. Bizim aile burada bir farklılık gösterir. Ağalık, dedem Mehmet Rıza’dan başlayarak devam eder. Ama Çıplak ailesinin ağalığı daha eskilere dayanır. Ama şunu kuvvetle belirteyim ki, asıl ağalık Çıplak Ailesinindir. Bizim Düzova ailesinin ağalığı ise dedemden sonraki bir olaydır.
- Şotik’ten, yani Çıplak ailesinden hatırladığınız ya da bildiğiniz aşiret reisi var mı?
-Mehmet Mustafa ve Selahattin Ağaları tanırım. Bir de Kemal Bey’i bilirim. Yani Mehmet Mustafa’nın oğlunu tanırım.
-Mehtap Hanım, yöresel kız isteme ya da düğün âdetlerini bilir misiniz.?
-Yöresel bilmem ama Türkiye’nin genel âdetlerini bilirim.
-Kemal Bey, siz yöresel kız isteme ve düğün âdetleri için ne diyeceksiniz?
-Evet, bilirim. Kız isteme şöyle idi hatırlayabildiğim kadarı ile: Damat adayının akrabaları toplanır. Kız evine gidilir. Allah’ın emri ile kız istenir. Burada tekdüzeliği bırakayım da, düğün adetlerimizde üç önemli olay var. Birincisi ‘kok’ (davetiye), ikincisi düğün soytarısı, üçüncüsü ise davetli karşılama.
Bunlardan birincisi kok: Düğün tarihi ve aynı zamanda davet bildirimidir. Bu işi yapacak olan kişiye çok sayıda elma verilir. Bu kişi önce düğün sahibinin köyünde her eve uğrar. Davet için her eve bir elma verir ve ardından tarih bildiren konuşmasını yaparak, herkesi dolaşır. Sonra tüm aşiret köylerini gezerek aynı işlemi yapar. Kok dağıtıcı sayısı bazen birden fazla da olabilir.
İkincisi, düğün soytarısı: Önce davul ve zurnacının köyüne giderek davul ve zurnacıyı davet eder ve beraberinde düğünün yapılacağı köye davul ve zurna eşliğinde girer. Artık düğün başlamıştır. Davulcuya verilen parayı alır, oynayıp zıplayarak, parayı veren kişiyi onore eder ve bağırır, ‘’Falanca kişi! Falanca kişi! Avucunan para harcar. Kesesine berekeeeeeeettt!‘
Üçüncüsü de karşılamadır: Gerek düğün sahibinin köyünden gerekse dış köylerden bir davetli grubun geldiği haber alınınca davul zurna eşliğinde davetlilere karşılama havası çalınarak toplu karşılama yapılır. Davetliler karşılamanın şerefine silah sıkarlar. Karşılayıcılar da bu şerefe şeref katmak için silah sıkarak karşılık verirler. Bu olay çok heyecan verici olup, kaybolmaması gereken bir âdetimizdir.
-Alxasan Köyü’de gurbetçi çok mu? Gittikleri yerlerde genellikle ne iş yaparlar?
-Alxasan’ın asıl yerleşim yeri, yani ilk köy tamamen boşalmıştır. Yani tek bir ev bile kalmamıştır. Sadece mezralarda az sayıda nüfus vardır. Hepsi gurbettedir. En çok yerleştikleri yerler, ilkönce Arapgir idi. Sonra Arapgir’den de göç ettiler. Malatya, İstanbul ve biraz da Avrupa’ya gittiler. Çoğu kendi işini yapar. Göçün sebebi sadece ekonomik değildir. Alxasların bir farklılığı vardır. ‘’Benim dediğim doğrudur, ben yönetirim’’ gibi bir mantıkla yaşarlar. Bu da geçimsizlik doğurduğundan, huzursuzluklar da göçte etkili olmuştur. Eskiden büyük olayların yaşandığı köyümüzde şu anda nüfus azlığı ortalığı durultmuştur. Asıl ilk yerleşim yeri Alxasan’dan önce Maléqavn (eskievler) köy yeridir.
Öyle bir yer ki, tam Göl Dağı’na (Çiyaye Golle) gömülmüş gibidir. Sanki saklanmak için orası seçilmiş. Çok yakınına gittiğinizde bile o eski köyün yerini göremezsiniz.
-Köyünüzde komşuluk ilişkiler nasıldır?
-Bu konuda Alxasanları ayırmak gerekir. Bizde sosyal yardımlaşma ve dayanışma çok azdır. Ama komşu köyümüz olan Komırlıxyon’da en üst düzeyde sosyal dayanışma ve yardımlaşma vardır. Hatta Annem daima imrenirdi. ‘’Keşke bizde de onlar gibi bir yardımlaşma ve dayanışma olsa’’ derdi. Bizde ise daha çok hükmetme öne çıktığından bu özellikler kaybolmuştu. Kısacası ailede sert rüzgârlar komşuluk ilişkilerini zayıflatmıştı.
-Mehtap Hanım, bu sert aile sizin de aileniz oldu, siz olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Benim babamın köyünde yardımlaşma ve hoşgörü gözlemlemiştim. Eşimle bu değerlendirmeleri yaparken bir gün demişti ki, ‘’Ben üniversiteyi kazandığımda bazı aileler keşke kazanmasaydı’’ dediler. Ben buna hayret etmiştim. Çünkü benim babamın köyünde olsa herkes sevinirdi.
-Kemal Bey, eskiden köyünüzde kan davaları var mıydı?
-Duyduklarıma göre, aşirette en çok olay yaşayan köy bizim köyümüzmüş. Eskiden çok olaylar yaşanmış ama şimdi durulmuş durumda. En son 1975’teki olay ailemin de içinde bulunduğu ve on üç kişinin yaralanıp kimsenin ölmediği bir olaydı. Ondan sonra bir daha önemli bir olay olmadı. Şükürler olsun.
-Mehtap Hanım, dün Şaban Erdoğan Bey ile röportaj yaparken, arada yalnızlık konusunu çok güzel işlemiştiniz, tekrar değinir misiniz?
-Köydeki çocuklar ortamın verdiği olanaklardan dolayı yalnızlık yaşamıyorlar. Köyden gelip, gecekondu tipi yerlerde bir arada yaşayan çocuklar da pek yalnızlık yaşamıyorlar. Ama zenginlik uğruna birtakım sözüm ona güzel yerlerde yaşayan ailelerin çocukları çok yalnızlık çekiyorlar. Bu tip aileler para kazanırken çocuklarını kaybettiklerinin farkında bile değiller. Size öğretmenliğimden örnek vereyim. Bir öğrencim okulda çok sessiz davranıp ayriyeten sınıfta ders esnasında sürekli uyuduğu için annesini çağırmıştım, ‘’Bizim işimiz yoğun, çocuğumuza zaman ayıramıyoruz‘’ demişti. İkinci bir örnek vereyim. Yine zengin bir aile çocuğu ile ilgilenmediği için, vicdanları müsterih olsun diye her gün 100 dolar harçlık veriyorlardı. O çocuk ruhsal doyum bulamadığından uyuşturucu kullanmaya başlamıştı. Dün siz vakıf kurma ve bir arada olma konusunu işlerken düşünmüştüm de bu durumda aileler de yakınlaşacağından çocuklar da yalnızlıktan kurtulurlar fikri bende ağır basmıştı. Yalnızlık hem büyükler ve hem de çocuklar için çok kötü. Onun için örgütlenmeniz ve bir araya gelmenizi destekliyorum.
-Kemal Bey, Malatya’da bir toplantı yaptık. Ağrı’da da yaptık. Baykan’ı es geçtik. Seneye Maraş’ta en az beş bin kişi toplanacağız. Adım adım festivalleşmeye gidiyoruz. Bütün bunlar hakkında neler düşünürsünüz?
-Malatya’daki toplantıya katıldım. Ağrı’ya gidemedim. Çünkü eşim o sırada milletvekili adayı idi, seçim çalışmalarında onu yalnız bırakamazdım. Baykan’a gidecektim, iptal oldu. Bu tür toplantılara vakit buldukça katılacağım. Ayrıca bu toplantıları canı gönülden destekliyorum. Maraş’taki toplantıya mutlaka gideceğiz. Gideceğiz, çünkü oradaki kültürle kendi kültürümüzün kıyasını yapacağız. Gideceğiz, çünkü insanımızı, yaşlılarımızı göreceğiz. Akrabalarımızı görüp, onlarla bir gün yaşayacağız. Özlem gidereceğiz. İnadına bir araya gelip, kucaklaşacağız. Örgütlenmenin canlı hazırlıklarını yaşayacağız. Gideceğiz, çünkü bize gitmek yakışır.
-Mehtap Hanım, Malatya, Ağrı toplantılarının verdiği isteklendirme her ne kadar Baykan’da söndü ise de, gelecek yaz Maraş’ta toplanacağız. Maraş’ta en az beş bin kişi toplanacağız. Ondan sonra da her yıl aşiretin bir bölgesinde gezici, yani seyyar festivaller yapacağız. Bu festival fikrimizi nasıl buluyorsunuz?
-Çok güzel olur. Destekliyorum. Festivalin yapıldığı bölgenin ürünleri tanınır. İnsanlar kucaklaşır, kültürlerini yaşarlar. Birbirlerini daha iyi tanırlar. Bu birlikteliğin vereceği şevkle örgütlülüğü tesis ederler. Örgütlülük ise güç demektir. Yani daha güçlü olurlar. Eşimle beraber bu festivallere katılmaktan büyük bir sevinç duyacağım.
-Aşiretimiz çocuklarının eğitim sorunları sizce nelerdir? Siz bir köyden, Türkçe bilmeden, anadiliniz Kürtçe ile yola çıkarak, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni bitirdiniz. Buradan yola çıkacak olursak, eğitimde karşılaştığınız sorunları anlatır mısınız?
-Çocukluğum köyde geçti. 1970’te köyümüzde yeni açılan ilkokulu, 1973’te Malatya Atatürk Ortaokulu’nu, 1976’da Malatya Atatürk Lisesi’ni, 1983’te de Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni bitirdim (Makine Mühendisliği Bölümü’nü).
-Ben inşaat fakültesi diye biliyordum.
-Hayır, inşaatçı olduğumdan yola çıkarak bu kanıya varıyorsunuz. Ama kısmen inşaatçıyım, kısmen makineciyim.
-Evet ama inşaatçısınız.
-Eğitim sürecine gelince, anadil Kürtçe olduğundan tabii ki Türkçe eğitimde zorlanma oldu. Ama köyde bunu aşmak kolay oldu. Ancak ortaokul ve lise yıllarında konuştuğum Türkçe kaba geldiğinden bir takım zorlamalar yaşadım. Bu zorlamalar beni belli bir dönem içime kapanmaya kadar götürdü. Sınıfta dışlanmaya kadar vardım. Çok güçlükler yaşadım. Gerek dil gerekse inanç yapımdan dolayı kavgaya varan süreçler yaşadım. İşin gerçeği şu ki, her Kürt çocuğunun başından geçen benim de başımdan geçti. Aslında Türkçe okumak ve öğrenmek zorunda değildim. Ama öğrenmek zorunluluğu ile karşı karşıyasınız. Çünkü öğrenmeden eğitim yapamıyorsunuz. Bu yüzden Türkçeye karşı bir antipatim var.
-Türklere karşı antipatiniz var mı?
-Hayır, işte bu asla olamaz. Çünkü bende din, dil, ırk ayrımı gözetmeyen, tüm halkların kardeşliğine dayalı bir anlayış var.
-Bu arada bir Türk kızı ile evlenmişsiniz. Bir Türk kızı sizi sevmiş, hayatını size adamış, size çocuklar vermiş.
-Ama bende Türk-Kürt ayrımı yok ki. Tüm insanların eşit olduklarına inanıyorum. Eşim başımın tacıdır. Türk veya Kürt olması fark etmez evlenmek için. Eşim bana, ben de eşime layık olabilmek için tüm gerekleri yerine getirdiğimize inanıyorum. Ben bu konularda asla ayrımcı düşünemem. Tersini düşünmek ise ilkellik olur. Geçmişte büyük bir hayat mücadelesi verdim, onun için birtakım sosyal faaliyetlerden uzak kaldım. Şu anda daha rahatım. Kürt kültürünün gelişimi için zaman harcamak ve olanak sağlamak istiyorum.
-Mehtap Hanım, siz eğitim döneminizde güçlükler yaşadınız mı?
-Hayır, ben çok rahat okudum. Kemal Bey’in yaşadığı sorunları yaşamadım.
-Evet, Kemal Bey, Mehtap Hanım pek bir zorluk yaşamamış.
-Bu ülkede hem Kürt hem de Alevi olarak doğarsanız, hayata 2-0 yenik başlamış olursunuz.
-Mehtap Hanım, siz Sünni misiniz?
-Ben Aleviyim. Ama yetişirken mezhepsel ayırımların farkına varmadan büyüdüm. Ailemiz bu gibi konuları bize işleme gereği bile duymamıştı.
-Tüm Atmiler 03-11-2012 tarihinde İstanbul’da toplanarak, bir vakıf kurmak istiyorlar. Bu gerçekten çok önemli bir olay. Bu konuda neler düşünürsünüz?
-Sistem bireyleri yalnızlaştırmış. Ekonomik sorunlarını halledenler bile çok önemli sorunlarla karşı karşıyalar. Çünkü bin yılların kültürüne bağlı kalmak yerine kendilerini ama sadece kendilerini düşünen bireyler aslında çok rahatsızlar. Çünkü ATA KÜLTÜRÜNE uzak kalmış, köklerinden kopmuşlar. Bu sistem sizden yararlandığı sürece size belli bir ilgi gösterir. Ancak artık işe yaramadığınızı görünce, kaldırıp kenara atar. İşte kapitalist modernite! Demokratik modernite olsa amenna. Bu durumda kişilerin mutluluğu söz konusu olmaz. Bu durumda, devlet hukukunu değil de, toplum hukukunu öne çıkarmak ve bu hukuku insanımızın mutluluğu için hâkim kılmak gerekiyor. Bu açıdan yapılacak olan toplantının büyük yararı olacağına inanıyorum. Birleşmeli, birlik içinde hareket etmeli, kaynaşmalı diye düşünüyorum. Ancak bu işi yaparken ayakları tam yerine koymalı. Çok acele edilmemeli. Süreci çok bilinçli örgütlemeli. Sindire sindire gitmeli. Çok acele edilirse, hata yapma oranı artar. Sonra telafisi zor olabilir. Bu açıdan atılacak her adım, bilgili, ilgili insanlara danışılarak atılmalı. Binanın temelini doğru atarsak, bina sağlam olur.
- Sizce vakıf örgütlenmesi nasıl olmalı ve vakıf gelirleri nasıl elde edilmeli?
-Bu koşullarda köy derneklerinin fonksiyonları bitti. Artık köy dernekleri ile kimse bir yere varamaz. Köy derneklerinin yavaş yavaş kendilerini kapatarak vakfa katılmaları gerekir. Belki hemen olmaz ama süreç içerisinde olması gereken budur. Bir takım insanlar vakfa karşı çıkacaklardır. Bazı yersiz gerekçeler sunacaklardır. Bunları fazla önemsememek lazımdır. Oyunbozanlık yapanlar da olacaktır. Tüm bunlara hazır olmak lazımdır diye düşünüyorum.
Vakfın devamı için finans gereklidir. Bu finans sorununu giderici çalışmalar yapılacaktır. Tabii ki, bağış çok önemli. Ama tamamen bağışlara dayalı bir sistem başarısızlık yaratır. Üyeler olmalı. Aidatlar sürekli akmalı. Bir başka gelir ise, işadamlarımızın ticarete dayalı bir mekanizma oluşturmalarıyla sağlanabilir. Örneğin bölge ürünlerinin satılacağı marketler olabilir. Hem istihdam sağlanır hem de bir gelir elde edilir. Bunlar arkadaşlarla konuşulup bir sonuca ulaştırılır.
-Bir önceki seçimlerde Mehtap Hanım’ın CHP’den milletvekili adaylığı var. Bu konu hakkında bir genel bilgilendirme yaparsa memnuniyet duyarız.
-Ben emekli bir öğretmenim. Sonradan küçük bir dershane açtım ve çalıştırıyorum. Şu anda da CHP İl Başkan Yardımcısı’yım. Emekliye ayrıldıktan sonra ülkemdeki gidişin seyrine baktım ve rahatsızlık duyduğum için siyasete atıldım. İnsanların ezilmediklerini, haksızlığa uğramadıklarını düşünseydim, siyasete atılmazdım. Aslında ben biraz amatör siyasetçiyim, yani siyasetin gereklerini yaşayarak öğreniyorum ve bu konuda bir hayli mesafe aldım sayılır. Ataşehir’de siyasete başladım. Daha sonra Ataşehir’in her bir aşamasında çalıştım. Sonra CHP İl Kadın Kolları’nda eğitim sekreterliği yaptım. Ve milletvekili adayı oldum. Şu anda İl Başkan Yardımcılığı görevini yaparken sadece çalışma odaklı bir politika yapıyorum. Sadece bana verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Ve bunu gerçekten yüreğimle yapıyorum. Ülke sorunlarının CHP’nin iktidara gelmesi ile çözüleceğine inanıyorum. Bu sebeple partim içinde can-ı gönülden çalışmalara katılıyorum. Siyaset beni bir yerlere getirsin diye siyaset yapmıyorum. Böyle bir kaygım asla yok. Bir vatandaş olarak, ülkem insanının daha iyi yerlere gelmesi için siyaset yapıyorum. CHP iktidarıdır gayem.
-Önümüzdeki seçimlerde tekrar aday olacak mısınız?
-Benim adaylığım hiç önemli değil. Asıl olan CHP’nin iktidar olması. Yoksa biz bireylerin bir yerde olup olmaması değil. CHP’nin ülke sorunlarına çözüm getireceğine inanıyorum. İşsizliğe çare olacağına, refah düzeyimizi arttıracağına, özgürlükleri genişleteceğine, herkesin din, dil ve düşünce özgürlüklerini rahatlıkla kullanabileceğine inandığım için bu partideyim.
-Mehtap Hanım, 03-11-2012 tarihindeki vakıf kurma toplantımıza katılacak mısınız?
-Tabii katılacağım. Ben de Atmi aşiretinin bir ferdiyim. Hatta yapabildiğim kadar vakfa hizmet de edeceğim.
-Atmi aşireti bu tavrınızdan gurur duyar. Kemal bey buyurun.
-Köylerin boşalmalarını önleyici tedbirler de alınmalı. Şimdilik kısaca açıklayayım. 32 ilimizin ürettiklerini pazarlamayı düşünsek, hem köylerimizdeki aşiretlimize katkımız olur hem de şehirlerde yaşayanlar için nispi bir istihdam sağlanır. Hem de kazanç elde ederek vakfımızın hizmetine sunarız.
-Aşiretlimizin bir hayali var. Kültürel amaçlı büyük bir bina yapmak, içinde konferans salonu, kapalı spor alanları, cafeler, lokantalar, atölyeler, derslikler, bürolar, otel ve hatta radyo ve TV’si de olan bir yapı meydana getirmek mümkün müdür, böyle bir şey gerçekleşebilir mi?
-Hayal güzel. Gerçekleşebilir mi? Evet. Neden gerçekleşmesin ki? Ancak sindire sindire yürümeli. Küçükten büyüğe doğru gitmeli. Çok aşırı zor işlerin altına gireceğimize gücümüzün yettiği işleri sıra ile yaparsak, bir de bakacağız ki, zor zannettiğimiz işler de bitmiş. İlk etapta iki tane büromuz olmalı. Biri Avrupa, diğeri Asya yakasında olmalı. Sonra ya satın alma ya da kiralama yoluyla büyük ve esaslı bir yer seçimimiz olur. İş adamlarımızı aniden büyük sorumlulukların altına atmamalıyız. Her şey zamana yayılarak, sindire sindire, adım adım olmalı diye düşünüyorum.
-Söylemek istediğiniz son bir şey var mı? Mehtap Hanım!
-Çok teşekkür ederim. Evimize kadar geldiniz. Bize şeref verdiniz.
-O şeref bize ait efendim. Beni çok iyi ağıladınız. İçtenliğiniz için çok teşekkür ederim. Kemal Bey, sizin son bir sözünüz var mı?
-Teşekkür ederim. Başarılar diliyorum.
mehmet ali çabuk/ekim 2012